KARAGÜL
Bir efkâr ilmiğini daha atıyor yüreğim, onca olumsuz tümce dilimden dökülürken ve kalem çaresiz kalıyor çarelerin çaresindeyken, bir umut dolusu hasret ardı ardına turna katarı gibi helezonlar çizerek ilerliyor ruhumun üzerinde, bir ben bakıyorum arkalarından birde kara inci öylece vuslata uçmayanlara…
Sessizlik ekseninde tutunurken bir elim, avaz avaz hasreti çağırıyor sol elim, yüreğim sessiz sakin bir kız çocuğu edasında ağlıyor, saçları dağılıyor sonra rüzgârla birlikte ve ipil ipil gözyaşlarına dönüşüyor ve damlıyor birer birer ruhuma patlayan avizeler misali, gırtlağım olanca gücüyle kabarıyor ve sızlıyor en derinden azalarım, sana hasretim sana hasretim sana hasretim diyerek dolanıyor arada akılsız kalmış aklım ve akıl keçilerim kıl toplama derdinde umarsızca ben ecel terleri dökerken ve birden kıpkırmızı oluyor gözlerim, kanlar fışkırıyor dünyanın dört bucağına, yer yerinden oynuyor, kuşlar yolunu şaşırıyor, gemiler batıyor, uçaklar teker teker düşüyor yalnız ben ve yalnız ben elimde hayali oyuncağım, dilimde uşşak türkümle ayakta öylece olanı biteni seyre dalıyorum.
Sessiz sakince beklerken aniden simsiyah oluyor dört yanım, geceler basıyor sanıyorum gırtlağıma ve dişlerim çatırdıyor, dişlerim parçalanıyor, dudağım yarılıyor, kan fışkırıyor yüreğimden, patlıyor ellerim, patlıyor ciğerlerim ve apansız bir intihara sürükleniyorum. Kendi kendimi vuruyorum yani, kendi ipimi kendim çekiyorum, çıldırıyorum, deliriyorum, hiçbir anlam ifade etmiyor insanlar, insanlar ölüyor, insanlar parçalanıyor deliliğimde ve ben hiçbir şeyi düşünmeden doğruca ona gidiyorum, sana geliyorum ellerimde yüreğim ve sana haykırıyorum dilimde ünlemler, gırtlağımda kan irinleriyle sana göçüyorum.
Umursamıyor uzayıp giden tren katarları ve susuyor her şey aniden ve ben yine bana kalıyorum. Öylece yığılmış, öylece temeline dinamit koyulmuş gibi darmadağın, yalnız gözlerim arıyor onu, buluyorum, işte buluyorum onu ve kollarım kavramaya çalışıyor boyumdan büyük sevdayı, hey sevda neredesin sesini duyamıyorum, al beni de yanına seni kavrayamıyorum, sana yanıyorum, sana ağlıyorum, sana geliyor sana ölüyorum!
Kaldırımlar kalkıyor oldukları yerden, ağaçlar bir sağa bir sola sallanıyor, bütün canlılar yaklaşmakta olan fırtınamı gözlüyor. Yalnız bir tek karagül sessizce oturuyor, ben seni biliyorum, seni biliyorum ki benimsin otur oturduğun yerde diyor ama dinleyemiyorum, kulaklarımda devasa bir uğultu, gözlerimde tarifsiz bir karanlık ve dilimde avazı avazsız bırakacak kadar bir avazla dünyanın üstüne yürüyorum. “Hey Dünya çık karşıma, seni yerle yeksan edeceğim, neredesin çık karşıma” diyorum ve bir balyoz yiyorum kafama birden dönüyorum arkamı, her şey sütliman, her şey olduğu gibi yerinde duruyor, yalnız karagül diyorum, ağzımdan dökülen tümcelerimin her bir mısrasında onu zikrediyorum. Tutuyorum alev almış saçlarından bağrıma basıyorum, odun atıyorum ateşine, odun atıyorum ateşine ve kendimi de yakıyorum hiç umursamadan…
Ünlüyorum karagül kara nerdesin karagül? Heyhat karagül çoktan göçmüş, işte görüyorum, beni, onu herkesi yaratana doğru ve bana el salladığını görüyorum bulutların verandasından,”Sana geliyorum karagül, sana geliyorum karagül” diyerek bulutları önümde diz çöktürüyorum, şimşeklerin belinden tutup atıyorum sağa sola, rüzgârın saçlarını yoluyorum ve masmavi gökyüzünü gökyüzüne dar ediyorum. Karagül el sallıyor uzaklardan, sana geliyorum, sana geliyorum, sana geliyorum ile ulaşıyorum gök kubbenin kubbesine ve tutuyorum karagülümden saçlarından var gücümle bastırıyorum yüreğime, ruhumun akıl denilen ipine sarıyorum ve kucaklıyorum kucaklayamadığım sevdamı, kollarım takatsiz kalıyor ve sessizce kucağımdan düşüveriyor karagül toprak denilen aciz’in kucağına, ben ise iyiden iyiye çıldırıyorum, masmavi gökyüzünde bir tek bulut bırakmamacasına sarılıyorum boğazlarına ve her taraf kan havuzuna dönüşüyor, rüzgâr kaçıyor, kara gülüm toprak denilen aciz’in kucağında uzanıyor.
“Toprak! Toprak sıra sende aldın benden karagülü mü” diyor ve sarılıyorum boynuna, savuruyorum tozlarını her yana, dünyada bir tek canlı bırakmıyorum.
Ve o anda bir balyoz yiyorum şuuruma, birden uyanıyorum, karagülüm yanı başımda alnımdaki ıslak bezi değiştiriyor, ne oldu karagülüm diyorum, sen öldün, sen öldün, sen öldün diyerek beni ölümün kucağına bırakıyor. Ölüyorum, uykuları bölüyorum, sana söylüyorum!
Ve güneş doğuyor dünyaya, ben ise doğan güneşin ışığından ağrımış gözlerimi yavaş yavaş açarak Demirkazık’ın tepesinden dünyayı seyrediyorum. Ne oldu bana böyle diyorum ve birden karagülümün sesiyle irkiliyorum. Hani toprak ölmedi mi, hani öfkem gökyüzünü yenmedi mi diyorum ve hiç bir şey olmamış gibi usul adımlarla yürüyorum.
Sonra el sallıyorum herkese, her şeye, işte ben karagülsüz çıldırıyorum!
Sami Cevdet Akbayırlı