[NAMAZ HİKAYE VE ÖYKÜLERİ]
YAHUDİ GAZETECİ NASIL MUHAMMED ESED OLDU? [Namaz Hikaye ve Öyküleri]
Avustralyalı Yahudi gazeteci "Lewbuld Fays" [Bu zat Müslüman olmuş ve Muhammed Esed adını almıştır. İleri gelen bilge Müslümanlardan biridir.Bir çok eser kaleme almıştır. Bunlar içerisinde Mekke'ye Giden Yol, Kur'ân Mesajı [Meal -Tefsir], İslam'da Yargı Düzeni, Yolların Ayrılış Noktasında İslam adlı eserler en meşhurları olup Türkçe'ye de çevrilmişlerdir.]
İslam ülkelerine bir Avrupa gazetesi adına muhabir olarak geldi. Sade İslam toplumu ve Müslüman şahsın (yüceliği) kendisini etkiledi. İslam toplumu ile insanın içinde parçaladığı ve değersiz düştüğü tenkitçi batı toplumu arasında ki ayrım noktasını gördü. Bunun üzerine gerçekleri araştırmaya, Müslümanların durumlarını, sade hayat tarzlarını ve (fakire) dek izzetlerini düşünmeye başladı. Bu araştırmalar kendisi için hayrın başlangıcı oldu. Ve kendisine hidayet kapısı açıldı ve Müslüman oldu.
Gölgesi yayılmış geniş yolda yürümeye başladı. Her adımda kendisine yeni bir kapı açılıyordu: İslam toplumu nasıl coşturmuş ve kendisini insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olmaya varıncaya dek nasıl eğitmişti. Neticede Muhammed Esed, konumu, İslam yüceliği, risalet ve onun uzun ömürlü olmasıyla ilgili birçok eseri, İslam toplumunun -bir takım olumsuzluklara rağmen- yüceliş ve üstünlüğüne en hayırlı şahit ve açık delildir.
Eğer Müslümanlar bu davete kulak verseler ve ona uygun hayat yaşasalar yolunu kaybetmiş insanlığa bugün çare ve tedaviyi sunarlar, bu şaşkınlıktan insanlığı kurtarırlar, insanlığın içinde yaşadığı kayboluştan kurtarırlar.
Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol isimli kitabında Müslüman oluşunda şu bilgiyi aktarır:
1922 yılının sonbaharında eski Kudüs şehri sınırları içerisinde yer alan bir evde yaşıyordum. Çoğunlukla, evin arkasında ki geniş bir bahçeye açılan bir pencerenin önünde otururdum. Bu bahçe "hacı" denilen Arap bir kişinindi. Bu adam eşekleri binmek ve yük taşımak üzere kiraya veriyordu. Bu bahçenin bir bölümünü kafilelerin gecelemesi için ayırmıştı. Gündüzleri develerin ağır cüsseleri yere uzanmış olarak görülüyordu.
Adamlar da sürekli sürekli kendilerini kaptırarak deve ve eşekle (yardımdan) bahsediyorlardı. Fakirdiler, vücutlarını eskimiş, başkalarından kalma elbiseler dışında örtecek bir şeyleri yoktu. Fakat büyük efendiler gibi rahat davranıyorlardı. Yemek için beraber yere oturduklarında bir parça peynirle ya da zeytin taneleriyle yayılmış ekmeği yediklerinde onların âlicenap sabırlarına, tahammüllerine ve iç huzurlarına hayran olmam dışında elimden bir şey gelmiyordu.
Kendilerine günlük yaşamlarındaki işlerine saygıyı künye yaptıklarını görürsün hacı asasına dayanarak aralarında dolaşırdı. Sanki onların efendisiymiş gibi görünürdü. Onların ona sorgusuz ve sualsizce itaat ettiklerini gördüm.
Şuurunu sorsan ve fıtratı üzerindeki tozları ortadan kaldıran manzaradan, şöyle bahseder:
Hacı onları gündüzleyin namaz için defalarca toplar onlarda tek uzun bir safta hep birlikte yer alırlardı. Hacı onların İmâmı, onlar da hareketlerindeki dikkatle bir ordu gibiydi. Bu şöyleydi:
Beraberce Mekke'ye doğru yöneliyor sonra ikinci defa secdeye gitmek üzere kalkıyorlardı. Alınları yere temas ediyordu, komutanların alçak sesli sözlerine tabi oluyorlardı. Komutan rüku ve secde arasında ayaklarını namaz için kullanılan seccadenin ucuna basmış olarak, kollarını göğsünün üstüne bağlamış, dudaklarını sessizce oynatarak, derin bir vecde kendini kaptırarak duruyordu. Onun bütün ruhuyla namaz kıldığını görmek elindeydi (mümkündü).
"Böyle hareketlerden ibaret olan organlarla yapılan bir namaz beni rahatsız etti. Hacı'ya bir gün sordum: O İngilizce yi biraz biliyordu
- "Sen gerçekten, Allah'ın senden rükû ve secdelerle gösterdiğin sevgiyi beklediğine inanıyor musun? Kişinin nefsini terbiye etmesi ve Allah'a kalbi ile dua etmesi daha uygun olmaz mı? Bütün bu bedeni hareketlerinin sebebi ne?"
Konuştuğum bu sözlerden de emin değildim. Sonun da pişmanlık ve bir gönlü kırdığımı hissettim. Çünkü yaşlı dindar şahsın ruhunu incitmeyi niyet etmemiştim. Fakat (Hacı) da asla kırgınlık belirtisi ortaya çıkmadı, aksine gülümseyerek cevap verdi:
- "Öyleyse başka hangi şekilde Allah'a ibadet etmeliyiz? Allah beden ve ruhu beraber yaratmadı mı? Durum böyleyken insanın ruhuyla dua ettiği gibi bedeniyle de dua etmesi gerekmez mi?
Biz Müslümanlar Mekke'de bulunan Allah'ın evi Kabe'ye yöneliriz. Müslümanlar nerede olursa olsun bunu yaparlar. Onlar namazlarında Kabe'ye doğru yönelirler. Bir beden gibi oluyoruz. Bütün düşüncemiz Allah'ın bizi kuşattığıdır.
İlk önce dimdik ayakta duruyoruz, Kur'an-dan bir şey okuyoruz, o Kur'an-ı insanlara indirdiği Allah'ın kelamı olduğunu düşünerek her kim doğru yaşarsa onun hayatından razı olur. Sonra içimizde duya duya, "Allahu Ekber" deriz. Ondan başka ibadete layık olan yoktur. Onun her şeyin üstünde olduğuna inanırız. Allah'ı kuvveti ve yüceliği ile teşbih ettikten sonra alınlarımızı secdeye koyarız. Çünkü biz onun zatından bir parça değiliz. Biz ancak yokluktan ve topraktan gelmekteyiz. O Allah ki, bizi yarattı ve o bizim en yüce Rabbimizdir. Yüzümüzü topraktan kaldırır, günahlarımızın affı için dua eder, rahmetiyle hatalarımızı, kusurlarımızı örtmesini bizi doğru yola iletmesini, bize afiyet ve rızk vermesini bekleyerek otururuz. Sonra arz'a tekrar secde ederiz. Tek olan izzet ve azameti karşısında alnımızı toprağa dokundururuz. Sonra otururuz ve bize risaletini ulaştıran Muhammed (s.a.v) 'e rahmet etmesi için Allah'a dua ederiz.
Bundan önceki peygamberlere rahmet ettiği gibi yine önceki peygamberlere verdiği bereket gibi Hz. Muhammed (s.a.v)'e vermesi için dua ederiz. Bize dünyada ve ahiret'te iyilik vermesini istiyoruz. Ve sonunda "Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun" diyerek başımızı sağa sola döndürürüz. Bu şekilde nerede olursa olsun, salih insanları selamlıyoruz.
Nebi (s.a.v) namazını bu şekilde kılardı. Bütün zaman ve asırlarda ona uyanların bildiği (namaz) böyleydi. Bu namaz kendilerini Allah'a içinden gelerek ve itaat ederek teslim etmek içindir. İşte bu, İslâm'ın anlamıdır. İslamiyet'le tatmin oluyorlar (başka şeye ihtiyaç duymuyorlar) ve yine onların dönüşü Allah'a dır."
Muhammed Esed sonra şöyle diyor:
Tabiî ki, yaşlı adam bu kalıpta kelimeleri kullanmadı, ancak bunları kasteden şeyler söyledi. Bunları bugün gibi hatırlıyorum. Yıllar geçtik ten sonra basit anlamıyla Hacı, İslam'a girmemde ilk kapıyı açtığımı ancak bugün anladım. Yani "hangi fikir benim Müslüman olmamı sağladı" uzun zamandır bu düşünce beni sarıyordu. Alışılmışın dışında bir huzur hissetmeye başladım. Hepsini gördüm, çok şey gördüm. Çıplak ayaklarıyla namaz seccadesinin üstünde veya saman çöpünden hasırın üstünde veya çıplak toprağın üstünde, elleri bağlı, boynu bükük, bütünüyle kendisinden geçmiş bir adam. Etrafında olup biteni unutan bir adam. Herhangi bir mescitte olması ya da insanlarla dolu caddenin kaldırımında olması aynı. Nefsinde doyuma ulaşmış bir adam.
Sonra nefsini tekrar hesaba çekerek, bu vasıflara neden olan düsturları anlatıp onlarla amel ediyordu.
________________________ Kaynak: Muhammed Esed, Mekke'ye Giden Yol Hazırlayan: Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|