[Diyanetten Hikayeler]
Sokak kapısı açıldığı zaman Tekir, kapının yanındaydı. Fırsatı kaçırmayıp hemen dışarıya fırladı. Kendisini gören olmamıştı herhalde... Hemence köşeyi dönerek arka bahçeye doğru yöneldi. Onun kaçışını gören olmadığına göre artık koşmasına gerek yoktu; durakladı. Derince bir soluk alarak çevresini kokladı, tertemiz soğuk bir hava ciğerlerine dolmuştu. Yüreği rahatladı, içinden sevinç taşıyordu.
“Oh be!.. Dünya varmış, bayağı rahatladım, içerisi ne kadar da sıcakmış... Minderler üzerinde yatıp durmaktan el ve ayaklarım uyuşmuş; okşanıp sıkıştırılmaktan da iyice bezmiştim.. Tekin mi, Çetin mi ne karın ağrısıysa, o çocuktan pek çok gıcık alıyordum doğrusu; elinde oyuncaktan farkım yoktu hani... Aklısıra benimle eğlenmek ister o haylaz!.. Bana elini sürer sürmez deli oluyorum. Bu yüzden de hesabını görmüyor değilim. Tırnaklarımın acısı yüreğine işliyor olmalı!.. Bunun için de bana pek dokunamıyor bu sıra... Nevarki, o beyefendi dedikleri adam yok mu, korkulu rüyalarım oluyor gece gündüz... Yaba gibi elleriyle beni öyle bir kavrayışı var ki, düşmanlar başına!... Bir de bacaklarının arasına alıp sıkıştırması yok mu, bu beni deli ediyor!.. Bacakları arasında sıkıştırılmış dururken ona bir şey yapamıyor, ellerini yüzünü tırnaklayamıyorum. O ağzımı burnumu sıkıştırırken ben ona ancak kin ve nefretle bakmakla yetinmek zorunda kalıyorum... Şimdi ne halleri varsa görsünler; onların yanına artık dönmeyeceğim!.”
Tekir, kendi kendine böyle düşünürken çok mutlu görünüyordu. Özgür yaşamak çok güzel bir şey olmalıydı... Karla kaplı yerlerde zıplayıp dolaşmağa başladı. Yaprakları dökülmüş ağaçlara çıkıyor, sivri uçlu çengel tırnaklarıyla tipinin ağaç dallarına yığdığı karları aşağıya yuvarlıyordu.
Tekir, bir süre bu işle uğraştı; kendi kendine oynaştı, ağaçtan aşağıya indiği zaman bir hayli soğuklanmıştı. Bir süre düşünmekten kendisini alamadı... Sobanın arkasında gerinerek yattığı mindere kaydı düşüncesi... Yüreğinin derinliklerinde bir burukluk duyar gibi oldu. Nevarki bu durum pek uzun sürmedi; kendini toparlayıp köşkün çevresinde bir süre voltaladı...Birden, bahçenin çıkış kapısında minyatür eve benzer bir yapı gördü. Burasını merak etti. Yavaş yavaş oraya doğru yaklaştı. Kuşkulu, bunun için de çok dikkatliydi...
Tahta kulübenin kapısından içeri doğru başını uzattığı zaman, tüyleri diken diken oluverdi; neredeyse ödü kopacaktı; o anda kulübenin kapısından dışarıya uzanan iri bir köpek başıyla burun buruna gelivermişti. Burası onun evi olmalıydı.
Tekir, tüyleri kabarıp sırtı kamburlaşırken, düşmanca bir bakışla “Tıs!..” diye geriye doğru sıçradı. İri köpek, bulunduğu yerde şaşkın durumda bakakalmıştı. Üzüntülü bakışlarla kediyi süzüyor, onun bu düşmanca davranışının sebebini anlayamıyordu.
Tekir’se keskin tırnaklarını çıkarmış bir durumda her an köpeğin üzerine atılmağa hazırdı.
Köpek ise iri yapılı ve güçlü bir Çomardı. Kahverengi beyaz karışımı tüyleri vardı. Kedinin bu uzlaşmaz tutumuna şaşmakla beraber, onu pek etkilemişe benzemiyordu. Ne öne doğru bir adım attı, ne de geriye çekildi. Kedinin bu davranışını çok yersiz buluyor olmalıydı. Sakin bir davranışla ona şöyle seslendi:
– Benden korkmana hiç gerek yok dostum!.. Buyur içeriye gir; üşümüş olacaksın!.. Seninle oturup biraz yârenlik edelim; ortak konulardan söz edip dertleşelim!..
Tekir’in tutumu değişmemişti. Kuşkulu bakışlarını sürdürürken cevap verdi:
– İçeri girmemi mi teklif ediyorsun bana? Sakın ha!... Bana yaklaşayım deme, sonra seni buna pişman ederim!.. Kandırıcı sözlere karnımın tok olduğunu bilmelisin!.. Bana öyle dostum falan da deme. Kendimi bildim bileli hiç dostum olmadı benim!...
– Neden seni kandırmak isteyeyim. Bundan ne yararım olur ki?. Şimdiye kadar benden hiçbir kimseye zarar gelmiş değil!.. Dışarıda üşümeyesin diye içeriye çağırıyorum seni!.. İstediğin kadar yanımda kal; sonra da çık git!.. Buraya nereden geldin bilmiyorum ama, bir evden gelmiş olmalısın!... Orada sıcacık bir köşen, tıkabasa karnını doyuranların vardır sanırım... Yakınında seni seven ve ilgilenen dostlarının bulunduğundan hiç kuşkum yok!..
Çomar, derin bir göğüs geçirdikten sonra sözlerini şöyle sürdürdü:
– Ben’se öyle miyim ya?!.. Şu tahta kulübede ömrüm yalnızlık içerisinde geçip duruyor... Buna sen istersen yaşamak de!... Ancak geceleri zincirimi çözerek serbest bırakıyorlar; o zaman da insanlar uykuda olduklarından yine yalnız kalıyor, bahçede tek başına dolaşıyorum...
Tekir, bakışlarını ters bir biçimde sürdürürken şöyle karşılık verdi:
– Bana hiç dostluktan söz etme, kandıramazsın beni, boşuna soluk tüketme!.. Hele insanların dostluğunu bırak yerinde dursun!.. Yerimde olsan bana hak verirsin... Senin yalnızım dediğin şu görünüşün var ya, benim günler boyu özlemini çektiğim düşümdür.
Tekir, konuşurken bir yandan da Çomar’ı gözlüyor, davranışlarını dikkatle izliyordu. Biraz da olsa, bu köpeğe karşı içinde güven duygusu belirmişti. Bu yüzden de sırtının kamburu düzelmiş, dikleşen tüyleri yatışmıştı. Fakat yine de Çomar’dan uzakta duruyor, bakışlarında hâlâ kuşku belirtileri geziniyordu.
Çomar, az da olsa Tekir’e güven vermiş olabildiği için memnun olmuştu. Sözlerini şöyle sürdürdü:
– Ah, ah!... Ne kadar da yanlış düşünmektesin dostum!.. “Derya içinde olan deryayı bilmez” derler. Sıcacık bir odada postunu serip yatıvermişsin... Mutlu olman gerekirken yakınıyorsun... Sana ilgi duyan bir çevren, okşayıcı gülücükler, hepsi senin için!.. Bunların değerini bilmen gerek... Peki!.. Sen onlara neler verebiliyorsun?!.
Tekir, Çomar’ın bu konuşmasına pek çok şaşmıştı. Bakışlarına bir soru anlamı verirken sertçe bir ifâdeyle şöyle dedi:
– Onlara birşeyler mi vermem gerek?!.
– Elbet de!.. Diye karşılık verdi Çomar. Kısa bir duraklamadan sonra da sözlerini şöyle sürdürdü:
– Bizler buraya neden kapılandık sanıyorsun?!.. Seni besleyenlere, okşayıp sevenlere sen neler verebiliyorsun?!. Hiç bir şey sanırım. Üstelik yırtıcı mı yırtıcı olduğunu biraz önce kendin söyledin.
– “Davulun sesi uzaklardan kulağa hoş gelir derler. Sanki birşeyler biliyor gibi konuşuyorsun. Gerçi bana yiyecek, içecek verdikleri yalan değil. Nevarki, kaşıkla verip sapıyla gözümü çıkarıyorlar. Verdikleri şeyler nelerin pahasına bilir misin?!. Sorarım sana : Tutsaklık mı çekmeyi istersin, yoksa ölür müsün? Bana dışarı bir adım olsun attırmıyorlar... Bugün nasıl olduysa kaçmak fırsatını bulabildim. Ben de hemcinslerimle tanışmak, görüşmek isterim elbet. Benden bu hakkı esirgiyorlar, bir de kucaklarına alıp beni sıkıştırmaları yokmu buna pek çok bozuluyorum.
Tekir, iyiden iyiye dertli görünüyordu. Biraz sonra yüzüne alaycı bir görünüm vererek sözlerini şöyle sürdürdü:
– Ben de onlara ne yapıyorum biliyor musun? Fırsat yakaladım mı hırsımı, o salak çocukla babasından alıyorum. Ellerini, yüzlerini tırmalıyor, canlarını yakıyorum!...
Çomar, Tekir’in bu sözlerine pek çok üzülmüştü. Babacan bir ifâdeyle ağır ağır şöyle konuştu:
– Bak dostum, sen böyle davranışınla hiç de iyi bir harekette bulunmuyorsun. İyiliğe karşı kötü davranmak biz evcil hayvanlara yaraşır mı?!. Senin bu yaptıklarına insanlar düpedüz “İhânet” derler. Bu türlü kötü davranışlar, temiz duyguları yok eder. Ekmeğini yediğin kimseye minnet borcu duymak, bunun için de hizmet görerek karşılık vermek gerek!...
– Nasıl yani, onlara itaatle hizmet mi edeyim?!..
– Elbet de!.. Bunu sana her zaman öneririm!.. Ayrıca yapabileceğin hizmetler de var: Örnek olarak, fare, hamamböceği gibi zararlı yaratıkları avlayarak onlara hizmette bulun.
Tekir’in yüzü birden tiksintiyle buruşuverdi:
– Bana o pis hayvanlardan söz etme!.. Güzel, temiz yiyeceklerle karın doyurmak varken, fare ve böceklerin ardından koşmak niye?!.
Çomar, cevap vermedi, başını yere doğru eğerek düşünceye dalmıştı: Bu nankör yaratığa bazı gerçekleri anlatması güçtü. Bu hayvan, fazîlet duygusunun varlığını, sadakatin nedenli bir değer sevgiyle bağırlarına basıp okşayanlara gösterdiği katı tutumu ve düşmanca davranışı bir türlü anlayamıyordu. Kendi kendine: “Yazık !.. Çok yazık!..” diye mırıldandı. Oysa ona yiyecek diye verilenler, sofra artıkları, tabak sıyrıkları, kemik ve kuru ekmekten başkası değildi. Sık sık döğülüp hırpalandığı da oluyordu. Böyle yapıldığı durumlarda bile, sahiplerine kötü denebilecek bir karşılıkta bulunmak aklından bile geçmiyordu. Çünkü onun mayası sadakatle yoğrulmuştu. Bu üstün haslet, köpek denilen yaratıkların belirgin bir özelliği, âdeta simgeleriydi. İşte bunun açık bir örneği kendisi değil miydi?!. O, daima hırpalanır dururken, şu nankör kedi, insanların katında sevimli, değerli idi. Hayvanlar içinde buna benzer başka örnekler de verebilirdi. Dik başlı ve gururlu atla çilekeş eşeğin durumları da birbirinden ne kadar farklıydı. Gururla kasılıp duran atların başları ve yeleleri daima okşanırken, çalışkan eşeklerin çilesi bir türlü bitmek bilmezdi. Yaşadıkları süre yedikleri dayaklar bir yana, öldükten sonra da davulların kasnaklarına gerilen derileri gümbür gümbür döğülür dururdu. Neyazıkki bu gerçekleri şu nankör hayvana anlatması çok güçtü; bu, develere hendek atlatmak kadar boşuna bir çaba göstermek olurdu.
Bu yüzden Çomar, aklından geçenleri Tekir’e söylemedi. Düşünceli bir biçimde kulübesinin kapısında sessizce kalakaldı.
Tekir ise artık üşümeğe başlamıştı, gözlerinin önüne köşkte gürül gürül yanmakta olan sobanın hayali geldi. Yüreğinde belirli bir pişmanlık duygusu yanarken, soğuk ve açlık duygusu da düşüncesini sarıvermişti. Çomar’ın sözlerine hakverir gibi oldu. Acı bir burukluk yüreğinde çöreklenirken bir süre sessizce bakakaldı.
Çomar ise onun ruhundaki değişikliği anlamıştı. Tekir, sessiz adımlarla geriye dönerken, Çomar yararlı olabilmiş olmanın mutluluğu içerisinde kulübesine çekildi...
Sevgili çocuklar, Tekir ile Çomar’ın konuşmalarından alınacak bazı ders ve ibret payı çıkardınız sanırım. Gördüğünüz gibi kedi ve köpeklerin hayatı birbirleriyle ters bir durum sergiliyor. Kediler bencil bir davranış içerisinde bulunurlarken, köpekler insanların hizmetinde çalışıp durmaktadırlar. Nankörlük, bütün kedilerin simgesi olurken, dirlik ve düzeni sağlayan sadakat, köpeklerin mayasını oluşturmaktadır.
Çocuklar!.. İnsanlar arasında da böyle kedi tabiatlı olanlar vardır; sinsice ele eteğe sürünür, amaçlarına ulaşmağa çalışırlar. Köpeklerin izlediği yol ise sahiplerine sadakatla hizmet etmektir.
Sevgili çocuklar!.. Sakın siz Tekir gibi bencil ve nankör olmayın. Toplum içerisinde, Çomarlar gibi, sadakat üzere hizmetler görün, aile yuvanıza, işinize ve çevrenize yürekten bağlı kalın, görenek ve geleneklerinizi de titizlikle korumağa çalışın!..
İnsanı diğer yaratıklardan üstün yapan yetenek, yüce yaratanın insanlara bağışladığı akıl cevheridir. Bunu, inanç, sadakat, şefkat, merhamet, kardeşlik ve sorumluluk doğrultusunda o zaman insanlığımızın gereğini yerine getirmiş, maddi ve manevi mutlulukların sonsuzuna erişmiş oluruz...
Kaynak: Mehmed Zekâi ERYALAZ (Hayvanlar Dünyası’ndan Ansiklopedik Çocuk Hikâyeleri), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|