[Diyanetten Hikayeler]
Toprak Anayı Erozyondan Koruyan Ve Asırları Şefkatle Kucaklan Yüce Örtü: Ormanlarımız
Değerli okuyucularım!..
Bu yazımda size, bir süre Hayvanlar Dünyası’ndan ayrılarak, Bitkiler Dünyası’ndan çok önemli bir konuyu ele alacak; orman denilen yüce bitki örtüsünü hikâye ve ansiklopedik bilgiler karışımı hâlinde anlatmaya çalışacağım.
Tabiatı seven her insan, ormanları zevkle seyretmekten hoşlanır. Bu görkemli bitki örtüsünün dıştan seyri çok hoştur da, içi sırlar dolu bir âlemdir.
Gökyüzüne başkaldıran bu iri yapılı bitki topluluğu, toprağın ciğeri, hayat solukluğudur. Her bir ağacın yaprakları, iklimlerin düzenlenmesinde pay sahibidirler. Kara toprak, varlığını ormana borçlu dersem yanılmış olmam!..
Nevarki, yüreğim kederden kırık ve buruk biçimde, size bu satırları yazıyorum: Kendimi bildim bileli, canım Anadolu’nun çırılçıplak dağlarına bakarken, boğazımı boğuk hıçkırıklar; nefesimi sık sık düğümleyiverir; için için sessizce ağlarım!.. Dağların yüce tepelerinde sivri yalçın kayaların, gökyüzüne avuçlarını açıp gözyaşı döktüklerini görür gibi olurum: Bir zamanlar, üzerlerini saran yeşil örtünün yerinde şimdi yeller eserken, kayaların eteğine güçlükle tutunmaya çalışan toprağın, yer yer çatlamış bağrı, yüreğimi sızlatıp durur... Toprağın hızla akan sellere direnebilme çabası boşuna!.. Bitki örtüsünden yoksun dağ tepelerini kamçılarcasına esen yellerin aşındırma gücünü, korumasız toprak, önleyemez olmuş!.. Artık, acımasızca kopan fırtınalar, boralar, yalçın kayalıklar üzerinde çığlıklar atmada; yağan yağmur selleri, oluk oluk düzlüklere akmada, Anadolu’mun bağrını her an seylâplar kemirip, topraklarını denizlere sürükleyip götürmede!..
Ayakta kalabilmiş orman topluluklarımızsa, her an yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyorlar; biryandan genellikle, nice kasıtlı orman yangınları, ötede acımasızca sürdürülen kaçak ağaç kesimleri!. Ağaç kesmek, dikmekten daha yaygın duruma gelmiş!.. Bizse, duyarsızlık içinde, ormanlarımıza yapılan bu acımasız saldırılara seyirci kalmaktayız. Yok mu?!. Bu çıkarcı memleket düşmanlarına, yeter artık diyecek yetkili ve etkili yöneticiler?!..
Yüce Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (S.A.S.), orman denilen büyük ağaç topluluklarının önemini ondört asır önce: “Ağaç dikip yetiştirin” diye insanlığa duyurmuşlardır; bizse bu önemli uyarıya duyarsız kalmışız. Bunun için de ormanları yok etmede birbirimizle yarış hâlindeyiz. Anadolu’muz bilgisizlik ve çıkarcılığın kurbanı olup durmaktadır. Atalarımızın çok değerli sözlerine de kulak tıkamışız: “Yaş kesen baş keser” atasözümüzdeki derin anlamı yeniden kavrayabilsek ah!..
Bir avuç yurt toprağı ne kadar değerliyse ağaç sevgisinin de o kadar değeri olmalıdır. Şehitlerimizin mübârek kanlarıyla sulanıp bize emânet edilen topraklarımızı koruyan yüce örtüyü, ormanları korumamız vefâ borcumuz olmalı değil mi?
Damarlarımızdaki kan, nasıl hayatın sulağı ise, büyük ağaç toplulukları ormanlarımız da, topraklarımızın soluyan ciğeri, besleyen kanı ve yaşatan canıdır!..
Ormanlarından yoksun kalan ülke, birgün çöl olmaya mahkûmdur: Ormandan yoksun tepelere, bulutlardan süzülen yağmur damlacıkları sel olarak kolayca düzlüklere akar gider. Bundan sonra da, ortalığı yakıp kavuran kızgın güneş, o beldeye çöl arkadaşı olur!..
Sayın okuyucularım ve değerli çocuklarımız!.. İşte bu yazımda size, ormanların, yurdumuz için ne kadar değerli olduğunu anlatmaya çalıştım. Ağaçları kardeşimizi severcesine korumaya çalışalım. Bağlar, bahçeler ve parklardaki ağaçların dallarını kırmayalım; hele hele, yaşken hiçbir ağaca gereksiz yere balta vurmayalım. Ağaçları kesmek kolay, nevarki yetiştirilmesi zordur, çok yıllar alır. Bu yüzden yollar ve parklardaki kamu yeşillik alanlarına karşı da ilgisiz kalmayıp, buralarda ağaçlara zarar vermek isteyenleri uyarıp, engelleyelim.
Ağaçlar, bakımlı olursa ömürleri uzundur, çevreye dal salarak yeri, göğü kaplarlar da göze gönle hoşnutluk verirler. Hele ormanların görkemli hâli, insanlara huzurla dolu seyir güzellikleri yaşatır. Ömürleri yüzleri, hatta binleri bulan ağaç türleri vardır: Servi, porsuk ağacı, çınar bunlardandır.
Söz, buraya değinmişken, ormanın yapısını da anlatarak sihirli bir âlemin kapısını aralamak istiyorum: Ormanlar, genellikle iki tür ağaçtan oluşur: İğne ve geniş yapraklı ağaçlar... İğne yapraklı ağaçlara örnek olarak, çam, köknar, ardıç, sedir, lâdin gibi ağaç türlerini sayabiliriz. Geniş yapraklı ağaçlar ise, meşin, kayın, gürgen, kestane, kavak, kızıl ağacı, ıhlamur, dişbudak gibi türlerdir.
Büyük ağaç topluluğu ormanlar, ülkelere pekçok yarar sağlar: Öncelikle, ağaç, tabiat zenginliğinin yanısıra, ülkelerin odun hâlinde ham madde kaynağıdır. Orman ürünleriyse kimyasal endüstrinin ihtiyaç maddesidir: Tarım, ulaşım, maden, bayındırlık işlerinde ormanların çeşitli biçimde yararları vardır; yakacak maddesi olarak da hâlâ birçok yerde kullanılmakta olan odun, tabii gaz, taşkömürü yanında değerini korumaktadır.
Orman, toprağı korumada bir örtü görevini de yapar. Ağaçlardan dökülen yapraklar, toprağın üstünü örterek nemli kalmasını sağlar; böylece su kaybını önler. Zamanla bu yapraklar, çürüyerek gübre olur.
Yağan yağmur sularının akışını düzenleyen, rüzgârların hırçınlığını önleyen yine ormandır. İklime olan etkisi de yabana atılamaz: Bölgeler, iklim değişikliğini ormanlara borçludurlar. Bakarsınız zamanla, çevrenin kara iklimi, orman sayesinde deniz iklimine dönüşüvermiş olur. Böylece şiddetli sıcak, dondurucu soğuk, kuraklık olayları önlenmiş; çevreye sağlıklı bir iklim gelivermiş olur.
Akarsu kaynakları da ormanla düzenlenir: Irmakların akışına düzenli ve kararlı bir akış sağlanır. Ormanların, tabii güzellikleri dillerde destandır. İç ferahlatan görünüşleri şiir, hikâye ve romanlara konu olmuş ve olmaktadır. Ormanlar varlıklarıyla bulunduğu yurt köşelerimize değer üzerine değer katarlar. Dalları arasında cıvıldaşan kuşları, göklere uzanan çınar, servi başları, insanları büyüler de düşenebilenlerin, kalemine neler neler yazdırır!..
Ormanların bir başka önemli yararı da, çeşitli hayvan zenginliklerini bağırlarında saklamalarıdır. Değerlerine bu yönden de değer kazandırırlar. Avcılar, buralarda çeşitli avlar yaparlar. Ormanların yararı sayılmakla bitmez. Bu konuda daha pekçok şeyler söylenir de, bunları yazmaya sahifeler yetmez!..
Bağrında asırları kucaklayan bu ulu ağaç toplulukları, nice devirler yaşamış, nice nice savaşlara tanıklık yapmışlardır. Asırlık çınar ve servilerin dilleri olsa da konuşabilseler, canlı târih olurlar da neler neler anlatırlar bir bilseniz!..
Müslüman Türk’ün târihi, nice şanlı sayfalarla dopdoludur. Malazgirt Savaşı’nı gören uIu çınarlar, bu anlamlı savaşı birbirlerine zevk ve heyecanla anlatıp durmaktadırlar. Özellikle de Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı mücahid Alparslan’ı anlata anlata biterememekte, O’ndan: “Müslüman Türk’e Anadolu’yu yurt yapan Mücâhid Sultan” diye esintilerinde belirtmektedirler.
İslâm ordularını İstanbul surları önünde gören ulu çınarlar, Resûlallah’ın övgüsünü kazanabilmek için canla başla savaşan mücâhidlere tanık olmuşlar; bu övgüye Fatih Sultan Mehmed Han ve şanlı askerlerinin, İstanbul’u almakla erişmiş olmalarının mutluluğuna ortak olmanın gururunu yaşamışlardır.
Serviler, ulu çınarlar, kosova savaşını da izlemişler; Niğbolu’da küffarın diz çökerek aman dileyişini görmüşler; Tuna Nehri, Türk Akıncıları’nın nal seslerini dinlemiş; nice savaş alanı kös sesleriyle inlemiş; çınarların önünden ordular sel sel akmış; Müslüman Türk’ün zaferi, üç kıt’a da asırlarca kutlanmıştır.
Nevarki, öç alma stresi içinde kıvranan haçlılar, intikam hırsı ile Çanakkale’ye saldırmışlar; fakat îmanın bu güçlü kal’asını aşamamışlardır. Neyazıkki, savaş alanlarında kolu bükülemeyen Müslüman Türkü, politika masasında oyuna getirilmiş; başları göğü delen serviler gibi, minareler de gözyaşı dökerlerken, canım istanbul Haçlılar tarafından işgal edilivermişti.
Artık servilerin boyunları bükülmüş; asırlık çınarlar, birkaç yüz yıl daha yaşlanıvermişlerdi sanki!.. Minarelerdeyse İslâm’ın Bülbülleri susmuş; çan sesleri tahammülleri gıcıklar olmuştu. İşte tam bu sırada, Anadolu’nun bağrından esen lâtif bir rüzgâr, Vatan’ın kurtuluşunu müjdeleyen esintiler getirmiş; yiğit Müslüman Türk’ün oğlu ve kızı, yurduna sahip çıkmış; zaferlerle dolu Ağustos aylarına yiğit Mehmedcikler yeni bir Otuz Ağustos Zaferi katarak, Dokuz Eylül’de Kordonboyu’na varmıştı. Bu mutlu olaydan pek az bir süre sonra da İstanbul, haçlı işgalinden kurtulmuş; ecdât yâdigarı bu güzel belde yeniden Türk egemenliğine kavuşmuştu.
Selvi ve ulu çınarların sevincine son yoktu artık!... Bir süre kederlenen yüzleri gülerken, bu mutluluğu daha nice asırlar yaşama umudu ve sevincini tadıyorlardı.
Kaynak: Mehmed Zekâi ERYALAZ (Hayvanlar Dünyası’ndan Ansiklopedik Çocuk Hikâyeleri), Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|