[Aşk Hikayeleri]
HEYKEL [Aşk Hikayeleri]
Kral seviyordu. Ama sevmesi krallar gibi değildi. Deliler gibi seviyordu. Genç ve güzel kraliçeyi deliler gibi seviyordu. Herkesin önünde korkuyla titrediği kralın saltanatı kraliçenin huzurunda bitiyordu. Herkes kralın emrinde, kral ise aşkın emrindeydi; aşk krala krallık yapıyordu. Bu aşk kraliçeyi dünyanın en büyük sultanı yapıyordu elbet... Kraliçe bunun farkındaydı. Aşk ateşi üzerine kurulmuş tahtını giderek güçlendiriyor, kendini giderek bir peri masalının ortasında hiç erişilmez bir şatonun mahzenine yerleştiriyor gibiydi. Kral da olsa, aşığına ilgisiz ve aldırışsız kalmayı kadınlığın zineti olarak görenlerdendi. Kraliçe, bir kristal heykel gibi zarif ve dokunulmaz, güzel ve ulaşılmaz, çekici ve kırılgandı. Her taşını hasret gözyaşının yıkadığı yüksek bir kalenin çevrelediği bir hazine gibi saklıyordu kalbini. Gerçek şu ki, her kadın gibi, içinde incecik zarların çevrelediği, zarif tüllerin süslediği bir kalp taşıyordu aslında. Kıskançlığın dayanılmaz ateşi dokunur dokunmaz eriyen bir zar, unutulmanın dipsiz karanlığında savrulup uçuşacak bir tül...
Kadın kalbini koruyan işte bu zayıf perdelerdi. Bu haliyle kadın kalbi dünyanın en kırılgan ve en savunmasız varlığı oluyordu.
Kraliçe zarif bir kar tanesi gibiydi; bembeyaz, tertemiz, eşsiz bir güzellikle yeryüzüne özel olarak indirilmişti. Bir kar tanesi gibi dokunur dokunmaz eriyecek ve bütün güzelliğini kaybedecek gibiydi. Güzelliğini kaybetmemek için de dokunulmaması ve ele avuca gelmemesi gerekiyordu. Dokunulunca yok oluyor, var olması için de dokunulmaması gerekiyordu. Dokunulunca yok olduğunu düşünmek kraliçeyi mutlu ediyor değildi şüphesiz. Fakat o kadınlık kaprislerinin ördüğü kozada varlığını sürdürmekle mutlu olacağına kendini ikna etmişti. Bir türlü kozadan çıkıp kanat çırpmayı göze alamıyor gibiydi. Çünkü kanatlanmak rüzgâra muhatap olmak demekti; uçmak düşebilir olmak demekti. Daha başından kendini kanatlarından yoksun bırakarak kendi kendini incitiyor, kendi varlığını küçümseyerek en başında düşüyordu.
Kral kraliçeye ne kadar erişmek istediyse, kraliçe hep uzakta kaldı. Kralın elinde her defasında kırık dökük duygular kaldı, kulağına soğuk ve duygusuz sözler değdi. Kral kendini alabildiğine yalnız, alabildiğine unutulmuş hissediyordu. Günleri tarifsiz bir kederle geçiyor, dipsiz bir hüznün içinde akşam ediyordu. Geceler ayrılığını daha da derinleştiriyor, gözüne uyku girmiyordu. Sevdiğini bunca derinden hissetmek, ama sevildiğini fark edememek derin acılar veriyordu. Kimseyle görüşmemeye başladı. Hayalleri içinde yitiriverdi kendini. Krallığın işlerini bir kenara bıraktı. Tahtında ve tacında gönlü kalmadı. Halkının dertlerine karşı duyarsız hale geldi. Vezirleri ve danışmanları kralın bu haline hayli üzülüyor, kendisini teselli etmek, hayata yeniden döndürmek için ellerinden geleni yapıyorlardı ama nafile... Kalbi kırık bir kral ülkenin en zavallı insanıydı. Ona kimse yardım edemezdi, çünkü kimse bir krala içindeki kırıklığı duyacak kadar yakın olamazdı. Belki bir tek kraliçe kralın kalbini onarabilirdi ama
*****
Kral her şeyi unutmak için uzun süren av gezilerine çıktı. Ama ne zaman bir ceylan görse, yüreği burkuluyor, gözleri ona yüz vermeyen kraliçenin bakışını hatırlatıyordu. Kral ceylanı vuramıyor, tam aksine ceylan kralı kalbinden vuruyordu. Kral ne zaman uzaklarda kanat çırpan bir yaban ördeği görse, sevgilisinin yüz vermez tavrı aklına düşüyor, oracıkta kolu kanadı kırılıyordu. Vezirleri anladılar ki avlanmanın da krala faydası yoktu. Güzel sesli şarkıcılar, kıvrak rakkâseler de krala derdini unutturamıyordu. Çünkü her eğlencede kraliçenin bir güzelliğini hatırlıyor, hemen yanıbaşında olup da kalbine ulaşamadığı bir kadının varlığı kralı tarifsiz elemlere boğuyordu.
Sonunda kral resimle uğraşmanın biraz olsun kendini teselli edebildiğini fark etti. Sevdiği ve ulaşamadığı kadında güzel olan ne varsa, hepsini rahatça fırçasının ucuna getirebiliyor, gözlerinin rengini, bakışının ışıltısını, saçlarının biçimini eline avucuna alabiliyordu. Fırçasını kalbine bandırıp öyle boyuyordu. Kral sanatın böylesine güzel bir şey olduğunu fark edince, ülkedeki tüm sanatçılar buna sevindi. Genci yaşlısı, kadını erkeği bütün sanatçılar eserlerini krala göstermek üzere saraya akın ettiler. Ülkenin en uzak köşesinden kalkıp gelenleri bile vardı. Sanatın değerini bilen kral hiçbirini üzmüuor, her sanatkâra çabasının karşılığını fazlasıyla veriyordu.
Bir gün bir heykeltıraş geldi saraya. Elinde mermer bir heykelle kralın huzuruna çıktı. Güzel bir kadın heykeliydi bu! Çok zarif ve güzel görünüyordu. Anlaşılan o ki, heykeltıraş da kendisi gibi aşık biriydi. Ruhunda yaşattığı sevgilisini öylesine yanık bir sevdayla anlatmıştı ki, sıcak nefesiyle ruhsuz ve duygusuz taşa can üflemiş gibiydi. Böylesine imkânsız bir işi olsa olsa bir aşk yaptırabilirdi heykeltıraşa. Kral heykeli çok beğendi. Taşın bile aşkla yontulması böylesine inanılmaz meyveler veriyordu demek ki. Kraliçeyi düşündü. Sert ve soğuk taş bile aşka bu kadar güzel karşılık veriyordu da, onun taş kalbi hâlâ kıpırtısız ve ıssız duruyordu!
Heykel tam bir insan boyundaydı. Ne eksiği ne fazlası vardı. Bir kadında olabilecek her türlü güzelliği taşıyordu üzerinde. Yüzü ay gibi parlak ve süt beyaz. Gözleri yıldızlardan alınmış kor parçası gibi alevli. Saçları altın sarısı yapraklar kadar alımlı ve rüzgârda savrulmaya hazırdı. Öylesine canlı gibiydi ki, içinde bir ruh saklandığına hükmedebilirdiniz. Sanki elleri uzanıp tutacakmış gibi, kolları sarılıp kucaklayacakmış gibi, dudakları bir tatlı sohbetin arzusuyla ıslanmış bekliyordu.
Kral her gün dakikalarca heykeli seyrediyordu. Bazen saatler boyu kendini kaybetmiş halde heykelle göz göze kalır ve derin düşüncelere dalardı. Günden güne heykelle arasında özel bir bağ oluşmaya başladı. Kraliçenin taş kalbinde bulamadıklarını sanki bu taştan heykelin zarif kıvrımlarında bulmuş gibiydi.
Kraliçe de heykelin farkındaydı. Hele de heykel ile kral arasında oluşan sımsıcak bağı çok iyi biliyordu, çok derinden hissediyordu. Kadınlık içgüdüleri kralın heykele yönelişini çok iyi algılıyordu. Büyük bir gururla beklediği iltifatların, memnuniyetle karşılayıp asla karşılık vermediği sevgi sözlerinin azaldığını görüyordu. Her şeyi biliyor ama yine de gururunun duvarlarında gedik açılmasını göze alıp kozasından çıkmamaya özen gösteriyordu.
Derken bir mevsim böyle geçti. Bahar olanca güzelliğiyle buyur etti. Ruhların derin ayrılık sürgünlerinden döndüğü, kalplerin yeni bir dirilişi içtiği bahar mevsimi aşkı da tazelenmeye buyur ediyordu. Kral yatağından mahmur gözlerle kalktı. Yanıbaşında teni tenine değerek yattığı ama kalbine asla dokunamadığı kadın bütün güzelliğini göz kapaklarının arkasına saklamış uyuyordu. Onun rüyalarına girememek ne acıydı. Hayallerini süsleyememek ne büyük çaresizlikti. Pencereden kuş sesleri geliyordu. Aşklarına kavuşmuş kuşların sesleri. Sevgilileri cıvıltıyla karşılık veriyordu kuşlara. Pencereye doğru yöneldi. Baharın ılık tebessümünü ruhuna çekmek üzereyken gözü heykele takıldı. Hayret, bugün daha bir canlı görünüyordu. Sanki bahardan o da nasibini almıştı. Yaşlı heykeltıraşın kimbilir hangi acıyla kalbine gömdüğü karşılıksız aşkın taştan sureti bile baharla yeniden canlanmış gibiydi. Sanki kral kadının elini tutsa küçücük ayaklarını oynatarak nazlana nazlana yanına gelecek gibiydi.
Uzun süre heykelin önünde durdu. Baktı baktı. Kraliçe uyandı. Gözlerini açtı. Kralın gözlerinden esirgediği bakışlarını yine aynalara sakladı. Odada derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Sadece gözler konuşuyordu. Heykel suskun, kral suskun, kraliçe suskundu. Kral omuzunda tüyden hafif bir dokunuş hissetti birden. İrkilerek döndü arkasına. Kraliçeydi!
"Buyurun kahvaltınız hazır!" dedi kraliçe.
Kral oralı değildi! Gözleri heykele kilitlendi yeniden.
Kraliçe birkaç adım atarak heykel ile kralın arasına geçti, heykelin önünde durdu.
"Yeter, çok baktınız! Haydi, birlikte kahvaltı edelim!"
Kral için bunlar hiç beklenmedik sözlerdi. Birlikte kahvaltıya oturdular. Kral birkaç lokma yemekle yetindi. Buna rağmen çok özel bir tat aldı kahvaltıdan. Sevgilisinin sözleri dünyanın en tatlı balından tatlı, billur sudan bile lezzetliydi.
Kral bir şeylerin değiştiğini hissetmişti. Ancak yine de acele etmek istemedi. Bir çekirdeğin kendi kabuğunu yarması daha güzeldi; dışarıdan zorlanarak yarılması doğru değildi. O da aşkını kalın kabukları arasında saklayan çekirdeğin bu baharda kıskançlığın ve unutulmuşluğun toprağından neşvünema bulup başını uzatmasını bekliyordu. Beklemeye devam etti. Her sabah mermer heykeli seviyor, ona dokunarak adeta tenine can veriyordu. Kraliçe sonraki sabahlarda da kahvaltıya çağırdı kralı. Belirsiz bir tebessümle de olsa, çekingen bir bakışla da olsa aradaki mesafeyi eritmeye çalışıyordu.
Bir gün sarayda garip bir şey oldu. Kral sabah kalkıp güzel heykelinin yanına vardığında heykelin sağ yanağında kara bir mürekkep lekesi gördü. Gözünü kan bürüdü. Kızgınlıkla yumruklarını sıktı. Kim bu küstahlığa cesaret edebilirdi! Köleleri çağırttı. Su, fırça, deniz köpüğü getirtip heykelin yanındaki elleriyle temizlemeye çalıştı. Kraliçe ürkerek, kalbi çarpa çarpa olup biteni seyretti. Her şeyi itiraf etmeye hazırdı fakat yine suskunluğu tercih etti. Kral lekeyi temizleyene kadar yanında kaldı. Bu sırada bir defa olsun başını kaldırıp kraliçeye bakmadı bile... Kral lekeyi temizlemeyi bitirdiğinde sevgiyle heykele baktı. Kraliçe sessizce odadan ayrıldı. Kralın gazabı geçti. Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. Öfkelenmişti ama ümitlenmişti de.
Bir hafta sonra daha da kötüsü oldu. Kral sabah kalktığında heykelin gözlerinin parçalandığını gördü. Yaşlı heykeltıraşın aşk ateşinde kor gibi yana yana parlamış zümrüt yeşili gözler kördü artık. Kral bu defa kızmadı. Heykelin boşalmış göz yuvalarında bir kadının kendine ördüğü gurur kozasından çıkışını seyrediyordu. Heykelin boş bakışlarından sevgilisinin gözlerindeki kıskançlık ışığını okuyabiliyordu. Bu defa tebessümünün yerini kıs kıs gülmeler aldı. Büyük ganimetler elde etmiş gibi sevindi; mavi göz parçalarını avuçladı. Artık sevgilisinin bakışları avuçlarındaydı.
Kral boş bakışlı güzel heykeli seyretmeye devam etti. Gözlerin güneşi olmaksızın yüz nasıl da kararıyordu. Bakışın ışığı olmaksızın insan nasıl da uzaklaşıyor ve ıssızlaşıyordu. Gözleriyle birlikte heykelin ruhu da çekilmiş, kalbi soğumuştu sanki...
Çok geçmeden heykelin iki kulağı birden koparıldı. İçinde acıyla büyüttüğü sevgi sözlerini itirazsızca dinlemeye hazır kulaklar da fazla görülmüştü kendisine. Dinlemek bir insanın ruhunu ruhunda ağırlamak demekti ya! Şimdi ruhunu ağırlayacak bir kapı da kalmamış gibiydi. Kral kulaksız heykele baktığında içinde derin bir mutluluk hissetti. Yerinde olmayan kulaklar ona bir kadının çaresiz iç çekişlerini fısıldıyordu. Koza yırtılmak üzereydi. Kelebeğinin kanat seslerini duyar gibi oldu. Çekirdeğin kalın kabuğunda ince bir çizgi belirdi.
Daha sonra heykelin burnu da kesildi. Böylece aşkın kokusunu aldı kral. Ertesi gün, kıskançlığın keskin kılıcı indirildi heykelin göğsüne. Darbeler heykelin taş kalbinde derin çizikler bırakmış, kalbin olması gereken yerde taştan bir oyuk belirmişti. Kral bir kalbin kendisi için açıldığını gördü. Kimseye kızmadı. Kimseden hesap sormadı. Ama heykele duyduğu ilgi zerre kadar azalmadı.
Bir gün kral erkenden uyandı. Mahmur gözlerini açtı. Alışkanlıkla heykele çevirdi gözlerini. Ama derin bir çığlık atmaktan alamadı kendini. Heykelin olduğu halının üzerine binlerce küçük mermer parçası dağılmıştı... Heykel yoktu artık... Az sonra kraliçe girdi içeri... Yüzünde güneşten ödünç alınmış bir ışıltı, gözlerinde okyanusları boğan derin mavi bir bakış, dudaklarında en güzel aşk sözlerini fısıldamaya hazır bir sabırsızlıkla kralın huzuruna geldi. Kendisini deliler gibi seven krala deliler gibi aşık olduğunu itiraf etti. Kozasını terk etti. Bir kelebek kıvraklığında uzattı ellerini. Aşktan kanatları oldu kraliçenin. Kalbi yuvasından uçmaya hazırdı.
Çekirdek kendi kabuğunu çatlatmıştı. Kralın kalbine ilk defa bahar gelmişti. Mermer kırıntılarının arasından taze bir gül başını uzatmıştı.
(Gulam Abbas'tan uyarlama)
________________________ Kaynak: Senai Demirci, Aşka Adanmış Öyküler Hazırlayan: Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|