Sevgili Çocuklar!..
Bu yazımda size, köpek denilen sevimli canlıyı tanıtmak istiyorum. İçinizde: "Biz köpekleri iyi tanırız." Diye düşünenleriniz olacaktır sanırım. Evet!.. Aranızda, bu canlıların bâzısı ile dostluk kurmuş olanlarınız vardır. Bunlardan fino tipi olan küçüklerine biblo gözüyle bakıp evlerin içinde besleyenleriniz; boyunlarına tasma takıp sokak ve caddelerde gezdirenleriniz vardır. Kasaba ve köylerin bağ, bahçe ve ağıllarında bekçilik ve davar koruculuğu yapan iri yapılı köpekleri de çok iyi tanıyanlarınız olduğunu biliyorum. Fakat içinizde hiç görmediğiniz daha pek çok köpek türleri vardır.
Köpek denilen sâdık canlının "Buldog'' diye adlandırılan türü, bekçilik yapmakta ün kazanmıştır. Koyun sürülerinin en güvenilir koruyucuları olan çoban köpekleri, sürünün çevresini sararak görevlerini başarıyla sürdürürler. Fedakârlıkta üstlerine yoktur; sürüye saldıran aç kurt sürüleriyle, ölesiye boğazlaşırlar.
Av köpekleri de çeşit çeşittir. Bunların "tazı'' diye adlandırılanları çok hızlı koşar; kaçan av hayvanlarını kovalayıp yorar ve pes ettirir. Bâzı tür köpekler de at gibi alanlarda yarıştırılır. "Sinedrom'' adı verilen alanlarda, oyuncak tavşanları tutmaya çalışan bu yarış köpekleri, bahse tutuşanları heyecandan heyecana sürükler. Bu tür yarış köpekleri bir makine sisteminin hareketiyle yön verilen, içi saman dolu oyuncak tavşanları, alanda izleyerek tutmaya çalışırlar.
İnsan denilen varlık, eğleneceğim diye nice akıl almaz kaprislere kaptırmıştır kendisini!... Ringlerde horoz döğüşü, meydanlarda deve güreşleri, arenalarda boğa saldırılarını çığlıklar kopararak izlemekteler... daha nice bunlara benzer tuhaflıklar sürüp gitmektedir.
Konumuz köpekken, söz, deve güreşleri, horoz döğüşleri ve boğa çılgınlıklarına kadar uzandı. İsterseniz köpek denilen vefâlı ve cefâlı yaratık üzerinde biraz daha duralım.
Bâzı köpek türleri, görme özürlü insanların en güvenilir yardımcılarıdır. Özel eğitim görmüş olan bu köpeklere, görmezlere dikkatle hizmet etme biçimleri öğretilir; Bu köpekler, son derece duyarlı ve yumuşak huylu canlılardır. ''Senbernar'' adı verilen yetenekli köpek türleri, bir sağlık personeli ekibi gibi hizmet görürler: Bunlar, karla örtülü geçit vermez yüksek dağlarda, tipide yollarını kaybeden yolcu ve dağcıları bularak, donmak üzere olan insanları kurtarırlar.
"Ternöv'' diye adlandırılan bir tür köpek de deniz kazazedelerini kurtarmak için eğitilirler.
***
Sevgili Çocuklar!... izninizle şimdi de size, bir sadâkat timsali "Çomar'' adlı köpeğin hikâyesini anlatacağım: Hikâyemiz, yüksek bir dağın yamacına yaslanmış bir köyde geçmektedir.
Yaşamına alışılmış bir yaz gününün öğle sıcağında, Köy halkının kadınlı erkekli çoğunluğu, tarlalarında çalışmalarını sürdürüyorlardı. Kimi olgunlaşmış ekinlerini biçmede, kimi de harman yerine sap taşımada, ya da düven sürmekteydiler. Köy evlerinin bacalarından, yer yer, dumanlar tütmekteydi. Bundan, evlerin ocaklarında, akşam yiyintileri için çorba, aş pişmekte olduğunu anlamak güç değildi. Her gün seher vakti ağaçlarda cıvıldaşan kuş seslerine, hafif şırıltı akışıyla karşılık vermekte olan derecik, şu öğle sıcağında bunalmış olacak ki, şimdi yatağında tembel tembel gerinmekte, çevrede hergün alışılagelmiş bir sessizlik sürmekte...
Fakat o ne?!. Birden bu uyuşuk suskunluğu yırtmak, istercesine köpeklerin, ulurcasına havlamaları duyuluvermişti. Sanki birden ağıllları kurt sürüleri basmış; ya da ahırlarından yüzlerce hayvan kaçıyor sanılabilirdi.
İşte tam bu sırada, çolak Rıza'nın iri çoban köpeği çomarda, kapılandığı evin sokak kapısından içeri dalmış; beşikte yatmakta olan küçük çocuğu kundağiyle kaptığı gibi, hiç zaman geçirmeden dışarı fırlamıştı. Çomar, kendisini şaşkın bakışlarla izleyen ev halkına aldırmadan, dağın yamacına yönelmişti. Çok kısa süren şaşkınlığın ardından, ellerine geçirdikleri sopa, küreklerle çomarın ardına düşen ev halkı ve komşuları da telaşla seğirtmişlerdi.
Birden, toprağın derinliklerinden geldiği sanılan bir uğultu, çevreyi sarıvermiş; sonra da yer yerinden oynamış; köyün üzerine, yoğun bir toz bulutu çökmüş, göz gözü görmez olmuştu. Göz açıp kapanacak bir süre içinde ne olmuşsa olmuştu.
Köyün üzerinden toz bulutları sıyrılmaya başlayınca yerinde bir yığın toprak kaldığı gözlenmişti.
Sopalarla çomarın ardından seğirten köy halkı, kurtuluşlarını bu köpeğe borçlu bulunuyorlardı.
Çomar'sa hiçbir şey olmamış gibi, tepenin doruğunda durmuş; ağzında kundağıyla birlikte taşıdığı çocuğu yere bırakmış, sonra da dört ayağı üzerine çömelerek oturmuştu. Dili bir karış dışarıda, sık sık soluk alıp verirken, kendisini izleyenlere bakıyordu.
Sopalarla çomarın ardından seğirten köylüler, olanların bilincine vardıkları zaman, çomar'a karşı duydukları önlenemez hırsları, yerini deprem felâketinin verdiği korku ve dehşete bırakmıştı.
Köy halkı, şimdi çomarı unutmuş; her biri can ve mallarının derdine düşmüşlerdi. Bu yüzden, hiçbiri çomarla ilgilenmeyi akıl edemedi. Çomar da onlardan ilgi ne de taktir bekliyordu. Ekmeğini yediği insanlara hizmet etmek onun görevi değil miydi. O, Ademoğlu değildiki göğsüne dizi dizi madalyalar takıp kasılarak yaşasındı. Sâhipleri verirlerse, bir parça kuru ekmekle yetinecek ve kendisine verilenin kat katı hizmet görmeği sürdürecekti; hattâ horlansa, döğülse, aç bırakılsalar da, köpeklerin mayasında sadâkat vardı. Onlar, hâyinlik yapmasını bilmezler; bâzı bencil insanlar gibi şeytanlık yapmayı akıl edemezlerdi.
***
Sevgili çocuklar!.. Size bu kez de yararlı olabilmek için çomar'ın hikâyesini dilime, oradan da kalemimin ucuna getirerek, hizmet ve sadâkat kavramının önemini, birazcık olsun anlatmaya çalıştım. Sadâkat sözcüğünün anlamı, köpeklerde simgelenmiştir diyebilirim. Nice yaşanmış olaylar, bu sevimli canlıların, böyle yeteneklerini belgeleyen konularla doludur.
Birer insan olarak, içinde yaşadığımız âile ve topluma karşı, bizim birçok yükümlülüklerimiz vardır. Bunların başında sorumluluk duygusu gelir. Bu duygu, Yüce Hak'kın biz insanlara ikram ettiği manevi değerlerin başında gelir ki, bu emânetin bilincini çok iyi kavramamız gerekir. Bu emânet, sadakatle korunduğu sürece, topluma yapılan hizmetler kat kat yararlı olacak ve yüce yaratanımızın rızasını kazanacaktır.
Üzerlerine düşen görevleri titizlikle yerine getirmeye çalışan insanların, takdir görmesi ve nişanlarla onurlanmayı beklemeleri gerekmez. Böyleleri için en büyük ödül, huzur dolu bir vicdana sâhip olmaktır. Eğer yürekler, bu vicdan huzuru kavramından yoksun iseler, maddi ödüllerle doyurulmaya çalışılması neye yarar?!.
Kaynak: Açıkhava Mızıkacıları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net