[Aşk Hikayeleri]
AŞKIMIZ HAŞRİMİZDİR [Aşk Hikayeleri]
Sevmek insanın teninden ötededir. Aşk bedenden âlâdır. Sevgi ve aşk tenleri buluşturur, bedenleri kavuşturur. Sevgi ve aşkın öznesi kalptir, nesnesi ve vesilesi cisimdir. Aşk, bedenimize dokunur ancak orada kalmaz. Sevgi, tenimizde hissedilir ancak burada yerleşmez.
İnsan kalbi, sevdiği şeyi sonsuzcasına var farz edip öyle sever. Sınırlı bir zamana sığmaz sevgi; dar vakitlere yakışmaz. Sonu gelmeyen bir anın orta yerinde açılır sevginin kanatları. Aşk, buraya ve şimdiye razı olmaz. Aşk, akşamı olmayan bir gün arar kendine. Kalp zevale gidenlere bağlanmaz, batan şeylerle avunamaz. Oysa ten öyle mi? Ten sadece şimdiye aittir; sevginin ötelere uzanan kanatları yanında kısa kalır. Beden buradadır; kalbin zamanları aşan arayışını dindirmez.
Aşkın öznesi ile nesneleri arasındaki bu onulmaz çelişkiyi görmek ve tahlil etmek gerek, Ten aşka yetmiyor; beden sevgiyi taşıyamıyor. Peki ya öyleyse, ne yapmalı? Hiç sevmemeli mi? Yoksa, sevmeyi tenden, dünyadan, bedenden tümden koparmalı mı? Hiç sevmemek mümkün görünmüyor, hem sonra fitrî de değil. Sevmemek katılaşmayı gerektiriyor; eşyadan körü körüne soğumayı gerektiriyor. Sevmemek kabul edilebilir bir şey değil. Ancak sevmeyi, tenden, cisimden geçirip, sırf ruhanileştirmek de makbul değil.. Bunun kapısı da kuru bir ruhbanlığa çıkıyor.. Aşk hem tende yaşanmalı, hem teni aşmalı.
Bu çelişkiyi çözmenin bir yolu var mıdır? Elbette... Helal sevmek ve helalinden sevmek. Helal sevmek, hem ten lezzetini ve beden hazzını karşılar hem de ruha ve kalbe doyum sağlar. Kalbin beka tutkusu tenin fenasında helal adına gerçekleşir. Helal sayesinde tenin tenhasında aşkın sonsuz ve sınırsız arzuları tatmin olur.
Bu dünyadan sonra sonsuzluğu yaşayacağımıza dair belirtileri, yani yeniden ve ebediyen diriltilme gerçeğini, fani ve zail eşya üzerindeki beka tecellilerini okuyarak keşfederiz. Burada gördüğümüz suretler bizi sonsuzcasına seveceğimiz bir güzelliğin pırıltılarına aşina eder, aşık eyler. Öyleyse bu suretlerin yok olması, yitip gitmesi ve tükenmesi tıpkı bir aynanın kırılmasına benzer. Ayna kırılsa da aynada görünenler kalır, yansıma kaybolsa aslı sabit kalır. Öyleyse, insan kalbinin arzu ettiği ne ise o olmalıdır. Bunca surete bizi aşine eden güzelliğin bunca tecellisiyle gönlümüzü hoşnut eden, elbette, bizi suretlerin ötesindeki hakikatle buluşturacak, tecellilerin aslına kavuşturacaktır. Sonuç olarak, şu anda muhatap olduğumuz fani, zail, geçici varlıkları ve güzellikleri, ebedi bir saadet gerçeğinin eşliğinde anlamlandırabiliriz ve hakkıyla algılayabiliriz.
Eğer ebediyet yoksa, şimdi burada gördüklerimiz, temas ettiklerimiz, duyduklarımız, hissettiklerimiz gerçek dışına itilir. Burada gördüğümüz güzelliklerin, mükemmelliklerin sûretleri ardında bir ebediyet hakikatı, nihayetsiz lezzet ve saadet derinliği yoksa, sûretler kaybolur, erir, yok olur, sahteleşir. Süreti hakikat eyleyen, görünür olanı gerçek eyleyen bekadır, ebediyettir. Haşir olmayacak olsaydı, kainatta, baştan sona tecellilerini, yansımalarını gördüğümüz şefkat, hikmet, adalet, inayet gibi görüntüler tam tersine dönerdi. Yeryüzünde görünen şefkat yansımalarının ardında sonsuz zamanlarda hiç eksiksiz şefkat eden Rahman ve Rahîm bir Zat yoksa, görünen şefkat, tam zıttına dönüşür, nihayetsiz bir acımasızlık olur. Hikmet, üzerimizde ebediyen tecelli etmeyecekse, abesiyet oluverir. Adalet, eksiksiz ve sonsuz bir hakikat olarak bizi bekliyor değilse amansız bir zulme dönüşür. Üzerimizde tecellilerini yaşadığımız inayet, sınırlı bir zamanda kalacak sonra ebediyen kesilecekse, dehşetli bir çaresizliğe düşürür hepimizi.
İşte aşk da böyledir. Kalbimizi, nikâh gibi ebediyen sevme niyeti olmaksızın tenlerde görünen güzelliklerin ardına düşürüyorsak, kalbimiz dehşetli firaklarla yaralanacak ve aşkımız da sahteleşecektir. Sevmemizi, helâl dairesi içinde değil de, kaçamak cismânî lezzetler, anlık bedenî hazlar üzerinde gerçekleştiriyorsak, eksik ve yaralı, telaşlı, gamlı, acılı bir sevgimiz var demektir. Buna göre, sevgilerini fani mahbubların fani güzellikleri üzerine oturtanlar gerçekte seviyor değiller. Kalblerini sırf tenin yüzünde gezdirenler, bedenden öte geçemeyenler aşkı baştan yitiriyorlar.
Nasıl ki ebedi saadet müjdesi, fani hayatımıza bir ebedî saadet tohumu ekiyor, öyle de, ebediyen sevme ve sevilme vaadini saklayan helâl sevmeler de zail tenlerde yaşadıklarımızı, fani bedenlerde hissettiklerimizi sahih sevmelere, eksiksiz lezzetlere kalbediyor. Böylece, ne kalbimiz aşsız, ne tenimiz aşksız kalıyor. Tenden de candan da vazgeçmek zorunda kalmıyoruz. Teni can için seviyor, canı ten içinde yeniden ihya ediyoruz..
Hasılı, aşkımızı ancak haşrimizin gölgesinde yaşayabiliriz. Helalimiz öylece cennetimiz olur. Sonsuzca yaşama müjdesiyle, sevmek bir kevser tadında eksiksiz ve gamsız, helâlimiz bir hûri güzelliğinde ve cezbesinde yârimiz olur, yakınımızda kalır, yanımızda durur. Sevgimizi helal niyetiyle sahihleştirirsek, helalimiz de sahiden sevgilimiz olur. Şimdi ve burada.. Aşkı helal dairesi dışında arayanların elleri de, kalpleri de boştur.. Onların "güzeller"i kof. Onların lezzetleri boş! Onların keyifleri yok! Güzel olan sadece helalimizdir. Güzel olan cennetten ödünç aldığımız "mutahhar" helâl kadınımızdır.
________________________ Kaynak: Senai Demirci, Aşka Dair Öyküler Hazırlayan: Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|