[Diyanetten Hikayeler]
Emine Kadın yine derinlere dalmıştı. Bu, onun hayatında, katlanmak zorunda olduğu kaçıncı acıydı. Elem ve ızdırabın bulandırdığı silik ve sönük geçmiş şimdi gözlerinde bir bir canlanıyordu. Kendini bildiği günden beri üzüntüyle yoğrulmuş, sevinci tanıdığı ve tattığı günler hemen hiç olmamıştı.
Bir kaza sonucu kocasını kaybettikten sonra oğlu küçük Ali ile kimsesiz ve çaresiz kalan Emine’ye acıyan komşular elbirliği ederek onun bu hastaneye hademe olarak girmesini sağlamışlardı. Cömertliği israf derecesine vardıran rahmetli kocasının sağlığında bir kenara üç-beş kuruş ayırmaları mümkün olmamıştı. Kirayı ödeyemez duruma düşünce sokağa atılan Emine Kadın derme-çatma bir-iki eşyasını da eskiciye neredeyse bedava vererek oğlu Ali’yle birlikte, çalışmakta olduğu hastaneye sığınmış, izbe bir köşede, terkedilmiş bir odada barınmaya başlamışlardı.
O gün hastane başhekiminin karşısına çıkıp durumunu anlatan Emine Kadın:
– Tek düşündüğüm, yetim Ali’min bir çatı altında barınması, sıcak bir çorbayla doymasıdır. Onun tek ihtiyacı bir parça sevgi ve şefkatten ibarettir, diyordu.
Ali’yi çocuk yuvası’na vermesini önermişler, Emine Kadın bunu kabul etmemişti:
– O benim tek varlığım, ondan başka kimsem yok. Gözümün önünden, dizimin dibinden ayırmak istemem. Hem sonra çok uslu ve sessiz bir çocuktur. Kimseye zarar vermez, diyordu.
Başhekim ufak-tefek yapılı kadıncağızı dinlerken bir taraftan da melul-mahzun, boynu bükük, benzi soluk yetim Ali’yi inceliyordu. Emine Kadın konuşmasını bitirip susunca Başhekim Ali’nin çenesini ve saçlarını okşayarak:
– Peki Emine Hanım, sen üzülme. Bir çaresini buluruz elbet dedi. Kadıncağızın sevincine diyecek yoktu:
– Hay Allah razı olsun Doktor Bey. Beni ciğerparemden ayırmadınız. Allah tuttuğunuzu altın etsin, ne muradınız varsa versin, diyerek hayırdualar etti. Bir taraftan gözyaşlarına yol vermiş, biricik varlığı oğlunu kollarıyla sımsıkı sarmıştı.
Yedi yaşında bulunan Ali o yıl okula da başlamış, derslerine ve arkadaşlarına çabucak uyum sağlamıştı. Sevimliliği ve iyi huyu ile kısa zamanda kendisini öğretmene ve hastane personeline sevdirmişti. Gözü-gönlü tok, düşünceli ve gayretli bir çocuktu. Hem okulda, hem hastanede el üstünde tutulan ve üstüne titrenen bir varlık olmuştu. Öğrenim hayatı ona neş’e ve canlılık kazandırmıştı.
Lakin Ali’nin bu durumu pek uzun sürmedi. Bir süre sonra her şeye karşı bir isteksizlik duymaya başladı. Sessizce kabuğuna çekilmiş gibiydi. Gülmüyor ve konuşmuyordu. Zaten zayıf olan bünyesi daha da incelmiş, iğne-ipliğe dönmüştü. Dalıp dalıp gidiyordu. Gözlerinin feri sönmüştü. Günler geçiyor, Ali annesinin ve sevenlerinin gözleri önünde eriyip gidiyordu.
Artık hastalığı belirgin bir hal alınca okula gidemez oldu. Ateşler içinde baygın yatıyor, sık sık soluyarak arada bir inliyordu. Gece uyku arasında irkilerek uyanıyor, annesinin boynuna sarılıyordu. Zavallı Emine Kadın’ın hali perişandı. Tek varlığı, biricik oğlu sönen bir sabun köpüğü gibi gözlerinin önünde yokluğa doğru gidiyordu.
Okulda ve hastanede Ali’nin durumu konuşuluyor, herkes onun iyileşmesi için dua ediyordu. Emine Kadın Başhekim’e yalvarıp yakarıyordu:
– Kocam da bu hastanede öldü, onu kurtaramadık. Yetim Ali ondan bana kalan tek yadigar. Ne olur, kurtarın oğlumu. Ölmesine izin vermeyin. Kulunuz, kurbanınız olayım. O benim hayatta her şeyim, desteğim, tek güvencim.
Başhekim:
– Üzülme Emine Kadın, elden gelen yapılacaktır. Allah’tan umut kesilmez. Sen yüreğini ferah tut. Metanetli olup çocuğa moral vermek de sana düşüyor, dedi.
Doktorlar Ali’yi bir güzel muayene etmişler, teşhisi de koymuşlardı: Kan kanseriydi ve durumu ümitsizdi. Yapılacak bir şey yoktu. Kadere karşı gelinmezdi. Buna rağmen tıbbın bütün imkanları kullanılacaktı.
Ramazan ayı gelip geçmiş, bayram gelip çatmıştı. Yetim Ali hasta döşeğinde dalgın uyuyor, arada bir iniltiyle irkilerek gözlerini aralıyordu. Öğretmeni ve arkadaşları ziyaretine gelmişler, ona çiçekler, hediyeler getirmişlerdi. Hastane personeli de girip çıkıyorlar ve ona derin bir şefkat gösteriyorlardı. Ali’nin bakışları ve gülümseyişi pek hazindi. Gelenleri tanıyor, onlara ancak gözleriyle mukabele edebiliyordu.
Birden, hastane koridorlarında yankı yapan bir feryat işitildi:
– Yetim yavrum Aliiim!.. Beni kimlere bırakıp gittin? Sensiz anneciğin ne yapsın, başını hangi taşlara vursun?
Ertesi gün bayramın ikinci günüydü. Biricik oğlunun tabutuna sarılıp baygınlıklar geçiren Emine Kadın’ı hemşireler zor yatıştırdılar. Babasının yanında toprağa verilen Ali’yi uğurlamaya gelenlerin gözyaşları taze toprağı ıslatıyor, okunan Kur’an ayetlerine eşlik edercesine serpilen çiçekler bu küçük kabri bir cennet bahçesine çevirmiş bulunuyordu.
Kaynak: Minik Yürekler - Yücel İPEK, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|