Sevgili çocuklar! Bu yazımda tamamı ansiklopedilerden alınmış, tabiatta yaşayan bazı canlıların ilginç yaşantılarını, yüzeyden de olsa, anlatmaya çalışacak, sonra da deve kuşları ile ilgili bir hikâye sunacağım:
Yer yuvarlağının kara ve sularında yaşayan canlıların sayısını, kesin olarak bilmemiz imkânsızdır diyebiliriz. Yüce yaratan, canlılara değişik biçimde yaşama yeteneği vermiştir. Bunlardan, karada yaşayanların kimi ağır aksak, kimi hızlı koşarak, kanatlı olanları havada uçarak, deniz canlıları ise yüzerek hareket etmeğe çalışırlar. Her birinin kendine göre, avlanma ve saldırma biçimleri vardır. Kimisi boynuzlarıyla kendini korur; kimi de pençeleriyle saldırır, düşmanlarına karşı koyar ve avlanır. Bazı canlılar, tabana kuvvet güçlü düşmanlarından kaçıp kurtulmaya çalışır; kaçamıyacak olanlar, rengini ve biçimini değiştirerek saklanmaya çalışırlar. Derisi dikenli olanları da top gibi yuvarlak biçim alarak kendini savunmaya hazırlar; bu tür canlıların oklu kirpi diye adlandırılanı ise, oklarını fırlatarak korunmaya çalışır. Kesesinden zehirli sıvı kusan, ya da iğnesini batırarak düşmanlarını etkisiz duruma getiren canlılar da vardır. Deniz canlılarından mürekkep balığı da özel bir sıvı salıp bulunduğu bölgeyi bulandırıp görünmeden kaçmaya çalışır.
Deve kuşları, omurgalı canlıların kuş türü arasında anılsalar da uçamazlar. Eski çağlarda yaşamış olan, fakat zamanla soyları tükenmiş iri yapılı kuşların iskeletleri, bugün bile bilim adamları tarafından incelenmekte ve ortaya çok ilginç sonuçlar çıkmaktadır. İşte bugün kuş türü olarak bilinen fakat uçamayan iri yapılı deve kuşları, çağlar ötesinden zamanımıza ulaşabilmiş temsilcileridir.
Sevgili çocuklar! Uçamayan kuşlar türünün tek temsilcisi deve kuşları değildir. Bunların bir ilginç türü de yüzgeç kanatlı, kısa kuyruklu penguenlerdir.
Okyanusya'da Yeni Kaledonya adı verilen adada yaşayan ve Turnagillerin yakın akrabası olan “Kagu” denilen kuş, uzun kanatları olmasına rağmen uçamaz, ancak kanatlarını kabartıp efelenmekle yetinir. Tıpkı tavus kuşları ve kümes hayvanları olarak tanıdığımız hindiler gibi... Hindiden söz edince, bu canlının “gulu gulu” diye çevresinde kabararak dönmesini izlerken, biz çocukların hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylediğimizi hatırlatmadan edemedim.
“Kabaramazsın kel fatma!
Annen güzel sen çirkin!”
Sevgili çocuklar! Uçamayan kuşlar sınıfından olan ve Yenizelanda da yaşayan “Kivi” adlı kuşun da ilginç bir görüntüsü vardır; gagası hayli uzun olan bu kuşun, burun delikleri gagasının ucundadır.
Avustralya kıtası ile Yenizelanda bölgeleri arasında yaşayan öyle hayvanlar vardır ki, insan, şaşkınlık içinde kalır. “Kaola” adıyla bilinen bu ilginç canlı, ömründe hiç su içmez; hem de durmadan ağlar gibi sesler çıkarır. “Baykuş Papağanları” ve “Takahe” adlı hayvanlar da ilginç yaratıklardandır.
Şimdi isterseniz hikâyemizin konusu, deve kuşlarına tekrar dönelim. Bu iri gövdeli kuşun boynu ve bacakları çok uzundur. Koştukları zaman saatte 60 km.lik bir hız yapabilirler. Deve kuşlarının saklanacakları zaman, başlarını kuma gömdükleri söylenir. Oysa, bu söylentinin yalanı değil yanlışı vardır. Deve kuşları, tehlike karşısında kaçmayı denerler; bunda başarılı olamazlarsa, başlarını bacakları arasına sokar, ya da gövdeleriyle başlarını siper ederler.
Sevgili çocuklar! Birer kum deryası olan çölleri, sadece deve kervanlarının gelip geçtikleri güzergahlar sanırsanız yanılırsınız. Bu uçsuz, bucaksız kum yığınlarının yerli sakinleri de vardır. Bu canlılardan en ilginç olanlarının başında deve kuşları gelir. Bunlara kalabalık ailelerin oluşturduğu aşiret toplulukları dense yeridir.
Şimdi size bu çöl aşiretinin, aile topluluklarından birisinin, yaşam biçimini anlatarak hikâyeme girmek istiyorum. İşte biraz ileride, oldukça kalabalık deve kuşu ailesi topluluğunun önünde, ötekilerden daha iri yapılı devekuşu varya!.. Topluluğu yöneten bu sanırım. Dik başlı ve vakarlı yürüyüşü, bunu anlatmaya yetiyor. Gerisinde onu izleyenlerin arasında, daha ufak yapılı olanları, aşiret reisinin haremini oluşturan eşleri ve yavruları olmalı...
Fakat ne o! Normal biçimde yürümekte olan topluluk birden hızlanarak adi yürüyüşlerini, koşu biçimine dönüştürüverdiler; biraz sonra hızlarını daha artırdılar. Sahranın hareketsiz kum yığınlarını toz bulutuna çeviren bu koşu, aşiret reisinin hızını kesinceye kadar sürmüştü. Ne var ki, bu hız yarışının ardından, topluluğun hareketi bir başka biçim almıştı. Bu kez sergilenen, saklambaç oyunuydu: İrili ufaklı tüm deve kuşları, başlarını ayakları arasına sokup hareketsiz kalmışlardı.
Görünürde bir tehlike yoktu. Peki! Bu iri kuşlar, neden, önce korkmuşcasına kaçışmışlar; sonra da duraklayıp hep birden başlarını kuma gömercesine bacakları arasına saklamışlardı.
Bu sorunun cevabını uzunca bir süre düşümdüm. Sonra da kendimce bir çözüm yolu buldum sanıyorum. Uçamayan iri kuşlar, aralarında eğlenmek için önce koşuşmuşlar, sonra da saklambaç oynamışlardı. Yalnız bu işte çözemediğim bir sorun vardı. Oynadıkları saklambaç oyununda ebe kimdi? Oyunun kuralı gereği, deve kuşlarından biri, ebe olanı, bir yere yumularak sadece gözlerini kapatacak; ötekilerde saklanacaktı. Oysa, oyun oynayan topluluğun hepsi saklanmışlardı. Yoksa, bu oyunda benim bilmediğim başka bir kural mı vardı? Kimbilir! Deve kuşlarının bu davranış biçimleri, bir oyun değil de, düşmanlarından korunmanın bir tatbikatı, belki de savunma tabyalarının görkemli taktiğiydi.
Kaynak: Fareler Ve Pireler - Mehmed Zekâi ERYALAZ, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
|