[Diyanetten Hikayeler]
Sevgili Çocuklar!..
Bu yazımda size, at denilen çok yararlı bir canlıdan söz edecek, bu sevimli hayvanı çoğunuzun bilmediği özellikleriyle tanıtmaya çalışacağım.
At denilen sevimli yaratık, insanların en eski dostudur. Yararı anlatılmakla bitmez. İçinizde atı bilmeyenleriniz yoktur sanırım: üzerine binip gezenleriniz de olmuştur sanırım. Ancak, bu güçlü canlının soyu, sopu, cins ve çeşitleriyle ilgili bilginiz ne derecededir bilemiyorum.
At, omurgalı memeliler sınıfı, toynaklılar grubunun tek tırnaklı türünden bir canlıdır. Atın ana yurdu Orta Asya sayılır. Yüzyıllar boyu, atalarımıza bineklik ve can yoldaşlığı yapmıştır.
Evcil at, milâttan önce, üçbin yıllarında, Orta Asya'da yetiştirilmiş; Önasya'ya da atalarımız Türkler tarafından getirilmiş, oradan da batı ülkelerine yayılmıştır. Zamanla değişik türleri oluşan atın, doğu ile batı ırkı türü ün salmıştır. Doğu atları türü içinde sıcak kanlı olarak bilinen arap ve ingiliz atları, binek olarak, en çok ilgi gören at türleridir. Bu canlılar, hırçın yaratılışlı fakat o oranda da ince yapılı ve gösterişlidirler. Bu tür atlar, koşu, binek, engelli atlama sporu gösterilerinin en güç figürlerini ustalıkla yaparlar.
Soğukkanlı atlar ise, iri kalın gövdeli, daha güçlü canlılardır. Tarımda, yük çekmede, koşum hayvanı olarak ağır işlerde kullanılırlar. Bunlar, batı ülkelerinde çeşitli adlarla anılırlar. Bugün bile, motor gücünün üstünlüğüne rağmen, bu yarımkan atlar, binek hayvanlığından, koşum işlerine kadar, insanların hizmetinde kullanılırlar.
Atların kendine özgü yürüyüş biçimleri vardır: Bunlar, adeta, tırıs, rahvan ve dörtnal olmak üzere dört çeşittir. Atların en duyarlı organları, gözleri ve kulaklarıdır; En koyu karanlıkta bile çok uzağı görür, en hafif sesi işitebilir. Atın rengini veren kılların tümüne birden ''atın donu'' denilir; Kahverengi, doru, süt beyazından tutunuz da, yağız, kula, bozkırı ve karışık renklerde küheylan ve kısrak türleri vardır.
Atın, Türk Tarihi'nde çok önemli bir yeri bulunmaktadır: Atalarımızın pek çoğu, onun üzerinde doğmuş, yine onun sırtındayken ölmüşlerdir. Savaş alanlarında kazanılan her zaferde atların büyük payları vardır. Savaş alanları, yüzyıllar boyu, Türk akıncılarının at koşturdukları yiğitlik harmanı olmuştur. Atları üzerinde Ortaasya'dan gelen Bozkurtlar, Anadolu'yu kendilerine yurt edinmişler; Ardından da üç büyük kıt'a, Türk akıncıları'nın kılıç kalkan seslerini dinlemiştir. Yağız Türk Yiğitlerinin öyküsü, nice küffar diyarında korkuyla anlatılır olmuş; Türk atları, Volga Irmağı'ndan su içmiş; aktolgalı Beylerbeyi, Tuna'dan geçmiş; at kişnemelerine kös sesleri karışmıştır. Yüce bir Hakan, Fâtih Sultan Mehmed Han, Kostantiniyye Kenti'nin surları üzerine yürümüş; mehterlerin çaldığı zafer marşları ve Tekbir sesleri eşliğinde adı İstanbul'a çevrilen kentin sur kapılarından ihtişamla girerek, Âlemlere Rahmet yüce Peygamberimiz'in övgüsünü kazanmıştır.
Sevgili çocuklar!... Türk evlâdı'nın belleğinde yer etmiş, üç önemli olgu vardır ki, yurdu ve kutsal değerleri için savaşırken, onlara güç ve başarı kaynağı olmuşlardır. Bunlar, ailesi, silahı ve binek hayvanı atıdır.
At denilen bu becerikli ve sevimli yaratık, târih boyu Türk akıncılarının böylesine baş tacı olmuşken, ne hallere düşürüldüğünden de üzülerek söz etmek istiyorum:
Evcil canlılar içerisinde, böylesine güçlü ve değerliyken, bakıcıları tarafından el üstünde tutulan safkan İngiliz ve arap atları, yaşlandıkları zaman, ne olurlar bilir misiniz çocuklar?!.. Vereceğiniz muzip yanıtı duyar gibi oluyorum: "Ne olacaklar, kesicilere satılır; onlar tarafından sucuk pastırma yapılırlar!..''
Hele durun canım!.. o onura erişmeleri için zaman biraz erken sayılır. Elbet buna da sıra gelecek... Bundan önce onların çekeceği çileler var: Örneğin, bir zamanların üzerine titrenen safkan yarış atı, yaşlanıp gözden düşünce kendini bir arabaya koşulmuş buluverir. Artık tavlada geçen hoş anlar, onun için düş oluvermiştir; Süper besin olarak yemliğine konulan şeker, fındık, üzüm gibi yiyecekler, yerini kuru ot ve samana bırakıvermiştir. Bir süre sonra da sâhibine verimli kazanç ve övgüler sağlayan soylu at, hayvan pazarında, yanırlı eşeklerle satılığa çıkarılmış olacaktır. Yeni sâhibi arabacının nasırlı elleri, hamutu boynuna geçirivermiş; nasıl bir oyuna getirildiğini anlayamadan, kamçının meşin ucu, sağrısına inmiş; ince bir sızı, belinden karnına doğru yayılıvermiştir.
Soylu yarış atının bundan böyle yaşantısı, çile çekmekle sürecek, zaman, zaman geçmiş anılarını düşleyerek avunmaya çalışacak; hamutun vurduğu boyun ve sırtındaki yaraların verdiği acıya katlanacaktır. Belki onun çektiği çile, burada da bitmeyecek; sıra, bir bostan kuyusu dolabında, gözleri bağlanmış durumda dönüp durmaya gelecektir.
Sevgili çocuklar!... Ne var ki atlar onurlu yaratıklardır. Bu yüzden, dayanılması güç acılar çekseler de, insanlar gibi ne yalvarmayı, ne de hıçkırarak gözyaşı dökmeyi bilirler.
Şimdi de size bu onurlu canlılardan birinin, bir yarış atının, hayat hikayesini manzume halinde dile getirmeye çalışacağım:
Kaynak: Açıkhava Mızıkacıları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|