[Diyanetten Hikayeler]
Sevgili çocuklar!
Deve denilen iri yapılı hayvanları hepiniz bilirsiniz. Kiminiz onları yakından görmüş, kiminiz de dergi ve kitaplardan ya da televizyon ekranlarından, dizi dizi kervan katarları halinde izlemişsinizdir.
Boyunlarında asılı iri çan ve çıngıraklar olduğu halde, önlerinde onları yönlendiren bir eşeği izleyerek, birbirine bağlı diziler halinde, devecilerin eşliğinde, hörgüçlerine yüklü ağırlıklarla, yorulmak nedir bilmeden, mesafeler tüketerek yol alır giderler. Köpüklü ağızları durmadan geviş getirir durur. Ne iniş, ne yokuş, ne ham yol ne de çöl demeden yürürler, yürürler... Onlara çöl şömendöferi dense yeridir.
Develer, açlığa ve susuzluğa dayanıklı hayvanlardır. Hörgüçleri, bir besin deposudur sanki... Onlara birer yağ tulumu denebilir. Deve fırsat bulursa haylice su içer; gereğinden fazlasını midesinde depolar. Bir avuç arpa ya da beş on hurma tanesi onu tok tutmaya yeter. Yiyecek besin bulamadığı zaman, hörgücüne depoladığı yağını eriterek beslenir.
Develer, inatçılıkta eşeğin önünde yer alır. İnsanlar arasında “Deveye hendek atlatma” deyimi onların inatçılığının âdeta simgesidir.
Sevgili çocuklar! Toplu yaşayan hayvanlar arasında da, insanlarda olduğu gibi, geçimsizlik sonucu, dolaşmalar kavgalar görülmektedir. Koyun süreleri içinde sık sık koçların toslaştığı, sığır topluluklarında boğa ve tosunların boynuzlaştıkları olur. Kümes hayvanları arasında hindilerin kabararak birbirleriyle kavga ettiklerini görmüşsünüzdür. Hele horozların birbirleriyle döğüşü görülmeye değer. Bunların hind horozu denilen türlerinin döğüşmesi, savaş yaparcasına kanlı olmaktadır.
Bazı insanlar, kavgacı olarak sözünü ettiğim horoz, boğa gibi hayvanların inatçılıklarından yararlanmayı düşünmüşler; bunları birbirleriyle döğüştürerek bir geçim yolu bulmuşlardır. Bu gün bu döğüşcü hayvanlar, çeşitli ülke halkları arasında yaygın biçimde, rinkler ve alanlarda döğüştürülmekte; bunlar üzerinde müşterek bahisler oynanmaktadır. Bu kanlı döğüş oyunlarının ülke çapında en yaygın biçimde uygulananı boğa görüşleridir ve azgın boğalar ile “matador” denilen boğa güreşcisi insanlar arasında yapılmaktadır.
Ülkemiz Türkiye'de ise, boğa güreşlerini andıran biçimi, Ege Bölgesi'nin Manisa ilimiz yöresinde, develer arasında, güreş biçiminde yapılmaktadır.
Sevgili çocuklar, işte bu yazımda size, Ege Bölgesinde yaptığım bir gezi sırasında, izlediğim develer güreşini, hikâye konusu ederek anlatacağım.
Şimdiye kadar er meydanı çayırlarında, cazgırların yönettiği ve davul zurnaların eşliğinde, pek çok pehlivan güreşleri seyretmiştim. Horozların rinklerde döğüşünü de birkaç kez izlediğim olmuştu. İspanyol boğa güreşlerini ise televizyon ekranlarından üzüntüyle izlemiş; bir hayvan da olsa, boğaların, matador denen boğa güreşcisi ve yardımcıları tarafından, kılıç ve mızraklarla öldürülüşlerine “Oley!..” diye çığlık atan seyircilerin nasıl zevkten dörtköşe olabildiklerine akıl erdirememiştim.
İşte şimdi de, seyircilerin halkalar halinde çevirdiği geniş alanda, iki devenin güreşini seyredecektim.
Yine, er meydanı çayırlarında, güreş tutan pehlivanlara eşlik ettiği gibi davul zurnalar cenk havaları çalıyor, alanı çepe çevre birkaç kez dolamış, çok kalabalık, bir halk kuşağı, pehlivan develerin güreş alanına çıkmasını bekliyorlardı. Bu bekleyiş pek uzun sürmemiş; birden alanı çeviren seyirci çemberinin bir yanında başlayan kaynaşmanın ardından, sahipleri tarafından yedilen develer, peş peşe alana girmişlerdi.
Güreşci develerin ikisi de yiğit mi yiğitti. Her iki deve de sahipleri tarafından pehlivanlıklarına yaraşır bir görünümle, aksesuar ile süslenmişlerdi. Hörgüçleri üzerine yerleştirilen renkli kumaşlarla kaplanmış semerleri olduğu halde, boyunlarından sarkıtılmış çıngırakların madeni ritimle çıkardığı seslerle, birbirlerine yönelen develerin kapışması görülmeğe değerdi. Birden develerin çevresini yoğun bir toz bulutu kaplamış; hırsla birbirine saldıran develer kördüğüm oluvermişlerdi. Şimdi iki güreşci devenin, her zaman geviş getirirken görülen ağızlarından köpüklü salyalar akıyor; zaman zaman yükselen böğürtüleri, seyircilerin şamatalı gürültüsüne karışıyordu.
İki pehlivan devenin itişip kakışmaları anında, zorlananın dizleri üzerinde yere çöktüğü oluyor; kimi zaman birbirine dolanan boyunların kanırılışından canı yanan devenin acıdan homurtusu işitiliyordu.
Bilmiyorum bu kör döğüşü güreş, ne kadar sürmüştü. Develerden birisi pes etmiş, ayağa kalkıp ters yüz ederek kaçmaya başlamıştı; kaçanın yöneldiği seyirci çemberi, âdeta yarılırcasına açılmış; yenik deve buradan kendisini dışarı atmıştı. Ne var ki, güreşi kazanan deve hırsını alamamış olacak ki, ağzından köpüklü salyalar akarak yenik deveyi bir süre kovaladı.
Zorlu güreşi kazanan devenin sahibi ve taraftarları,coşku ile zıplıyor ve alkış tutuyorlardı. Kaçan deveyi hırsla kovalamakta olan şampiyon devenin yakınları, onun önünü keserek yakaladıkları zaman, yenik deve daha fazla kaçamamış; seyirci çemberinin dışına çıkar çıkmaz, bitkinlikten olduğu yere çöküvermişti.
Şampiyon devenin sahibi, ortaya ödül olarak konulan potuğu, (deve yavrusu) kazanmış bulunuyordu.
Baş pehlivan devenin ise saygınlığı kat kat artmıştı. Üstelik yiğintisi de artacak; bir başka güreşe kadar ahırında yan gelip yatarak ve geviş getirip duracaktı. Oysa yenik devenin durumu kötüden de kötü olacaktı. Önce sahibinden kötü sözler işitecek; bu kadarla da kalmayacak, belki kendisini çöller aşan bir kervanda hamallık yaparken, ya da bir mezbahada kesim hayvanı olarak bulacaktı.
Şu anda yenik deveyle ilgilenen yoktu. “Düşenin dostu olmaz.” Ata sözümüz kulağımda yankılanırken, yere çökmüş olan deveye yaklaştım. Çökmüş olduğu yerde üzgün biçimde bakınıp duruyordu. Gözleri ıslak gibiydi; sanırım ağlıyordu. Yüreğim bir yaraya dokunmuşcasına sızlayıvermişti. Yamacına geçerek, ben de diz üstü yere çöktüm. O anda da devenin üzgün bakışlarıyla karşı karşıya geldim. Bana, gözleriyle birşeyler söylemek istiyor gibiydi; konuşabilse ancak bu kadar anlatabilirdi. Sanki imayla bana şöyle diyordu:
Şu alanda olanlara tanıksınız değil mi? Bana kızacak olsanız da yine söyleyeceğim: Ademoğlu denilen şu hemcinsleriniz var ya! Öylesine benciller ki! Kendileri üç öyün tıkınıp dururlarken, bizim yeterince besin alıp almadığımız hiç akıllarından geçmez. İniş, yokuş, uzun yol, çöl demeden, sırtımıza yükledikleri ağırlıklarla bize günlerce yem yedirmeden, su içirmeden menziller arşınlatır dururlar; bazen de işte bugün gördüğünüz gibi güreşci yerine koyup birbirimizle boğuştururlar. Bu yarışta elbet de daha güçlü olan kazanacak... Yenilecek olansa benim durumuma düşüp aşağılanacak...Biz develer, yaratılışta iri ve güçlü, insanların yanında eşeklerden daha aşağılanan canlılarız. Eşek denilen bize göre ufak yapılı yaratığa, bizden daha çok önem verirler; onları, koskoca deve katarlarını önüne koyup bizi onlar tarafından yönlendirirler. Sonra da biz develere, inatçı ve kinci gözüyle bakarlar. Bu durum karşısında kızmakta haksız mıyız? İşte bu yüzden de bazen inadımız tutar, yamacımıza dikilen arsız yüzlere tükürürüz...
Kaynak: Fareler Ve Pireler - Mehmed Zekâi ERYALAZ, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|