Bizler az olan ünlüleri bilir, milyonlarca isimsiz kahramanı tanımayız. İşte o ünsüz kahramanların hikayesi.
[Tanıdığım Ünsüzler]
Bir garip ölmüş diyeler Soğuk suyula yuyalar
Üç günden sonra duyalar Şöyle garip bencileyin
Diyen Yunus Emre, kendi çağından yıllar sonra üne kavuşur.
Kendi çağında görevini yapmaya çalışan binlerce milyonlarca insan, evinin sofrasına tabak olsun diye ağaçtan maşrapa oymuş, topraktan çanak yapmış, camdan bardak yapmış. O kendi ihtiyacını ve çevresindekilerin ihtiyacını karşılamış ama bin yıl sonraya kalabilen o basit eseri, sanat eseri olmuş ve ünlü müzelerin en seçkin köşelerine kurulmuş ve sahibini de üne kavuşturmuş.
Adı sanı kalmamış, mezar taşı bile olmamış, geriye elle tutulur, gözle görülür eser bırakmamış gibi olan nice insanlar vardır ki, bizler onların eseriyiz.
Fatih gibi bir komutan devlet başkanın, Baki gibi bir şairin, İbn-i Kesir gibi bir müfessirin, İbn-i Sina gibi bir doktorun dokuzuncu dedesinin yediği ekmeğin buğdayını üreten çiftçilerin, bu ünlülerin yetişmesinde emekleri var demektir.
Ünlüler az olduğundan, ünsüzler de çok olduğundan biz ünsüzleri tanımayız ve onların eserlerini göremeyiz. Yaratılan her şeyin eseri var demektir.
Elle tutulamayan, tüy kadar ağırlığı olmayan, varlığı ışığa bağımlı olan gölgenin bile eseri vardır. İstersiniz kol saatinizin altına bir bakıveriniz. Orada gölgenin izini göreceksiniz.
Bu dünyaya sessizce gelip sessizce yaşayıp sessizce gidenlerin eserleri belki de adı dokuza çıkanlardan, adı dillere destan olanlardan daha fazla eser bırakmışlardır.
Fuzuli'nin: "Aşık'ı sadık menem, Mecnun'un ancak adı var" dediği gibi ünsüz kahramanlarımızın eserleri daha fazla olabilir.
Bir sınıfta öğrencilere, Allah'ın insanlara lütfettiği en önemli beş nimeti saymalarını söyleseniz, başta gözü, dili, kulağı, eli, ayağı, yiyecek ve içecek maddelerini sayarlar ama hava nimetini pek hatırlamazlar.
Halbuki, hava nimeti, her saniye alıp verdiğimiz ve tabiatta en çok olarak yaratılan, kimsenin tekelinde olmayan ve de insanlarda, hayvanlarda, çiçeklerde, böceklerde en etkili iz/eser bırakan, havadır ama en az hatırlanan da havadır. Hatta hafife alacağımız bir şey için "Hava civa" deyip geçiyoruz.
Bütün şehirlerde altıncılar çarşısı pırıl pırıl, tertemizdir. Buğday pazarları ve uncular çarşısı ise sönük yerlerdir. Halbuki o şehrin bütün insanları günde üç öğün unlu mamullerle beraber olurlar ve altınsız yaşarlar ama unsuz yaşayamazlar. Fakat un'a değer vermezler, altın'a değer verirler.
Mahallenizdeki hırsızı bilirsiniz. O çok meşhurdur. Ama mahalledeki bakkala gidip "Fakir bildiğin insanlara benden her gün beş ekmek ver" deyip parasını peşin ödeyen insanı, ekmeği alan fakir bile bilmez.
İstanbul'a okumaya gelen öğrencilere sohbetler yapan, onlara evler temin eden, yurt açan değerli insanlarımızın bir çoğu ünlüdürler ama o öğrencileri ilkokul, ortaokul ve lisede iken barınak sağlayan, derslerini huzurlu ortamlarda yapmalarını temin eden, edepli, terbiyeli bir şekilde yetiştiren vakıf ve dernek kurucularını, yaşatıcılarını, eğiticilerini kimse tanımaz. Onlar isimsiz kahramanlardırlar.
İşte o milyonlarca ünsüz kahramanlarımızdan kırk tanesini "Tanıdığım Ünsüzler" eserimde, milyonların numunesi olarak sunuyorum. Bunlar benim tanıdıklarım. Sizin tanıdıklarınız arasında nice kahramanlar vardır. Onları arayın bulun ve değer verin. Çünkü "Kepenek altında nice erler yatarmış"
____________________ *Kaynak:* Tanıdığım Ünsüzler, Mahmut Toptaş, Cantaş Yayınları, 2003. *Hazırlayan:* Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|