Hikaye Öykü Masal Arşivi

 

Hikayelerin Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı

26 Nisan 2024

Sık Kullanılanlara Ekle  Anasayfan 
              Yap Ziyaretçi Defteri

 

MENÜLER
Ana Sayfa
Arşiv
Sitenize Ekleyin
Hikaye Ekleyin
Editörlere Mesaj Gönder
Editörlük Başvurusu
Yardım / İletişim
Reklam
Basında HikayeArsivi
Künye
Ziyaretçi Defteri
Tavsiye Siteler
HİKAYE KATEGORİLERİ
İbretli Hikayeler
Dini Hikayeler
Yaşanmış Hikayeler
Duygusal Hikayeler
Sevgi Hikayeleri
Aşk Hikayeleri
Din Büyüklerinden Hikayeler
En Güzel Dini Hikayeler
Masal Demeti
Hayatın İçinden Hikayeler
İran Hikayeleri
Dostluk Hikayeleri
Mevlanadan Hikayeler
Kıssadan Hisseler
Çocuklar İçin Hikayeler
Doğruların Öyküsü
Komik Hikayeler
Nasreddin Hocadan Hikayeler
Sahabeden ve Evliyaullahtan Hikayeler
Kurandan Hikayeler
Resulullahtan Hikayeler
Kelile ve Dimne
Tarihi Gerçekler
Gerçek Hayattan Hikayeler
Türk Tarihinden Damlalar
Bediüzzamanla Yaşayan Öyküler
Diyanetten Hikayeler
Renkli Hikayeler
Sesli Hikayeler-Masallar
Resimli Hikayeler
Sizden Gelen Hikayeler
İngilizce Hikayeler
Padişahlardan Hikayeler-Öyküler
Türkü Hikayeleri
Tarihi Hikayeler-Öyküler
Siyasi Hikayeler-Hatıralar
Öğretici Hikayeler
Hüzün Zamanı Hikayeleri
Hazır Cevaplar Espriler
Dede Korkut Hikayeleri-Destanlar
Keloğlan Masalları (Görüntülü)
La Fontaine Masalları
Atatürk Hikayeler - Hatıralar
Tanıdığım Ünsüzler
Gazali İHYAdan Hikayeler
Ramazan-Oruç Hikayeleri

Hikaye-Öykü Ara



[Detaylı Arama]


Yeni Eklenen 15 Hikaye
Radar Var
Yok Oluşun Filizlenmesi
Yanılgının Gözyaşları Ve Benlik Kavgası
Ayşecik ve Yasemin Sultan
Şöhretin Bedeli
Bücür Zürafa
Deve Kervanı
Nerede Görüşelim
Rafadan Yumurta
Sabrın Zirvesi
Recep Ayında Oruç
Oruçlu Musunuz, Değil Misiniz?
Oruç İman Ettirdi
Orucu Bazen Bozmak Gerek
Onların Ameli Yok

En Çok Okunan 15 Hikaye
The Adventure of the Three Garridebs
Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden
Dracula - Story
İşte Aşk
Hz. Yunus Ve Balık
Uyuyan Güzel
Half-Brothers by Elizabeth Gaskell
Sevgi Üç Türlüdür
Uyku Masalı
Dostluğun Öyküsü
Hansel Ve Gretel
Haddini Aşmanın Zararı
Ona "Sevdiğinizi" Söyleyin
Evlilik
Çirkin Ördek


Reklam ver

Mail List
Sitemizin yeniliklerinden ilk sizin haberiniz olsun.
İsim:
Mail:
 


Editör Giriş
    Yorum Yap
Yorum yapmak üzere olduğunuz haber.

Umutların Bittiği Yer


    Altı gün önce nişanlanmıştı. O günden beri heyecandan yerinde duramıyordu. Askerdeki nişanlısının gelmesine az kalmıştı. Gelince hemen düğünü olacaktı.


    Yıllarca bu günü beklediğini düşünerek için için sevindi. Şunun şurasında ne kalmıştı ki, birkaç ay sonra nişanlısının askerliği bitecekti.


    Çeyizinin tam olmaması canını sıkıyordu. Eksiklerini tamamlamayabilmenin telaşıyla günleri geçiyordu.


    Komşu kızları akşam, Miyase'nin evinde toplandılar. Eğlendiler kendilerince; nişanlanmasını kutladılar. İş güç zamanıydı, fazla gecikmeden dağıldılar. Sabahına orak ve olgunlaşmış başaklar kendilerini bekliyordu.


    Ertesi gün için tüm hazırlıkları yaptı. Düğününü hayal ederek uyudu. Rüyasında nişanlısını gördü. Kendisine “Az kaldı, bekle geliyorum.” diyor ama gelmesine engeller çıkıyordu. Bunları bir türlü anlayamadı. Kalktığında annesine “Bu gün çok karışık rüyalar gördüm.” dedi. Annesi: “Hayırdır inşallah!” diyerek kızının anlattıklarını dinledi.


    Telaşla evlerinin odalarını dolaştı tek tek. Çeyizlerini sakladığı odasına girdi. Babaannesinden kalan, ceviz sandığın kapağını açtı. Gözünün ucuyla şöyle bir baktı. Kanaviçesi sökülmemiş işlemesini eline aldı. Tekrar güzel bir şekilde katlayarak yerine koydu. Dışarıdan babasının sesi duyuldu:


    - Kızım, haydi geç kalıyoruz!


    Aceleyle çıktı evden. Elinde azık için hazırladığı bohça, beyninde karmakarışık duygular, babasının arkasından hızlı adımlarla yürüdü. Köşede, akşam beraber oldukları arkadaşı Nefise bekliyordu. Beraber gidiyorlardı her gün.


    Yol boyunca rüyasını anlattı Nefise'ye. Zaman zaman Nefise’nin muzipçe cevaplarıyla güldüler.


    - Kız! Dün bir, bu gün iki. Hemen rüyasını mı görmeye başladın?


    - Öyle deme! Şuramda bir korku var. Yüreğim çarpıp duruyor.


    - Bir şey olmaz. Şurada ne kaldı?


    – Onu demiyorum. İçimde, şuracıkta bir ürperti var. Sanki bir şey olacakmış gibi geliyor.


    – Sen de amma abartıyorsun ha! Kemal’in özlemi başına vurdu her halde, dedi biraz alaycı tavırla.


    Nefise’nin konuşmalarının, kendisini rahatlatmak için olduğunun farkındaydı. En yakın arkadaşıydı. Nişanlandığında en çok sevinen o olmuştu. Dertlerini, sevinçlerini birlikte paylaşırlardı.


    - Seni de isteteceklermiş, dedi Miyase.


    - Yok kız öyle bir şey! 


    - Var var. Bana da Sebahat söyledi. Aşağıda varsa soralım, dedi.


    Nefise biraz utandı:


    - Biraz yavaş konuş, babam duyacak, dedi yarım ağızla.


    Miyase fazla konuşmadı. Kafasındaki dağınıklığı toparlamaya çalıştı. Kayığa binecekleri yamacın başına geldiklerinde, göz alabildiğine uzanan masmavi gölün, ne kadar sakin olduğunu gördü. Şaşırdı; gölü böylesine durgun, böylesine sakin olarak hiç görmemişti.


    - Ne kadar da durgun! dedi yavaşça.


    İki gün öncesini hatırladı. Göldeki dalgaların boyu kabardıkça kabarmış, “kimseye geçit yok” dercesine meydan okumuştu. Hele dalgaların, beyaz bir canavar gibi, ağzını açıp önüne gelen her şeyi yutup yok edecek şekilde bağırmasını andıran görüntüsü ürpertmişti. Kıyıya vuran dalgaların çıkardığı ses, insanların içine korku salmıştı. Öfkesini alamamış bir canavar gibi ağzından köpükler saçarak hızını kesen karaya kızmıştı sanki.


    Şimdiki durumu ise iki gün öncekinin tam aksine çok sakindi. Tıpkı fırtınadan önceki sessizlik gibi. Sabahın ilk ışıkları yansıyordu suyun yüzeyinde. Ayna tutulmuş gibi göz alıyordu yansımalar.


    Aşağıda hareket etmek üzere olan kayığı gördüler. Kayıktakiler oldukça fazlaydı. Buna rağmen gelenleri görünce, onların da binmesi için beklediler. Hızlı adımlarla yamaçtan aşağıya indiler.


    Kayığın yanına geldiklerinde binmede tereddüt ettiler. İçlerinden birisi:


    - Çok kalabalık oldu. Allah korusun, bir şey olmasın! dedi.


    - Yok canım bir şey olmaz, dedi bir başkası.


    Miyase babasının kulağına yanaştı:


    - Baba! Binmeyelim, dedi.


    Babası işlerin kalacağı endişesiyle cevapladı:


    - Bu kayığın karşıya gidip gelmesi bir saati geçer. Biz tarlaya varıncaya kadar öğle olur. Ne zaman çalışıp da iş yapacağız?


    Miyase cevap vermedi. Sustu; duygularını içine attı. “Bugün kötü bir şey olacağını hissediyorum.” diyemedi. Babası varken ona söz düşmezdi. 


    Kayıktakilerin bazılarından telaşlı sesler yükseldi:


    - Binecekseniz binin de gidelim…


    Bindiler sessiz ve ürkek bir şekilde. Kayığa, taşıyacağından çok fazla insan binmişti. Aslında hepsinin içinde bir korku vardı. Kimse belli etmemeye çalışıyordu.


    Kayık eskiydi; sanki tahtaları yerinden çıkacakmış gibiydi. Su girmemesi için sürülen zift, bazı yerlerde kalkmış; dökülmüştü.


    Sonraki binenlerle kayığın su alması iyice arttı. İki kişi kayığın aldığı suyu boşaltmakta zorlanıyordu. Durumu görenler korkudan titremeye başladı. Adeta nefeslerini tuttular. Olacaklara razı değildiler, ancak ne çare!


    Kürek çekenler, olacakları sezmiş gibi daha da hızlandılar. Küreklerin çıkardığı sesler duyuldu kulaklarda. Küreklerden damlayan suların minik dalgalar şeklinde yayılan daireleri, bazı gözler takip etti: ahenge hayranlıkla bakanlardan birisi de, annesinin yanında dikilen on yedi yaşındaki Gülfidan’dı. Korkuyla yoğrulmuş hayal penceresinden, gölün yüzeyinde bir şeyler arıyordu. Harman sonunda babasının alacağı altın bileziği, koluna takacağı günün bir an önce gelmesini istedi. Kayığın hafif sallanması ile annesinin şalvarından sıkıca tuttu. Farkında olmadan “anne!” diye bağırdı. En az onun kadar korkan annesi, kızını yatıştırmaya çalıştı. Biraz önce hayal dünyasındaki gözleri yuvasından çıkacak gibi oldu. Bir an ölüm geldi aklına. İç dünyasındaki anafor, onu alıp bilinmezlere götürdü.


    Kayığın uç kısmındaki sehpanın üzerinde oturan kadın, henüz kundakta olan çocuğuna sımsıkı sarıldı. Bir şeylerin olacağını sanki sezmişti. Susturmak için ağzına emzik verdi. Sallanan kayıkla birlikte hafifçe salladı. Gözlerindeki korku, umutsuzca arttı. Yanında oturan oğluna baktı. Oğlu küçük olmasına rağmen annesine, büyük bir olgunlukla “korkmamasını”  söyledi.


    Bu arada kayık, karadan bir hayli açılmıştı. Yolculardan bazıları geri dönülmesi gerektiğini söylediler. Yol yarılanmıştı zaten. Geri dönünceye kadar karşı kıyıya ulaşılabileceğini düşünenler devam edilmesini istediler.


    Kayığın içine giren sular her saniye daha da artıyordu. Boşaltılması oldukça zorlaştı. Bu korkunç düşünceden uzaklaşmak isteyen Miyase, Sebahat’a soracağı soruyu hatırladı. Kulağına eğildi fakat bir anda vazgeçti. Bunun farkına varan Nefise, “boş ver” der gibi baktı. Üçü de göz göze geldiler. Yüzlerinde karmaşık duyguları yansıtan bir gülümseme oluştu. Sonra kendi dünyalarına döndüler.


    Kayıkta, sakin olma çağrıları birbirini takip etti. Karadan uzaklaşıldıkca ümitleri azalıyordu. Kadınlardan hiç birisinin yüzme bilmemesi durumu iyice ürkütücü hale getiriyordu. Bir anda metrelerce derinlikteki suyun altına inmeleri an meselesiydi.


    İçlerinden birisi:


    - Bu kadar çok binilirse olacağı buydu, dedi kızgınlıkla.


    Kayık su almaya devam etti. Herkes dizlerine kadar suyun içinde kaldı. Kayık batıyordu yavaşça. Kayıkta bulunan yaşlı erkeklerden birisi bağırdı can havliyle:


    - Yüzme bilmeyenler sakın atlamasın. Kayığa sıkıca tutunun…


    Ortalarda bulunan oldukça kilolu biri, ağırlığı hafifletmek için kendini gölün serin sularına bıraktı. Bunu diğer erkekler takip etti. Bu hengâme içinde planda olmayan şeyler de oldu. Herkes kendi canını düşünüyordu. Bağırmalar yankılandı dört bir yanda. Suya atlayanların çıkardığı sesle kadınların çığlıkları bir birine karıştı. Kayığın suyu boşaltılamaz olmuştu. Kadınların korkuyla titremeleri dayanılmazdı. Kurtuluşu çağıran çığlıkları, semayı kapladı, suyun derinliklerine indi. Yürekleri yaktı; hayalleri yıktı. Kimin ne dediği anlaşılmadı.


    Kayıktan atlayanlardan birisi, dengeyi bozdu. Kayık ters döndü suyun yüzünde. Kayıktakilerin hepsi, silkelenen ağaçtaki meyveler gibi suyun yüzüne dağıldı.


    Her şey bir anda oldu bitti. Biraz önce umutla işine gidenlerden bir kısmı şu anda ölümle yaşam arasında gidip geliyordu. Ölüm de hayat gibi gerçekti o anda. Kundaktaki çocuktan hayatının baharındaki genç kıza… Geride çocukları bekleyen anneye kadar herkes, bu gerçekle burun burunaydı.


    Bu sıkıntıyı yaşayanların gözlerinde dünyanın rengi değişti. Tüm tonları barındıran renksiz bir duygu bütün benliklerini sarmaladı. Müthiş bir çekim gücüne sahip anaforun kucağında hissettiler kendilerini. Bütün çırpınmalarının boşuna olduğunu anladıklarında, her şey artık çok geçti. Küçük bir çocuğun acizliği ile kendilerini suyun kucağına bıraktılar, tüm duygu, düşünce ve inançlarıyla kurtuluşu olmayan bu anaforun kucağına.


    Az sonra, masmavi gölün ortasında kapkara görüntüsüyle, canavarı andıran ters yüz olmuş kayıktan başka bir şey görünmüyordu.


    Haber köye çabuk ulaştı; yanardağ gibi patladı. Köy bu ağırlığın altında kaldı. İniltiler duyuldu her köşede. Sönen ocakların verdiği ıstırap dayanılmazdı; insanların yüreklerini sıktıkça sıktı. Gerçekliğine inanmak istemediler. Herkes koştu bilinçsizce… düşünmeden… nereye koştuklarını bilmeden… göçmen kuşların sıra sıra dizilip uçmaları gibi, dizi dizi koştular… toplandılar mahşerde toplanır gibi… Mahşer günü gibiydi: yediden yetmişe herkes bir anda orada toplandı.


    Olayı görenler, heyecanla olanları anlattı. Kayıktan sağ kurtulanlar, kendilerince yorumladılar insanın yüreğinin yağını eriten bu kıyamet anını. Yürekleri sızlatan çığlıklar devam etti gittikçe yükselerek.


    Kayıktan atlayanlardan bazıları kurtarma düşüncesiyle suyu kulaçladı son ümitle. “Belki” düşüncesi insanüstü çabaları beraberinde getirdi. Olay yeri karadan bir hayli uzaktaydı. Bir nefeste varılacak gibi değildi. Göldeki diğer kayıklar da olay yerine oldukça uzaktaydı. Karaya çıkanların göl kenarındaki kayalıkların üzerinde oturuşları, içlerindeki acıyı anlamaya yetiyordu.


    Kimisinin kızı, kimisinin karısı kayıktaydı. Bir şey yapamamanın acizliği ile bitmişlerdi. Gözlerinde dünya artık yoktu. Yaşamanın gereksizliğine inandıkları bir anda duygusuz, halsiz ve uzaktaydılar.


    Gözlerden akan yaşlar da söndüremedi yüreklerdeki ateşi. Ağlamaktan sesler kısıldı, gözler şişti. Bunların hiç birisi gidenleri geri getirmeyecekti. En yakınlarının, gözlerinin önünde derin sularda kayboluşu ve bir şey yapamamanın acısı, dayanılacak gibi değildi.


    Bunlar ilk kurbanlar değildi, son da olmayacaktı. Daha geçen yıl iki kişi boğulmuştu tahıl yıkamak isterken. O zamanda yürekler dağlanmış, gönüller daralmış, son olması dilenmişti. Olmadı; devam etti… Sonra mı? Bilinmez…


    İçlerinden kızdılar gölün ciğerlerini sökmesine. Düne kadar sunduğu nimetleri unuttular. Keşke barajı buraya yapmasalardı, diyerek yapanlara lanet okudular.


    Gözler, durgun canavar gölün üzerinde hep bir şeyler; bir kıpırtı, bir hareket aradı. Kim bilir, belki bu soğuk sular da sessizce ağlıyordu olanlara; gencecik yaşta gidenlere. Artık zaman durmuştu sanki.


    Kayığın ters dönmesi sırasında, kucağındaki çocuğunu düşüren annenin feryatları tüm canlıları titretti. Oğlunun yardımıyla ters dönen kayığa tutunmuş ve hiç bırakmamıştı. Bu onun kurtuluşuna sebep olmuştu. Kenara çıkarıldığında çocuğunu aradı hep. Halsiz bitkin ve umutsuzdu.


    Biri kucağındaki kundağa bakarak bağırıyordu durmadan:


    - Bu çocuk yaşıyor!


    Tüm gözler o tarafa baktı. Gerçekten, kucağındaki kundağın içinde bir bebek vardı. Biraz önceki bitkin, yorgun annenin koşuşunu görmek sevindiriciydi. Anne, çok sevinmişti ama bu hüzün tablosunun içinde kendine yer bulamadı. Belki de bu olayın sevindirici tek yönü buydu.


    Öldürmeyen Allah öldürmezdi. Çocuğun kundağın içinde sulara batmayışı, Musa peygamberin sepetin içinde kurtuluşunu hatırlatıyordu.


    Gidenlerin geri gelmeyeceği düşüncesiyle, suyun dibindekilerin çıkarılması gerektiği konuşuldu. Telefonlarla haber duyuruldu gerekli yerlere; yardım istendi.


    Yardımın gelmesi saatler alabilirdi. Bunun için derhal arama çalışmaları başlatıldı. Gölün diğer tarafındaki kayıklar geldi ilk önce. Üçer beşer kişi kayıklara bindi. Ellerindeki uçlarında kancalar bağlı iplerle, olay yerinin yakınından başlayarak saatlerce aradılar. Umutların bittiği yerde cesetler beklendi sabırsızca. Zaman ilerledikçe sabırlar tükeniyor, acılar katlanarak büyüyordu.


    Bulunan ilk ceset, iki gün önce nişanlanan Miyase’nindi. Miyase’nin cesedinin bulunduğu haberi herkesi derinden sarstı. Daha yeni nişanlanmıştı. Nişanlısını bile görememişti. Evlenecekti; herkes gibi yuvası olacaktı… Ağıtlar yükseldi semaya… Sanki tüm dünya yerinden oynamıştı. Bulunan ilk cesetle birlikte acılarını yüreklerine gömerek mezarın yolunu tuttu gençlerden çoğu. Kazılacak mezar sayısı oldukça fazlaydı.


    Cesetler peş peşe bulundu. Bulunan her kayıpla feryatlar biraz daha çoğaldı. İki kişinin cesedi bulunamadı. Şehirden gelecek yardım beklendi.


    Gölün kenarında dizleri üzerine çökmüş birisi, umutsuzca ufka bakıyordu. Çıkıp geleceğine olan inancı, hareketsiz bir şekilde gözlerini hiç kırpmadan oraya çivilemişti. Çok sevdiğiniz birisinin gözlerinizin önünde kaybolmasına nasıl dayanılırdı ki? Geçmiş bir anda gözünde canlandı. Bir elektrik hızıyla geçti beraberliği: suyun derinliklerindeki eşini istedikleri günde yaşadığı heyecanı… nişanını… bayramlardaki ziyaretlerini… evlendiği gündeki mutluluğunu… evliliğinin üzerinden geçen üç yıl… eşinin çocuğu olmadığı için, yaşadığı sıkıntısını giderme çabalarını… Yalnız bırakmamalıydı. Kavilleri böyle değildi. Kurdukları hayallerde bunun hiç yeri yoktu. Durduğu yerde duramıyor, dünya kendisine dar geliyordu. Kendini bir cenderede sıkıldıkça sıkıldığını hissetti. Kendi kendini “Allah’ın emri böyleymiş.” diyerek rahatlatmaya çalıştı.


    Hemen yan tarafta, çevresine toplanan kadınlar, ağıtlar yakan birini teselli etmeye çalışıyordu.


    - Kuzum! Gülfidan’ım! Fidanım! Gitti yavrum, gittin… Beni nasıl bıraktın? Sana bilezik alacaktım kuzuuum! Bileziğini takamadan gittin…


    Bu Gülfidan’ın yanık bağırlı annesi Müslime’ydi. Kızının heveslendiği bileziği alamamanın sıkıntısını yaşıyordu. Şaşırmıştı, ne diyeceğini bilemiyordu belki.


    Bu arada arama ekibi gelip çalışmaya başladı. Botlar göle indirildi. Ekipler umutsuz bakışlar arasında açıldı göle. Balık adamlar gölün derin sularına daldı. Kısa süre sonra bulunamayan cesetlere ulaştı; titiz bir şekilde çıkardı serin sulardan. Gülfidan, elindeki testi ile birlikte çıktı sudan. Gençliğinin ilk yıllarında yaratanın huzuruna çıkacağı yolculuğa başlamıştı bile. Annesi çığlık çığlığa bağırıyordu.


    Son iki cesetle birlikte arama çalışmaları tamamlandı. Yamaçtan yukarıya özenle taşındı.


    Bu arada yanık sesiyle uzun uzun verilen salâ yankılandı gök kubbede. Minareden yükselen ses, insanları çok etkiledi. İç dünyalarındaki sarsıntıların şiddeti arttı. Ölüme yakın olmanın verdiği ürpertici sessizliği yaşadılar iliklerine kadar.


    Köyün her tarafında aynı görüntüler vardı: telaş ve koşuşturma… cenaze evlerindeki kalabalık… hüzünlü yüzler… yaşlı gözler…


    Vakit ikindiyi henüz geçmişti. Cenazeleri defin işlemleri hızlı bir şekilde devam etti. Kazanlar suyla dolduruldu. Altına ateşler yakıldı. Sular ısıtıldı, derin sulardan çıkarılanların yıkanması için.


    Bu arada mezarların hazır olduğu haberi geldi. Tabutlara konuldu birer birer. Gözyaşları, ıstıraplı bakışlarla evlerinden uğurlandılar bir daha geri dönmemek üzere. Musallada toplandı yediden yetmişe herkes. Cenaze namazı kılmak için saflar tutuldu dizi dizi. Son görevlerini yapmak için huşu ile durdular yüzleri kıblede.


    İmam öne geçti ve duygulu bir şekilde konuşmaya başladı:


    - Şu kimseler de âhiret şehîdi sayılır: Suda boğulanlar. Ateşte yananlar. Enkaz altında kalanlar…


    İmam duygulara tercüman olacak konuşmasına soluklanarak devam etti:


    - Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Suda boğulan şehittir, ateşte yanarak ölen şehittir...”


    İmam konuşurken, duygularına hâkim olamayanların sesleri duyuldu kulaklarda. Sonra cenaze namazları kılındı. Omuzlarda taşındı mezarlığa kadar. Kendileri için hazırlanan ebedi istirahatgâha defnedildi gözyaşlarıyla.


    Bazılarının mezarlarının başlarına evlenmediklerini belirten al kırmızı bezler asıldı. Biri annesiyle birlikte olmak üzere dört kız, evliliğinin üçüncü yılında olan bir kadın; toplam altı kişi geriye birer mezar taşı bırakarak, dönmemek üzere yürekleri yakıp bitirerek gittiler. Geldikleri yere geri döndüler.


    Bu olayın acısı yıllarca unutulmadı dilden dile anlatıldı. Destanlar yazıldı arkalarından. Her gün yüz yüze oldukları göl, bu ıstıraplı anı hiç unutturmadı.


Yazar: Duran Çetin (Yazar hakkında için tıklayın)
Eser: Sana Bir Müjdem Var, Beka Yayınları,2006 (Kitabı temin için tıklayın)

13 Temmuz 2007 - 11:21:49 - 6132 günlük
Ekleyen editör:
HikayeArsivi

Okuyan: [11619] Yorumlayan: [1] Kategori: [Öğretici Hikayeler] [Yazdır]

Yorum Yapın:
 

İsim:  *
Mail:  *
Yorum:
 
*
Kalan karakter:
 


* Doldurulması zorunlu alanlar.
Html kod kullanılamaz. IP adresiniz kaydedilecektir.

Reklam ver

 
EĞLENCE
Ölmeden Önce Söylenen Son Sözler-1
Ölmeden Önce Söylenen Son Sözler-2
Ölmeden Önce Söylenen Son Sözler-3


Bilginizi TEST Edin
  RESİM ARŞİVİ
BEBEK RESİMLERİ MANZARA RESİMLERİ
CAMİ RESİMLERİ  

ÜYE GİRİŞİ
Kullanıcı adı:
Şifre:



Üye Ol - Şifremi Unuttum



Reklam ver

  ANKET
Hayat Gerçekten Bir Hikaye Mi?
Hayır  853
Bazen  509
Evet.  2748

Toplam: 4110 oy kullanıldı.

 

  İSTATİSTİK
Toplam Kategori: 46 
Toplam Hikaye: 4161 
Yazı-Yorum: 20 
Editör Sayısı: 5 
Onaysız Üye: 0 
Onaysız Yorum 0 
Toplam Yorum: 15432 
Toplam Okunma: 21284517 


Reklam ver

Online Editörler

Sitede hiç editör yok / Son 5 dk. içinde


 

HİKAYE KATEGORİLERİNİN TÜMÜ:

01-İbretli Hikayeler
02-Dini Hikayeler
03-Yaşanmış Hikayeler
04-Duygusal Hikayeler
05-Sevgi Hikayeleri
06-Aşk Hikayeleri
07-Din Büyüklerinden Hikayeler
08-En Güzel Dini Hikayeler
09-Masal Demeti
10-Hayatın İçinden Hikayeler
11-İran Hikayeleri
12-Dostluk Hikayeleri
13-Mevlanadan Hikayeler
14-Kıssadan Hisseler
15-Çocuklar İçin Hikayeler
16-Doğruların Öyküsü
17-Komik Hikayeler
18-Nasreddin Hocadan Hikayeler
19-Sahabeden ve Evliyaullahtan Hikayeler
20-Kurandan Hikayeler
21-Resulullahtan Hikayeler
22-Kelile ve Dimne
23-Tarihi Gerçekler
24-Gerçek Hayattan Hikayeler
25-Türk Tarihinden Damlalar
26-Bediüzzamanla Yaşayan Öyküler
27-Diyanetten Hikayeler
28-Renkli Hikayeler Masallar
29-Sesli Hikayeler
30-Resimli Hikayeler
31-Sizden Gelen Hikayeler
32-İngilizce Hikayeler
33-Padişahlardan Hazır Cevaplar
34-Türkü Hikayeleri
35-Tarihi Hikayeler Öyküler
36-Siyasi Hikayeler Hatıralar

 
Google

Sitemizden alınan tüm hikaye-öykü-masal ve materyaller için link verilmesi zorunludur.
Site içeriğini kullanmak için site yönetimiyle [kutulkulub@gmail.com] irtibata geçerek istifade edebilirsiniz.

 
 Hikaye Arşivi  
Kerim Melleş-KuTuL KuLuB © 2002-2021  ©  Hikaye Öykü Masal Arşivi
Sayfamızı en iyi 1024*768 çözünürlükte görüntüleyebilirsiniz...

  KuTuL KuLuB-A.Kerim Melleş