Değerli çocuklar !..
Sonbahar gelince yüreğimde, hüznü çağrıştıran bir burukluk duyarım. Bu mevsimde tabiatın görüntüsü, bir hasta benzi gibi soluklaşır. Sanki genizlere yanık saman kokusu ya da acı biber kaçmışcasına, gözlerim sulanıverir. Kışın hırçın saldırısı, pek uzaklarda değildir; belki bir menzillik konakta hazırlığını yapmaktadır.
Hayvanlar Dünyası’nın tüm canlıları da tıpkı insanlar gibi, kış hazırlığının telâşı içerisindeler. Kimi yaratıklar, kışı bulundukları yerde karşılamak için barınak ve sığınaklarına çekilmişler; kış uykusuna hazırlanmaktalar... Leylek, turna, yeşilbaş ördekler, iri yaban kazları, kırlangıç, sutavuğu, bıldırcın, çeşit çeşit bülbüller, akkarınlı sağanlar ve daha pekçok göçmen kuşlar, okyanus ve çölleri aşarak ılıman iklimli beldelere gitmek üzere yollara düşmüşler... Binlerce kilometre süren bu yolculukların, ilkbahar gelince bir de dönüşü var.. Bu işi nasıl yaparlar? Bu sorunun cevâbını bilim hâlâ çözebilmiş değil!...
İlkbaharla birlikte, kış uykusuna yatan canlılar uyanır; ölmüş sanılan tabiat, silkinerek canlanır; kara, deniz ve havada yeniden yaşam kavgası başlar; göçmen kuşların geri döndükleri ve yuva yapma çabasına giriştikleri görülür...
***
Değerli çocuklar!.. İzninizle bu kez de size, göçmen kuşlardan birisinin hikâyesini sunmak istiyorum.
Konumuzun kahramanı yeşilbaşlı bir yaban ördeği; olayın sahnelendiği yer ise, yurdumuzun Marmara Bölgesi’nde bulunan Manyas Gölünde geçmektedir. Bilmem bilirmisiniz çocuklar?!. Martı, denizlerin çığırtkan kuşlarıdır; Yaban ördekleri ise göllerin hayranıdır. Yeşilbaş ördek için nice türküler yakılmış, öyküler anlatılmıştır.
Bu kez anlatacağım hikâye, yeşilbaş bir yaban ördeğiyle ilgili, gerçek bir olayın anlatımıdır. Yurdumuzun Marmara Bölgesinde yaptığım bir gezi sırasında, Bursa, Balıkesir ve Bandırma yörelerini gezerken, Erdek’e de uğramış, bu turistik güzel kasabamızı da yakından tanımak fırsatını bulmuştum. İşte yeşilbaş yaban ördeğinin ilginç hikâyesini, bu şirin ilçede tanıştığım bir balıkçı anlatmıştı bana... Hoşuma gittiği için bunu size de anlatayım dedim.
Değerli küçük okurlarım!.. Anlatacağım hikâyenin üç bölümlük sahnesi var: İki bölümü de göl kıyısında, sazlık bir yerde geçmektedir. Sözü edilen göl, ötedenberi: “Kuş cenneti” diye anılagelen Manyas gölüdür. Büyük Türk gezgini Evliya Çelebi, ünlü” Seyahatnamesi’nde bu güzel yurt köşesini, tanıtmaktadır.
Manyas Gölü kıyıları, turistlerin hayranlık duydukları bir beldemizdir. Bu göl, yirmi tür göçmen kuşa güvenle barınaklık yapmaktadır. İlkbahar gelince, Manyas Gölü sularının serin kucağı, binlerce göçmen kuşa bağrını açmaktadır. Bu kuşlar, bütün yaz boyu tam bir güvenlik içerisinde burada barınırlar. Göl kıyısındaki sazlıklarda yumurtlayıp kuluçkaya yatar ve ürerler.
İlkbaharda Manyas Gölü’nün suları hayli yükselir. Güney ülkelerden kuş cennetine dönen göçmen kuşlar, suların, ağaçların boyuna yükselmesiyle, çevreleri güvenli duruma gelen ağaç dalları arasında yuvalarını kurar ve yırtıcı hayvanların saldırısından uzak bir durumda yaşamlarını sürdürürler.
***
Değerli okuyucularım!.. Sabrınızı daha fazla taşırmadan şimdi, yeşilbaş ördeğin hikâyesini anlatmak istiyorum.
Marmara Denizi’nin kıyılarını hafifçe döğen dalgaların sesi duyulmakta... Nisan ayının ılıman havası çevreyi olumlu yönden hayli etkilemiş. Deniz kıyısına yakın bağ ve bahçelerdeki meyve ağaçlarının çiçekleri üzerinde, bal arıları ve kelebekler, çiçeklere öpücükler sunarak sevgi gösterisinde bulunuyorlar. Gökyüzünde bölük bölük uçuşan göçmen kuşlar, Marmara Denizine iltifat etmeden, Kuş cenneti Manyas Gölü’ne yön tutmuş gidiyorlar. Bu şirin yurt beldesi, bütün bahar ve yaz boyunca bu göçmen canlılara mesken olacak, kuşdiliyle söylenen şarkı ve türküler çevrede şakıyıp duracak!...
***
Fakat o ne?!. Birdenbire martıların telâşlanıverdiği ürkek çırpınışlarla uçtukları görüldü. Nedir bu çırpınış demeğe kalmadan, irice bir kuşun Marmara Denizine doğru pike yaptığı görüldü. Neredeyse, ya kıyıdaki kumsala çakılacak, ya da denize düşüp sularda kaybolacaktı. Martılar çığlık içinde kaçıştılar...
Bir yaban ördeğiydi Marmaraya doğru pike yapan... Göçmen kuş, son anda tek kanadını kullanarak dengesini sağlamayı başarmış ve kumsala çakılmaktan kurtulmuştu. İnmeği becerebildiği sulara kıyı oldukça yakındı. Biraz daha gücü olsa, yüzerek kıyıya gidebilecekti. Nevar ki, kanadındaki yarası buna imkân vermiyordu.
Çevrede bulunan balıkçılar onu görmüş olmalıydılar. Nitekim içinde birkaç insan bulunan motorlu bir teknenin kıyıdan açıldığı ve hızla ördeğe yaklaştığı görüldü. Biraz sonra tekne ördeğin yanına varmış; balıkçılardan birisi suya eğilerek yaban ördeğini tekneye almıştı. Yeşilbaş ördek, o kadar yorgun ve bitkindi ki hiçbir tepki göstermedi.
Balıkçılar, yaban ördeğinin her yanını iyice gözden geçirdiler. İçlerinden birisi, yüzüne bir acıma belirtisi görünümü verirken şöyle konuştu:
– Yazık zavallıya!.. Bu ağır yarayla nasıl olmuşda buraya kadar gelebilmiş?
Yeşilbaş yaban ördeğinin hem kanadı delinmiş, hem de bir ayağı kırılmıştı. Sakat ayağında, bir de mâdeni halka göze çarpıyordu. Balıkçılar, halkanın üzerinde şu rakam ve yazıyı okudular: “1971- Kuş Cenneti, Manyas Gölü”... Demek, yaralı yeşilbaş yaban ördeği birkez daha, göç yollarını aşmış, Manyas Gölü kuş cennetine dönüyordu.
Balıkçılar, bir hoş olmuşlardı. Biraz önce konuşan balıkçı yeniden:
– Bu kuş ölecek!... Yarası iyileşmezse bukez, kuş cennetine değil öbür dünyaya gidecek!... Pek de sevimli bir yaratık. Ona ben bakmak istiyorum arkadaşlar!.
Kulübemde yalnız yaşıyorum biliyorsunuz; yaşarsa bana bir süre arkadaşlık eder; iyileşirse tutar salıveririm. Özlediği kuş cennetine gider yine!
Kulübesinde yalnız yaşadığını söyleyen balıkçı, üzgün bakışlarını bir süre yeşilbaş ördeğin üzerinde gezdirdikten sonra, sözlerini şöyle sürdürdü:
– Belki de Yüce Hak’kın rızasını kazanmama bu zavallı kuş sebep oluverir!.
Yeşilbaş ördek, doğrusu oldukça talihli sayılabilirdi. Bakımını üzerine alan balıkçının, deniz kıyısındaki kulübesine yerleşmiş; bakıcısının özen göstermesiyle kanadındaki yara kapanmaya başlamış; kırık ayağı da iyileşmeğe yüz tutmuştu. Geçen süre içerisinde, balıkçıyla yeşilbaş arasındaki dostluk ilerlemiş; birbirlerine iyice alışmışlardı. Gerçi, yeşilbaş yaban ördeği deniz kıyısında gezinirken, hâlâ topallıyorsa da, bu durum kendisine pek zorluk vermiyordu.
Yeşilbaş, her sabah, balıkçı dostunu takasıyla birlikte enginlere yolcu ediyor; akşam olunca da kulübesinden çıkarak deniz kıyısına iniyor; onun dönüşünü bekliyordu. Aradan bir süre daha geçmiş; yeşilbaş ördek uçmaya da başlamıştı. Marmara Denizi üzerinde kısa turlar atıyordu. Ayrıca balıkçı arkadaşıyla sefere de çıkar olmuştu.
Bir sabah yine, yeşilbaş ördeği yanına alan balıkçı, teknesiyle Marmara Denizi’nin doğu sularına doğru açılmıştı. Birara, yeşilbaş’ın huzursuzlaştığı görüldü. Yerinde duramıyor; teknenin içinde dolanıp duruyordu.
Ne vardı da yeşilbaş ördek böyle hareketlenivermişti? Bir süre sonra kanat çırparak havalanmış, teknenin çevresinde birkaç kez tur attıktan sonra, gittikçe yükselerek güneydoğu yönünde gözden kaybolup gitmişti. Balıkçı, üzgün durumda yeşilbaş’ın ardından bakakalmıştı. İşte yine sularda yapayalnız kalıvermişti.
Denizdeki yalnız adam, henüz kulübesine dönmeden, yeşilbaş yaban ördeği, Manyas Gölü kıyılarındaki her zaman yuvalandığı sazlığa varmıştı bile... Burada yeniden, hayatını hemcinsleri arasında sürdürecek, özlediğini sandığı mutluluğa kavuşmanın kıvancını yaşayacaktı. Fakat öyle yüreğini cendere gibi sıkan şey neydi? İçinde bir eziklik, karamsarlık duygusu uyanıvermişti. Hafiften oluşmaya başlayan bir pişmanlığın ezikliği gittikçe yaygınlaşarak içini kemirir olmuştu. Yaptığı hareketin uygunsuzluğu bilinci içerisinde, kendi kendini kınıyor ve ayıplıyordu: Hayatını kurtaran adamı terketmiş; onu denizin ortasında yapayalnız bırakıvermişti. Bencillik duygusunun ardından sürüklenerek, vefâsızlığın en çirkin bir örneğini vermiş; kendisini dost edinen adama Allahaısmarladık bile demeden, kaçarcasına ondan uzaklaşmıştı. O yalnız adam, kendisini ne kadar da sevmişti oysa o, yalnızlığını gideren bu yakınlığı ona çok görmüştü.
Yeşilbaş’ın içini kavuran bu pişmanlık duygusu, yalnızlığın ne demek olduğunu bir anda ona anlatıvermişti. Birden o da kendisini, hem cinsleri arasında olmasına rağmen yalnız hissedivermiş; heran özlemini çeker olduğu kuşcenneti, gönlünden silinivermişti. Şimdi o, sevgi ve dostluğun anlamını çok daha iyi algılıyordu.
Yeşilbaş yaban ördeği, bu düşüncenin etkisiyle, daha henüz dinlenememişken, birden havalanıp hızlı bir uçuşla Manyas Gölünü aşarak Marmara Denizine doğru yollandı.
Marmara sularındaki teknesinde, yapayalnız bir durumda, gözleri ufuklara çevrili kalakalmış adam, birden, yeşilbaşın, teknesinin dümenine konuverdiğini görüvermişti o anda, gözlerinden süzülüveren ılık gözyaşlarını önleyemedi. Sevinmeyi unutmuş insanların görünümü içerisinde bir tuhaf gülümsemeyle, kendi kendine mırıldandı:
– Tekrar bana döneceğini biliyordum! diyerek, kendi kendine mırıldandı.
Değerli okuyucularım!.. Yeşilbaşlı yaban ördeği, kış yaklaşırken belki, yine bir süre, yalnız adamı terkederek güneye uzanan göç yollarına düşecek. Fakat şu anda onlar, birbirine kavuşmuş olmanın mutluluğunu yaşıyorlar.
Göç zamanı gelip de sefere çıkan yolcuları, yürekler burkularak uğurlamak ne kadar hüzün verici bir duyguysa, dönüş ânı gelip de, gurbetten sılaya dönenlerin ve onları karşılayanların birbirlerine kavuşmaları da o ölçüde sevindirici olur insanlar için! Sevdiklerine hasretlik çekmek ve buna katlanmak kolay değildir. Nevar ki, atasözümüz: "Yolcu yolunda gerek" uyarınca, zaman geldiğinde, gurbete çıkılacak, sılaya dönüşün yolları her an umutla gözlenecektir.
Kaynak: Mehmed Zekâi ERYALAZ (Hayvanlar Dünyası’ndan Ansiklopedik Çocuk Hikâyeleri), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
|