[Aşk Hikayeleri]
HEDİYE [Aşk Hikayeleri]
Saydı durdu elindeki parayı. Yoksulluk işte... Yetmiyor, yetmiyor, yetmiyordu! Bu üçüncü sayışıydı. Emin olmak istiyordu. Bakkalın, kasabın, manavın borcunu ödedikten sonra elde kalanın hepsi bu kadardı işte!
Kanepenin üstüne kapanıp ağlamaktan başka çaresi yoktu. Başını ellerinin arasına aldı. Kalbi sıkışmış gibiydi. Çaresizlik duygusu hıçkırıklarını derinleştiriyor, göz yaşlarının selinde umutları akıp gidiyordu.
Kirası ucuzca bir evde oturuyordu. Bir oda ve bir mutfaktan ibaret ev, gün ışığına küskün gibiydi. Odayı boydan boya sürüyüp giden soğuk hava dalgası, içinde yaşadığı yalnızlık duygusunun yanında çok sıcak kalıyordu.
Eski püskü kapının yanındaki zile ismini yazdırmayı bile fazla görmüştü. Belki de zil çalışmıyordu bile! Kimsenin parmağını uzatıp basamayacağı kadar dostluklardan uzak bir yerdi kapının zili. Hele de ahşabı çoktan eskiyip boyaları dökülmüş posta kutusu! Hiç mektup yüzü görmemişti.
Apartmanın giriş kapısından aşağıya doğru inen merdivenlerin bittiği yerde iki kişilik bir hayat yaşanıyordu. Sadece iki kişilik. Asgari ücretle çalıştığı işinden dört vasıtaya itiş- kakış binerek, saatler sonra kimsenin yüzünü görmediği kapıya varan adam, güneş gibi bir tebessümle karşılanır, bahar kokulu bir kucaklamayla içeri buyur edilirdi. Her şeyden yoksun olmalarına rağmen, başka herkesin yoksulu olduğu, kimsenin parayla satın alamadığı şey bu kapının arkasında fazlasıyla vardı. Aşkın sıcağıyla ısınıyorlar, aşkın aydınlığında yaşıyorlardı.
Ağlamasını kesti. Aynada mahzun yüzünü seyretti. Kaldırıma kıvranmış kediyi seyre daldı. Kaldırımla aynı hizadaki penceresinden başkalarının göremediği ayrıntıları görebiliyordu. Kediye kimsenin bakmadığı bir açıdan bakabiliyordu. Onun hayatını ayaklar altındaymış gibi küçümsemeden fark edebiliyordu. Başkalarının küçümsediği onun gözünde büyüktü, başkalarının büyük bildiklerini de küçümsüyordu.
Yarın evlilik yıldönümleriydi. Eşine alacağı hediye için kuruş kuruş biriktirdiği para üç defa saymasına rağmen yetmiyordu. Saymakla artmıyordu işte! Başkaları için o kadar büyük bir para değildi ihtiyaç duyduğu miktar; ama başkaları için büyük olan aşkına değer bir hediyeye yetişmiyordu işte! Ne hayaller kurmuştu oysa! Eşine alabileceği güzel şeyleri düşünerek geçirdiği saatler bile en büyük mutluluk nedeni olmuştu. Güzel, nadir ve gümüşten bir şey almalıydı. Aşkları kadar güzel, birliktelikleri kadar nadir, sevgi dolu bakışları gibi gümüş renkli bir şey!
Derin hayallerden sıyrılıp aynanın karşısına geçti tekrar. Sırları dökülmüş aynaya vuran soluk yüzünde belli belirsiz bir tebessüm belirdi. Gözlerinin mavisine saklanmış aşkla aydınlandı aynanın yüzü. Gökten yeryüzüne inmiş bir peri gibiydi. Sarı saçlarını saldı birden. Sarı bir fırtına gibi omuzlarından aşağıya salındı saçları. Yüzüne düşen gölgeler yüzünün kadınsı yumuşaklığını iyice ortaya çıkardı. Yoksulluğun derin çizgiler bıraktığı alnından aşağıya sarkan perçemi bir eliyle kenara itti. Gözleri parıldadı. Yeni bir umut değdi bakışlarına...
Onca yoksulluğun içinde iki güzel zenginlikleri vardı. Biri eşinin büyükbabasından babasına geçen, babasından da kendisine geçen altın saati; öteki de kendisinin omuzlarından ta dizlerinin altına kadar kıvrıla kıvrıla inen altın sarısı saçları. Ah o saçlar! Pamuk Prenses'in üvey annesinde olsaydı, aynası ister istemez üvey anneyi güzel ilân ederdi. Kül Kedisi'nin perileri bile böylesine güzel bir saç yapamamışlardı ona. Rasputin'in pencereden uzattığı saçları böyle olsaydı, beyaz atlı prens altın sarısı saçların büyüsüne kapılıp çoktan unuturdu sevgilisini kaçırmayı. İhtimal Hz. Süleyman'ın hazineleri arasında da böylesine kıymetlisi yoktu.
Aklına geleni yapmaya karar verdi. Saçlarını geri topladı alelacele. Eski ceketini sırtına geçirip kapıya yöneldi. Uzun eteklerini savura savura çıktı merdivenleri. Gözlerindeki umut ışığı giderek parlıyordu. Kaldırıma kıvrılmış kediye aceleci bir bakış atarak hızla yürümeye devam etti.
Az sonra önünde durduğu dükkanın vitrinini birbirinden güzel peruklar süslüyordu. Peruklara müşteri değildi elbette! Kısa bir tereddüt anı yaşadı. Saçlarını yokladı eliyle. Avuçlarının içindeki serin kaygan dolgunluğu hissetti. Sonra birden savurdu saçlarını. Saçlarıyla birlikte tereddütleri de savrulmuş, dağılmış gibiydi. Merdivenleri çıktı telaşla! Perukçu kadın kalın gözlüklerini kaldırıp dikkatle baktı. Alışkanlık eseri yüzünden çok, saçlarını süzmeye başladı genç kadının. Kadının duymak istediği şeyi söylemeye hazırdı zaten: "Saçı mı satın alır mısınız?" Mırıltıyla konuşabilmişti ancak. Tereddüdü kalbinden atmıştı ama dilinin altında duruyordu hâlâ. "Alırım" dedi kadın tok bir sesle. "Hele bir çözün saçlarınızı da görelim."
Tek bir hareketle açtı tokasını. Sarı çağlayan aşağıya doğru aktı. Kadın saçlarını elleriyle yokladı. Yüzüne bir beğenmişlik ifadesi yayıldı. Saçının ne kadar edeceği konusunda bir fikri yoktu. Peruk ustası saçlarının ucuna vardığında fiyatını da söyledi. Alacağı hediyeyi karşılıyordu! Kandırılmayı bile göze alarak razı oldu fiyata. "Çabuk verin!" dedi. Bir taraftan da kadının uzattığı sandalyeye oturuyordu. Ustanın makası hiç zorlanmadı bu eşsiz güzellikteki saçları dibinden keserken. Makasın ensesindeki dokunuşunu, ipek saçları keserken çıkardığı sesleri yarı buruk yarı sevinçli bir halde dinledi.
Bundan sonraki iki saatin sanki pembe kanatları vardı. Aşkına lâyık bir armağana erişebilmenin doyumu ile uçarak adımladı sokakları. Sonunda aradığını buldu. Sanki yıllardır onun için saklanmış gibiydi. Gezdiği dükkanların, seyrettiği vitrinlerin hiçbirinde buna benzer bir şey görmemişti. Bulduğu hediye de ona tebessüm ediyor gibiydi. Sade ve zarif değerini bir sürü süsle değil de maddesi ile belli eden platin bir saat zinciriydi bu. Eşinin dede yadigârı altın saatini mükemmel bir uyumla tamamlayacaktı. Zincir kocasının kolunda olacaktı bundan böyle! Sessizlik ve değer: platin zincirin parıltısında bu iki şeyi okudu. Değeri yüksek olan sessiz kalırdı; sessizliğe razı olan da değerinden emin olandı. Sarı saçlarından kazandığının hemen hepsini zincire ödeyerek, elinde kalan birkaç kuruşla eve döndü. Saati zincire bağlı olduğu sürece eşi her kimin yanında olursa olsun, zamanı merak edebilirdi. Saatinin eşsiz güzelliğine rağmen zincir yerine kullandığı deri kayış yüzünden herkesin arasında çıkarmaktan utanırdı.
Eve dönünce aşkın başına getirdiği tahribatı, cömertliğin oluşturduğu eksiklikleri seyretti aynada. Aynanın dili olsaydı, üzüldüğünü söylemek için hangi kelimeleri arardı? Sarı saçların gölgesinden yoksun kalan bu tatlı yüzün hüznünü nasıl dillendirebilirdi? Saç maşalarını çıkararak tahribatı onarmaya, eksikleri kapatmaya çalıştı.
Kendi kendine "İnşallah, yüzüme doğru dürüst bakmadan beni öldürmeye kalkmaz!" dedi. "Ama ne yapabilirdim ki?" dedi içinden. "Nasıl hediye alabilirdim ki?"
Saat yedide kahve hazır; akşam yemeğini pişirmeyi bekleyen tava sıcak sobanın üzerindeydi. Eşi asla geç gelmezdi. Zinciri avucunun içine alarak kapının yanındaki iskemleye oturdu. Biraz sonra ayak seslerini işitti. Bembeyaz kesildi. Yine de korkuyordu. Küçük olayları bahane edip küçük sessiz dualar etme alışkanlığı vardı. Şimdi de "Allah'ım ne olur, beni ona yine güzel göster!" diye mırıldanıyordu.
Kapı açıldı. Eşi içeri girdi. Kapıyı kapattı. Çok zayıf ve ciddi görünüyordu. Sadece yirmi iki yaşındaydı. Bu yaşta aile geçindirme derdi açılmıştı başına. Yeni bir paltoya ihtiyacı vardı. Tek bir eldiveni bile yoktu.
Gözlerini karısına çevirdi. Gözlerinde okuyamadığı ifade karısını korkutmuştu. Öfkeli değildi bakışları. Hayal kırıklığı da değildi. Dehşet hiç değildi. İhtimal verip hazırlandığı bakışlardan hiçbiri değildi. Yüzündeki o tanımsız ifadeyle karısına bakıyordu.
Kocasına doğru yaklaştı. "Sevgilim," diye bağırdı. "Ne olur, bana öyle bakma. Saçımı kestirip sattım. Sana bir hediye almadan evlilik yıldönümümüzü geçiremezdim! Yine büyür! Zararı yok değil mi? Hem, benim saçım çok çabuk büyür. Haydi, üzülme de birlikte mutlu olalım. Bilemezsin sana ne kadar güzel bir hediye aldım."
Genç adam anlamaya çok çalıştığı halde, hâlâ anlayamamış gibi güçlükle, "Saçını kestirdin ha!" diye inledi.
"Kestirdim ve sattım" dedi kadın. "Beni eskisi gibi sevmiyor musun yoksa? Sadece saçım kesilmiş, ben yine eski sevgilinim, değil mi?"
Adam merakla etrafına bakındı. Yine aptalca bir ses tonuyla inledi: "Saçın gitti demek ha!" Genç kadın yalvarırcadına cevap verdi: "Boş yere arama. Satıldı diyorum sana. Bana kızma. Senin için kestirdim onları." Birden sesini tatlandırarak konuşmasını sürdürdü: "Belki saçlarım sayılıdır, ama sana olan aşkımı ölçmek mümkün değil. Yemeği pişireyim mi?"
Adam daldığı şaşkınlıktan çabucak uyandı. Kadınını kucakladı. Olmayan saçlarını okşarmış gibi ellerini kadının ensesinden omuzlarına, omuzlarından beline kadar gezdirdi.
"Seni sevdiğimden şüphen olmasın sevgilim!" dedi karısının gözlerinin içine bakarak. Elleri kısa saçlarının arasında dolaşıyordu. Dudağında ince bir tebessümle devam etti. "Yeryüzünde bana seni daha az sevdirecek bir saç tarzı yoktur."
Elini paltosunun cebine attı. Pembe bir kurdelayla bağlanmış küçük zarif bir hediye paketi çıkardı. Karısının beyaz ellerine bıraktı. Kadın kurdelayı hızla kopartıp ambalajı parçaladı.
Ancak, ardından sevincin çılgın haykırışı gelmedi. Tersine, evin erkeğinin yatıştırmak için olanca gücünü kullanmasını gerektiren kadınlığın isterik hıçkırışları ve ağlayışları işitildi. Paketin içinden taraklar çıkmıştı. Genç kadının uzun zamandır bir mağazanın vitrininde görüp hayran kaldığı taraklar. Gerçek kaplumbağa kabuğundan, elmas kenarlı, altın sarısı saçlara tam uyacak renkte taraklar... Çok pahalı olduklarını biliyordu. Bir gün kendisinin olacağını ummadan onları ne kadar çok arzulamıştı. Şimdi elindeydiler işte. Ama tarakların dokunup okşayacağı altın sarısı saçlar yerinde değildi.
Tarakları göğsüne bastırıp nihayet yaşlı gözlerini ve gülümseyen yüzünü kaldırdı. "Saçım o kadar çabuk büyür ki, sevgilim!" diyebildi.
Kocasına aldığı eşsiz güzellikteki hediyeyi henüz gösterememişti. Açık avucunu ona doğru uzattı. Sessiz zincirin üzerindeki parıltılar aşkının ateşini ve ruhunu yansıtıyor gibiydi. "Ne kadar güzel değil mi? Bunu bulmak için bütün şehri altüst ettim. Şimdi artık günde yüz defa saate bakabilirsin. Saatini ver bakayım, yakışacak mı?"
Adam saatini uzatmadı. Uzatamadı. Ellerini başının arkasına koyarak gülümsedi. "Sevgilim," dedi, "haydi hediyelerimizi bir kenara koyalım da, bir süre orada kalsınlar. Şimdi kullanamayacağımız kadar güzel ikisi de. Bu tarakları almak için saatimi sattım. Hadi şimdi yemeği hazırla bakalım!"
(O. Henry'den uyarlanarak)
________________________ Kaynak: Senai Demirci, Aşka Adanmış Öyküler Hazırlayan: Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|