Sevgili çocuklar!.. Bu kez size, kanatlı canlıların en güçlü ve saldırgan bir üyesini, kartal denilen bir kuşu tanıtmaya çalışacağım:
Kartal, yırtıcı kuşlar türünün, Kartalgiller takımı arasında yer alır. Bu yırtıcı kuştan sadece öteki kuşlar değil, kara canlılarının pek çoğu da korkar ve çekinirler. Kartal, avlarının üstüne pike yaparak dalar ve güçlü pençeleriyle avını kaptığı gibi havalanır ve alır gider.
Kartal, heybetli, onurlu duruşu ve ateşli bakışlarıyla krallıkların taht ve taçlarına kendini nakışlatmış; hükümdarlıkların armalarına alem olmuştur. Kaya kartalı diye bilinen bir türü, Selçuklular Devleti'nin arması olduğu gibi, Hava Kuvvetlerimiz'in de göklerdeki egemenliğinin en anlamlı simgesi olarak armasında yerini almıştır.
Böylesine görkemli tablolar çizen bu kuş, hakkıyla bu üne kavuşmuştur. Zira, kartal, dağların doruğunda, yalçın kayalıklar üzerinde yuva kurarak yaşar ve çok yükseklerde uçar... Kuzey Afrika, Asya, Anadolu, kayalar kartalının yurt edindikleri coğrafya bölgeleridir.
Kartalların boyu, yaklaşık bir metreyi bulur; kanatları açılınca, iki kanatının arası üç metre kadar gelir. Tüyleri koyu kahverengindedir; telekleri şerit gibi uzanır.
Kayalar kartalının avı, tavşan, sincap ve benzeri ufak canlılarla, küçük kuş türleridir. Dağda bulduğu yaban keçilerine, karaca ve geyik yavrularına, koyun, kuzu, hatta küçük çobanlara bile saldırdığı olur. Gökte, pike yapan uçak gibi hızla dalış yaparak canlıların üzerine saldırır ve bunları pençeleriyle sarmalayıp kaparak kaçar; Bu avlarını yalçın kayalıkların tepesine götürüp parçalar; Hem kendisi yer hem de yuvalarına götürüp yedirir. Bir başka özelliği de, karınlarını doyurduktan sonra arta kalan av kalıntılarını, yuvasının yakınında bir yere gömerek toplama alışkanlıklarıdır.
Kayalar kartalı, av hayvanları değildirler. Etleri çok sert olduğu için yenmez. Ne var ki telek ve tüyleri, şapka süslemelerinde kullanılır.
Genellikle kuşların gözleri iyi görür. Kartalgillerde ise bu yetenek daha da fazladır; gözbebekleri iri ve keskin bakışlıdır. Kartallar, çevresini daha aydınlık olarak görür. Bu yetenek, kartallarda göz hücre sayısının çokluğundan ileri gelir. Gözbebeklerinin bir milimetre kare yüzölçümünde, ışığa duyarlı bir milyonu aşkın hücre, kartalların çevresini daha net biçimde görmesini sağlar.
Sevgili çocuklar!.. Başlarını çevirmeden çevresini görebilen canlılar, kuşlardır; üçyüz derecelik bir açı içerisinde kuşlar, bütün alanı görürler. Kartallarda da bu yetenek vardır. İnsanlar ancak, yüz altmış derecelik açı içerisini görme yeteneğine sâhiptirler.
***
Sevgili çocuklar!.. bu kez hikâyemizin konusu, bir kayalar kartalı olacak... Hikayemiz kahramanı, kanadı kırık ve bir ayağı topal, sakat bir kartal... zaman zaman duyulan sesi ise hıçkırır gibi... Onu, bilemiyorum, nasıl olup da yakalayıp bir tahta kafesin içerisine koymuşlar?!. Gerçi gözlerinden yaşlar dökülmüyorsa da, hıçkırır gibi çıkan ses tonu ve bakışlarında hüzünlü olduğu seziliyor. Gözlerinin önünden, yüce kartal kayasındaki yuvası ve yavrularının hayali gitmiyor bir türlü... Bir de yakalanışının acıklı dramını hayallercesine hatırlıyor: O sabah, erkenden yuvasından ayrılmış; yavruları için körpe avlar bulma umuduyla alçaklarda uçmaya başlamıştı. İlkbahar mevsiminin güzel bir sabahıydı. Sürüler halinde, koyun ve kuzular öbek öbek kırlara, bayırlara yayılmışlar; ot devşiriyorlardı. Kayalar kartalının bunlar arasında körpe av yakalaması işten değildi. Kanat çırparak keyifle dağların tepesinden vadilere doğru süzüldü. Keskin gözleri, daha çok uzaklardan av hedefini seçmişti. Biraz sonra dalışını yapacak; pençelerine geçireceği körpe avı ile, yuvasına, yavrularının yanına dönecekti.
Ne var ki kayalar kartalı, pençelerini avının sırtına geçirmişti ki, yakınında patlayan bir tüfek sesiyle sarsılıvermiş; sonra da ayağının birinde sıcaklık duyuvermişti. Tüfeğin ikinci patlayışı sırtında olmuş; saçmalar, kanadını delerek geçmişlerdi. Neler oluyordu Ona?!. Hiç böylesi olmamıştı. Avını pençeleriyle kavramış; fakat havalanamamıştı. Bu ara parmakları da gevşemişti. Avı, bundan yararlanarak kurtulup kaçmıştı. Çelinen bacakları üzerine yığılıvermişti kayalar kartalı... Bu sırada yanıbaşında birkaç adamın belirlendiğini hayaller gibi oldu. Daha sonrasını hatırlamıyordu. Onu yakalayan avcılar, bir çuvalın içinde onu alıp götürmüşlerdi.
Götürüldüğü yerde kendine geldiği zaman, saçmaların kanadında açtığı yaralar sızlayıp duruyordu. Yaralarını pansuman yapan avcılara karşı hiçbir tepki göstermemişti. Ne çırpındı ne de sert bir davranışta bulundu. Kayalar kartalı, kendini bir serçe kuşu kadar güçsüz ve zavallı hissediyordu. Hayli kan kaybetmiş; dermanı kesilmişti. Onu yakalayanlar, bir kanarya kuşu gibi tahtadan yapılmış bir kafes içine koymuşlardı. İşte ona revâ görülen bu davranış, ayağını kıran, kanadını delen saçma darbelerinden daha ağır gelmişti. Bunun verdiği acıyı şimdi yüreğinin derinliklerinde duyuyor ve kahroluyordu.
O, kayaların doruğundaki yuvasında hür olarak doğmuş, engin maviliklerin kucağında kanat çırparak yaşamıştı. Kayalar kartalının gözleri önünde yuvası ve yavrularının hayâli canlanırken, gönlünde gök kubbe'ye olan sevda tutkusu bağrını bir köz gibi yakıvermişti. Kanat gerip geçtiği yemyeşil vâdiler, doruğunu yalçın kayalıkların oluşturduğu tepeler, belleğinin ekranında bir anda gelip geçiverdi. Oralara duyduğu özlem bir kez daha bağrını kavururken, acı gerçekle yüz yüze bulunmanın soğukluğunu tekrar yaşayıvermişti. Aldığı bu yaralardan ölse daha iyi değil miydi. Oysa işte bu sabah da dipdiriydi. Önüne konulan et parçalarına birkaç gaga darbesi vurduktan sonra bıraktı; yavruları yuvada açlıktan kıvranıp dururken o, nasıl olurda önüne konulanı yiyebilirdi.
Avcılar, ertesi gün onu, kafesle birlikte at arabasına koyup götürdüler. Arabacının gözü, kıvrıla kıvrıla giden dağ yollarında, kayalar kartalının gönlü ise yavrularının ağlaştığı yalçın kayalıklar tepesindeki yuvasındaydı.
Arabacı, yol boyu birkaç kez mola vermişti. En son durakladığı yer, yalçın tepelerin eteğinde bir pınar başıydı. Arabacı burada, yemeğini yemiş; atlarını da yemleyip sulamıştı. Tekrar yola koyuldukları zaman, arabacı keyifli mi keyifliydi. Hoşlandığı bir türkü tutturmuş gidiyordu. Tutsak kayalar kartalıysa, öylesine kederliydi ki... Birara, üzgün bakışları, yalçın kayalıkların doruğunda gezindi. Keskin bakışları bu sırada, kayalıkların tepesinde bir kartal silüeti seçer gibi oldu; Hemen ardından da bir kanat hışırtısı duyuldu. Bu sesle tutsak kartal'ın yüreği heyecanla çarpıverdi. Biran tahta kafes içinde olduğunu unutmuş olacak ki, bulunduğu yerden olanca gücüyle havaya doğru hamle yaparak fırlamak istedi. Bu hareket, kafesin araba üzerinden fırlamasına sebep olmuş; arabacı, kafesi yerinde. tutmayı başaramamıştı. İçindeki tutsak kartalla birlikte arabanın üzerinden fırlayan kafes, sarp tepelerin üzerinden vâdiye doğru yuvarlanmıştı. Bu arada tahta kafes parçalanmış; Kafesten kurtulan tutsak kayalar kartalı da vadinin dibine varmıştı. O anda da, kayalıkların doruğundan kanat çırpan bir başka kayalar kartalı, pike yaparcasına, araba ve atların üzerinden vâdiye doğru süzülüvermişti.
Ne var ki tutsak kayalar kartalı, ölümü pahasına da olsa, hürriyetine kavuşmuş bulunuyordu. Yüksek yalçın dağların doruğunda yaşayamadıkça, engin maviliklerin bağrında kanat açıp uçamadıktan sonra, yaşamak neye yarardı. Aşağılanmış bir durumda, tutsak olarak, son anı beklemek yüce kayalıkların kralı bir kartal'a yaraşır mıydı? Bu yüzden hür yaşama azmi yolunda kendinden beklenileni yapmış; bu uğurda onurlu biçimde ölmeği bilmişti. Araba sürücüsünün derdiyse, kayalar kartalının beklenmeyen ölümü yüzünden, onun satışından elde edeceği karlı bir kazançtan yoksun kalmış olmasıydı. Zira o, tutsak kayalar kartalını, büyük kentin hayvanat bahçesine satmak üzere götürüyordu.
***
Sevgili Çocuklar!.. Kayalar Kartalı'nın acıklı hikâyesini ibretle okudunuz sanırım. Topallığı ne de kanadının kırıklığı onun umurundaydı. Onu canevinden vuran tek şey tutsak edilmiş olmasıydı.
Hür yaşama duygusu, bütün canlılar için vazgeçilemez bir olgudur. Bu yüce duygunun ne denli bir değer taşıdığını tutsaklık çekenler, hiç kuşkusuz, çok iyi bilirler. Hürriyetin ne kadar onurlu bir yaşam biçimi olduğunu anlayan atalarımız olmuştur. Yaşadığımız kutsal topraklar, onların bize armağanıdır. Yurdumuz'un her karışı, nice şehit kanlarıyla sulanmıştır. Onun bölünmez bütünlüğünün yanı sıra, milli, maddi ve manevi değerlerimize sahip çıkmak her Türk çocuğunun vazgeçilemez görevlerindendir.
Hür ve egemen yaşamanın ne denli bir değer taşıdığını bir kayalar kartalı kadar olsun bilerek, onurla yaşayacağınıza yürekten inanıyorum sevgili çocuklar!...
Kaynak: Açıkhava Mızıkacıları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net