Topal karınca adlı hikâyemde iki çalışkan canlıdan söz etmiş, karıncalar yorulmak bilmeyen ameleler, balarılarıysa usta mîmar ve kimyagerlerdir demiştim. Bu kez size başka bir mîmar ve mühendis hayvandan söz edecek, baraj yapmakta usta bir canlıyı size tanıtmaya çalışacağım.
İçinizde kunduz denilen hayvanları bileniniz azdır sanırım, bu becerikli yaratık, Yurdumuz’un Ege Yöresi’nin ormanlık yerlerinde ve genel olarak göl, ırmak kıyılarında yaşamlarını sürdürürler. Kunduzlar, düşmanlarının saldırısından korunmak için yuvalarını su diplerinde yaparlar. Su samuru, vaşak onların can düşmanlarıdır, bu yüzden ormanlarda barınmayı pek güvençli bulmadıklarından, yavruları için daha güvenli barınaklar yapmak için,suların altını ustalıkla kazarak tünel gibi derin ve emin barınaklar yaparlar. Su diplerindeki bu yuvalar, düşman gözlerinden ırak olduğundan güvence altındadırlar.
Kunduzlar, kurdukları bu barınaklarına su içinde yüzerek gider ve gelirler, çok tedbirli ve dikkatli hayvanlardır kunduzlar... Yapacakları her işi çok iyi bilir, ustaca ve beceriyle başarırlar. Ormandan getirdikleri çalı çırpı ile yuvalarının üstünü örter ve çamurla her tarafını iyice sıvarlar; bu barınakların üst tarafında bıraktıkları küçük pencereler, kışın dere donduğu zaman, dışarıya çıkmalarını sağlar.
Öteden beri hayvanlar içinde en kurnaz olanının tilki olduğu söylene gelir; oysa ben kunduzların daha kurnaz olduklarını düşünmeden söyleyebilirim.
Anlatacağım hikâyeyi dinledikten ya da okuduktan sonra sizin de bu kanıya varacağınızı sanırım.
Bilirsiniz yağışlar, ırmak ve derelerin sularını çoğaltır ve kabartır, yataklarına sığmayan sular, önlerine geleni sürükleyerek alıp götürürler; kunduzlar, bu durumu çok iyi bildikleri için, önceden tedbirlerini alırlar. Ormanda devirdikleri kütükleri suda yüzdürerek getirir ve sıra sıra yuvalarının önüne dizerler; böylece bent durumunu alan bu barınaklar, sellerin etkisinden korunmuş olurlar.
Kunduzlar, otuz santimetrelik bir ağaç gövdesini dişleriyle kemirerek bir hızar makinası gibi devirmekte güçlük çekmezler; böylece keskin dişlerinin gücüyle fillerden daha kolay ve ustalıkla ağaçları devirebilmektedirler. Bu anlattıklarım size inanılmaz gibi gelebilir; fakat bir gerçektir. Bu usta ve canlı hızar makinalarının yaptığı işler..
Kunduzlar, biçtikleri her ağacın yaprağını yine dişleriyle temizleyip kabuklarını soyduktan sonra, ağaç gövdelerini dilim dilim parçalara ayırıp bunları çekerek götürürler ve barınaklarını yaptıkları göle ya da ırmağa salarlar; sonra da bunları yüzdürerek barınak yaptıkları bentlerin yapımında kullanırlar. Bâzen, kunduzlar ağaç kesiminde çalışırlarken, tehlike çanı çalıverir, bu tehlikeyi önceden sezinleyen özel yetenekleri vardır kunduzların... Kunduzlar, ormanda çalışırlarken güvenliklerini sağlamayı ihmal etmezler; bir kısmı işlerini görürlerken, bir kısmı da kademeli olarak nöbet tutarlar, bunlar ırmak ya da göllerde yüzerek nöbet tutma işlerini sürdürürler. Bir tehlikenin varlığını sezen her nöbetçi kunduz, üzeri pullarla kaplı kuyruklarını suya vurarak görevlerini yerine getirirler; suda hareket ettirdikleri kuyruk darbelerinin oluşturduğu halkalı dalgalarla, gelmekte olan tehlikeyi anında birbirlerine haber verirler; bu işi öylesine ustalıkla yaparlar ki, en kısa süre içinde, ormanda çalışan kunduzlar, yaklaşmakta olan tehlikeden haberleri olur ve biran içinde hepsi sulara dalarak kaybolurlar.
Kunduzların en tehlikeli düşmanı su samurlarıdır. Bu hayvanlar da kunduzlar gibi suda yüzmeyi çok iyi bildikleri için, bunların elinden kurtulmak zor bir iştir. Kunduzların su içerisinde iken kurt, vaşak gibi hayvanlardan korkmalarına gerek yoktur. Bu hayvanlar yüzme bilmediklerinden suya dalan kunduzları izleyemezler; bu yüzden de kunduzların alaylı ve keyifli yüzüşlerini kıyıda izlemekten başka bir şey yapamazlar...
-----------
Sevgili çocuklar!. Size bildiğimce kunduzları tanıtmağa çalıştım. Bana göre, kunduzu alıp tilkinin kurnazlık tahtına oturtmak gerek... Fakat tilkinin pabucu olmadığından kaldırıp dama atamadım. Hayvanlar âleminin hikâye panayırında Lafonten’in reyonu, tilkiye akıl hocalığı yaptırmağa devam etse de, ben yine kunduzun tilkiden daha az akıllı olmadığında direnecek ve bunu kanıtlamak için de size kunduzlardan bir hikâye anlatmaya çalışacağım; sanırım beğeneceksiniz...
Hikâyemizin baş oyuncusu bir kunduz, ormanın ortasında bulunan gölde yavrusuna yüzme dersleri veriyordu. Yavru kunduz, anasının çevresinde dolaşıyor, sulara dalıp çıkarak oynaşıyordu Gölün çevresini kucaklayan ormanın ağaçları, dallarını sarkıtmış, sularla sarmaş dolaş olmanın kıvancını yaşıyorlardı. Gönüllere huzur ve hûşu veren seher vaktinin sevincini yaşayan çeşitli kuşlar, kuş diliyle düzenledikleri güfte ve bestelerini çok sesli bir koro halinde, orman sâkinlerine dinletiyorlar; sık ağaçların dalları ve yaprakları arasında gezinen rüzgâr, kuş nağmelerine ıslıkla tempo tutuyordu.
Bu sırada gölün kıyısında, elinde baltası ve sırtında urganı bulunan ak sakallı bir adam belirmişti. Yanında da on, onbir yaşlarında görünen benzi soluk bir çocuk gâh yürüyor; gâh koşuyordu. Yaşlı adamla küçük çocuk, ormana yakacak odun temin etmeğe gelmiş olmalıydılar. Çocuk, yaşlı adamın yanında koşarcasına yürürken, bir yandan da, burnunu çekerek konuşuyordu:
– Dede, biraz durup dinlensek...
Belli ki ikisi de yorgundular, belki de bu yorgun görünüşleri açlıktandı...
Dere kıyısına yakın sularda yüzmekte olan ana kunduz, yaşlı adamla çocuğu görmüş ve onların durumuna acımıştı. Yaşlı adamla küçük çocuk kunduzları görecek durumda değillerdi. Çocuk yaşlı adamın torunu olmalıydı, çocuğun sürekli olarak sızlanması üzerine yaşlı adam, dere kıyısında devrilmiş bir kütüğün üzerine otururken, çocuk da âdeta düşercesine dedesinin yanına çöküverdi. Bir süre ikisi de konuşmadan durdular, neden sonra yaşlı adam torununa dönerek şöyle konuştu:
– Baban sağ olsaydı hiç böyle yorulur güçlük çeker miydik? Bir demet odun yapabilmek için ne kadar uğraşırız bilirsin, sen ise babanın yerini tutana dek korkarım ki ben dünyamı değiştireceğim..
Çocuk sesini çıkarmadı, fakat üzüntülü hâli yüzünden belli oluyordu. Yaşlı adam da başka söz etmedi, ikisi de kendi âlemlerinde düşünceye varmışlardı.
Göl kıyısında bir süreden beri yaşlı adamla torununu izlemekte olan ana kunduz, onların durumuna üzülerek bakarken yavrusuna şunları dedi:
– Varlıklı insanların pek çoğu neden yoksullara yardım ellerini uzatmıyorlar bir türlü anlayamıyorum... Oysa onlar, akıl yönünden olduğu kadar duygu yönünden de biz hayvanlardan daha üstün olmalı değiller mi? Yazık değil mi şu güçsüz yaşlı adama ?!. Bir lokma ekmek için şu haliyle hâlâ didinip duruyor, oysa artık O bir köşede huzurlu bir ömür sürmeli değil mi ?!. Böyle olmadığı gibi üstelik, yetim torununun geçimi de Onun güçsüz omuzlarına yüklenmiş... Bir yiyip halimize bin kere şükredelim biz; geçim denen sıkıntımız yok, yuvamız güvenlik içerisinde...
Ana kunduz, kısa bir an sustuktan sonra konuşmasını şöyle sürdürdü :
– İster misin bu zavallılara yardım edelim, ha ne dersin?!. Onların sevinmesini sen de istersin sanırım...
Küçük kunduz yavrusu, gölün kıyısına sarkmış bir ağacın dallarına tutunurken cevap verdi:
– Onlardan şimdiye dek bize bir kötülük gelmedi. Kendi hallerinde insanlar, çocuğun sessiz durumunu da pek sevdim, belki bir gün onunla arkadaş oluruz...
Ana kunduz, bir süre düşünceye vardı, ne yapması gerektiğini tasarlıyordu. Bu düşünceli hâli çok sürmemişti. Biraz sonra kararlı bir biçimde yavrusuna baktı, sonra kendini suların kollarına bıraktı; yavru kunduz da onu izledi. Ana kunduzun sularda kuyruğu ile verdiği sinyallere cevaplar gelmeğe başlamıştı. Biraz sonra pek çok sayıda kunduzun gölün kıyısında toplandığı görüldü, daha sonra da ormanda yoğun bir çalışma başlamış bulunuyordu. Hızar çalışmasını andıran bir ses, ormanda çevreye yayılmış, kuru ağaç dalları birer ikişer biçilmeğe başlamıştı. Her kunduz ne yapmakta olduğunun bilinci içerisinde çalışıyor; ağaç dallarının biçilen gövdeleri dilinip, küçük parçalara bölündükten sonra, oduncu ve torununun yakınındaki alanda biçimli olarak üst üste yığılıyordu. Yaşlı oduncu ile torunu ormandan ayrıldıktan sonra da kunduzların bu çalışması akşamın geç saatlerine kadar sürdü. İşlerini bitiren kunduzlar, yaşlı oduncuyla torununa yaptıkları yardımın bilinci ve rahatlığı içerisinde, kendilerini gölün serin sularına bırakırlarken, ana kunduz ile yavrusu da yaşlı oduncunun duyacağı sevinci düşünerek gülümsüyorlardı.
Ertesi gün yaşlı oduncu ile torunu yine odun yapmak üzere ormana gittikleri zaman, alanın ortasına intizamla yığılmış odunları görünce çok şaşırdılar. Yaşlı adam torununa dönerek :
– Gece buraya kesiciler gelmiş olacak, şaşırdım doğrusu, bir gece içinde ne kadar da çok ağaç kesmişler, hepsi de kuru ve ustaca kırılmış odunlar.. Şimdiye kadar hiç de böylesine düzgün yapılmış istif görmemiştim.. Diye konuştuktan sonra sesine hüzün dolu bir anlam katarak sözlerini şöyle sürdürdü:
– Biz böylesine çok bir odun yapabilmiş olsak, bir yıl sırt üstü yatarak, çalışmaz dinlenirdik
Yaşlı adam, birden dün akşam işittiği hızar çalışmasını andırır sesleri ve çevrede dolaşan çok sayıda kunduzları hatırlayarak bu işin kesici orman görevlilerinin işi olmadığını, zira O, yılların kazandırdığı görgü ve tecrübeden bu kesim işinin kunduzlar tarafından yapıldığını anlayıvermişti ve bunu idrâk etmekle bu kesimin kendilerine yardım olsun diye yapıldığını da sezinlemişti.
Bunu sezinlemekle birlikte de içine bir mahzunluk çökerken mırıldanmaktan kendisini alamadı:
– Hangi hakla bu odunlara sâhip olabilirsin? Onları hak etmek için bir çaba mı gösterdin ki?. İnsan çalışarak ancak emeğinin karşılığında bir şeye sâhip olabilir...
Yaşlı oduncu bu sözlerinden sonra, çalışmak üzere baltasına davranırken, gözleri torununun bulunduğu yere kaydı; çocuğun, biraz ilerisinde ki gölün kıyısında bir kunduz duruyor ve kuyruğunu kaldırıp sulara vuruyordu. Oduncu birden çevresini kunduzların sarıverdiğini gördü. Her biri, oduncu ve torununa selâm verircesine bir davranış içerisinde onlara bakıyorlardı. Kısa süren bu saygı gösterisinden sonra, sessizce alanın ortasına yönelerek tuhaf bir uğraşıya girişmişlerdi.
Yaşlı oduncuyla torununun şaşkın bakışları arasında alana yığılmış olan odun yığını, bir an içerisinde yok olmuş, dağ gibi durmakta olan odunlar, çölde rüzgârın önüne katılmış eksibeler gibi yer değiştirerek, yaşlı oduncunun önüne konuvermişti. Bu ilginç olayın verdiği şaşkınlıktan bir süre kendisini kurtaramayan yaşlı adam, neden sonra kendine gelerek şöyle mırıldandı:
– Yücelerin Yücesi Allah’ ım!.. Senin gücün her şeye yeter.. Bizler Sen’in âciz kullarınız.. Varlığınla bir hazine, Sen’ den uzaklaştığımız zaman, geçmez akça pullarız... Şu güçsüz yaşlı kuluna acıyıp kunduzların yardımıyla bize kazanç sağladın. Verdiğin çeşitli nîmetlerden dolayı Sana ne kadar şükretsek yine azdır... Bana başkalarının yardımına muhtaç olmadan ölünceye kadar alın teri dökerek çalışma gücü ver, bu dileğimi geri çevirme!
Yaşlı oduncu bu sözlerinden sonra torununa dönerek sözlerini şöyle sürdürdü :
– Yavrum, dâima Allah’a ve kendi gücüne güven!. Yüreğinde çalışma duygusu eksilmesin.. Sana kunduzların çalışkanlıkları örnek, alın teri dökerek helâlinden kazanmak amacın olsun... Durmadan çalış ki, miskinliğin çirkefi üzerine sıçramasın..Başkalarından yardım ummakla değil, kendi güç ve çalışma azminin, seni insanca yaşatacağını ve başarıya ulaştıracağını unutma!..
Kaynak: Kunduzlar Ve Yaşlı Oduncu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net