Değerli çocuklar!
Bu kez de size, geyiklerin yaşamından söz edecek, sonra da bunlarla ilgili bir hikâye sunacağım. Bu konuyla ilgili olarak önce, geyik türünü tanıtmak istiyorum:
Geyikler, ormanlık bölgelerde topluluk hâlinde yaşarlar. Çeşitli renk ve türleri vardır: Bu yaratıklar, geviş getiren hayvanlar sınıfının çift parmaklı türü arasında yer alır. Dal salmış çatal boynuzlarıyla, gösterişli canlılardır ve yarım ton ağırlığı geçen türleri vardır . İçlerinde en hafif ve çelimsiz olanı ''karaca'' Iardır. ''Avrupa Muşu'' diye adlandırılan geyikler kiloca en ağır olanlardır; uzunluğu üç, yüksekliği iki metreyi aşar; daldal, uçları sivri ve perdeli boynuzları vardır.
''Karaca'' türü geyikler , yurdumuzun kuzey kesiminde yaşarlar; bunların, Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde ve Asya’nın Himalaya dağlarında da yaşadıkları bilinmektedir; cüsseleri yetişkin bir kuzu kadardır. Boynuzlarıysa, 25 cm.’yi geçmez.
Geyikler, avcıların düşlerinde taht kurdukları av hayvanlarıdır. Bu av tutkunlarının, çatal boynuzlu geyiklere karşı özel ilgileri vardır. Avcılar için, bir kaplan yada panter vurup, evinde postunu yere sermek, ne kadar onur vericiyse, bir alageyik başını duvara germek de öylesine onurlu bir anlam taşır: Bunları nasıl avladığını çocukları ve torunlarına anlatması ise, onlar için anılarının en zevkli hikâyesini oluşturmaktadır.
Geyikler, genel olarak, ormanlık bölgelerde toplu halde yaşarlar demiştim. Her geyik sürüsünün başında güçlü bir erkek geyik bulunur; başkanlığını yaptığı sürünün güvenliği onun görevidir: Çatal boynuzlu başını dâima dik tutarak, vakur bir davranışla sürünün önünde yürür. Her an gelebilecek bir tehlikeyi zamanında sezmek için, hassas kulaklarını dörtbir yana vermiş olduğu halde, sürekli tetikte bulunarak, kuşkulu bakışlarla çevresine bakınıp durur. Böylece, sâhip bulunduğu geyik sürüsü, çevresinde güvenle yayılmalarını sürdürmektedirler.
***
Sonbahar mevsiminin sert ve soğuk rüzgârları, yine ormanı etkisi altına almış bulunuyor; belli ki, sırtı dert dağarcığı yüklü kış mevsimi, yaklaşmak üzere... Ağaç dalllarından sararıp dökülen yapraklar, hırçın rüzgârların nefesiyle çevrede savrulup duruyorlar... Ağaç kesiciler, yaklaşmakta olan kışa olan hınçlarını, ormandan almak istercesine, baltalarını kaldırıp ağaçlara saldırıyorlar.
Göçmen kuşlar, telaş içerisinde çırpınarak çoktan, sıcak ülkelere uçup gitmişler. Ormanın yerli konuğu hayvanların çoğu, kovuklarına, inlerine çekilme hazırlığındalar. Ormanda esen hırçın rüzgârın uğultusu olmasa, akıp giden zamanın nabzı durmuş sanılacak...
Fakat o ne?! Ansızın sinirli bir böğürtü, sonra da telaşlı bir kımıldanış; ardından da film çekme sahnesini aydınlatırcasına çakan şimşek, meraklı bakışlar önüne bir olayı sergileyivermişti. Yamacımızda bir alageyiğin hırsla eşelendiği görüldü. Üstüste çakan şimşeğin gözalan aydınlığında, zaman zaman, geyiğin çatal boynuzları beliriyor; boynuzundaki çatalların çokluğundan, alageyiğin hayli yaşlı olduğu anlaşılıyordu. Ayrıca, geçkin yaşına rağmen dik ve mağrur tutmağa alışkın olan başından, sürüsünün başkanı olduğunu kestirmek zor değildi. Kimbilir bu yaşlı delikanlı, bu ana kadar, sürüsünü yöneltmede ne kadar güçlükler çekmiş, bulunduğu topluluğu korumasını bilmişti.
Görünürde, geyik sürüsü için bir tehlike yok denilebilirdi. Peki! Sürünün başı yaşlı alageyikteki bu huzursuzluk neyin nesiydi?! Neydi onu böylesine hırçınlaştıran durum? İşte bu sırada, sorularımıza cevap verircesine, ulu ağaçların eteklerine sarılmış çalılar kımıldamış; aynı anda da yaşlı alageyik böğürtü salarak hareketlenmişti. Şimdi tabiat ekranımızda bir geyik daha belirivermişti. Ortaya yeni çıkan alageyiğin boynuz çatallarından daha genç olduğu anlaşılıyordu.
Yaşlı alageyik, kısa bir süre, toprağı eşeledikten sonra, ansızın saldırıya geçti. Genç alageyik de hazırlıksız sayılmazdı; yaşlı geyiğin saldırısını ustalıkla savuşturmayı bilmişti; o da döğüşmeyi iyi biliyor olmalıydı; yaşlı geyiğin darbesini çeldikten sonra o da saldırıya geçti. Bu kez ikisinin de hedefi şaşmamıştı; hızla toslaştılar. Çatal boynuzların çarpışmasından çıkan tok sesleri, üst üste yeni darbeler izledi. Öfkeyle birbirine saldıran iki düşman alageyiğin, yorgunluktan, çok hırstan artan solukları, rüzgârın uğultusuna karışırken, tos darbelerinin, gövdelerinde açtığı yaralardan sızan kanlar, savaş uzadıkça güçlerini tüketiyordu. Yine de bu ölüm kalım savaşında yılgınlık göstermiyorlardı.
İki erkek alageyik arasındaki bu savaş sürüp giderken, dişi alageyik sürüsü, bu kanlı olayı, vurdumduymazlık içerisinde izliyordu. Yaşlı alageyik, sahibi bulunduğu geyik sürüsünü elden çıkarmamak için vargücüyle karşı koymasına rağmen, savaşı genç alageyik kazanmıştı. Geyik sürüsünün yaşlı başkanı alageyiğin çatal boynuzları yer yer kırılmış; her yanı kana bulanmıştı. Gücü de tükenmişti artık... Neredeyse, genç alageyiğin ayakları altına serilmek üzereydi. Bunu genç alageyik de anlamış olacak ki, boynuz darbelerini bırakmış; yaşlı hasmının davranışlarını dikkatle izliyordu.
Sürünün yaşlı başkanı, artık yenik düştüğünü biliyor olmalıydı. Orada daha fazla kalıp perişan durumunu sürüdeki geyiklere göstermemek için, düşe kalka savaş alanını terketti. Bunun üzerine genç alageyik, toprağı eşeleyerek, üstüste birkaç kez böğürdü. Bununla zaferini ilan etmiş oluyordu; onun böğürtüsünü duyan sürüdeki dişi geyikler, koşarak genç alageyiğin yanına gelmişler, çevresinde sıçramaya başlamışlardı. Bunlardan bâzısı, yeni genç başkanlarının yaralarını yalayıp tımar etmeğe çalışıyorlardı.
Sürüden uzaklaşmakta olan yenik yaşlı alageyikse, yorgun argın, yaralarından kanlar sızarak, gidebildiği kadar uzaklara gitmek, gözlerden uzaklaşmak istiyordu. Birden, duyduğu çıtırtı üzerine durakladı; yamacındaki çalılıklara kuşkuyla bakındı; sonra da, öteden beri bu alışageldiği davranışının artık gereksiz olduğu bilincine vararak, umursamaz bir davranışla yoluna devam etmek istedi. Bundan böyle, ne için kuşku duyacak, kimler için telaşlanacaktı. Ardında güvencesini ona bağlamış aile topluluğu mu kalmıştı? Bu düşüncenin verdiği duygu içerisinde, üzerine çevrilen tüfeğin namlusuna aldırmadı; hele kaçmağa hiç yeltenmedi. O anda, sâdece, buğulu gözlerinin önünden yaşantısının hayal şeriti hızla geçivermişti. Bundan böyle, ne diye, hangi amaç doğrultusunda yaşayacak; hele hele yeryer kırılarak dökülmüş boynuzlarıyla kimlerin yüzüne nasıl ve ne hakla bakabilecekti.
Avcı, hedefini nişanlamış ve tetiğe dokunuvermişti. Yaşlı alageyik bir anda sarsıldı; kurşunu alnının ortasından yemiş, olduğu yere yıkılıvermişti. Avcılar, yaşlı alageyiğe doğru koşuştular. İçlerinde sevinçten zıplayanlar vardı. Aralarında şakalaşıyorlardı. Hele, alageyiği vuran avcı, zevkten dört köşeydi. Vurduğu alageyiğin başını evine götürecekti. Oysa, yaşlı alageyiği, asla çiğnetmeyeceği onurlu gururu öldürmüş; zelil yaşamaktansa öleyim demiş ve isteyerek mermilere hedef olmuştu.
***
Değerli okuyucularım! Yaşlı alageyiğin, sonu acıklı biten hikâyesinde de biz insanların alacağı ders ve ibret vardır sanıyorum.
Toplum içinde yaşıyoruz. Hepimizin, gerek ailemiz gerekse topluma karşı sorumluluklarımız vardır: Milletimiz, devletimiz, maddî ve mânevî değerlerimizin korunmasında bizlere vazgeçilemez görevler düşmektedir. Gerektiğinde, bu kutsal varlıkları korumak için hayatımız pahasına da olsa, çaba göstermemiz, görevlerimizin en başında olmalıdır. Eğer bir geyik kadar olsun duyarlı ve onurlu değilsek, analarımızın bize verdiği süt ve bunca emekler hepimize haramdır.
Kaynak: Köstebeğin Metrosu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net