Bugün otuzlu yaşlarını sürmekte olanlar da dahil olmak üzere yeni kuşaklar yaz Ramazanı nasıl olur, bilmiyordu. Bu tecrübe geçen yıl ucundan yaşandı, bir miktar fikir sahibi olundu. Bu yılsa tam bir yaz Ramazanı yaşanıyor. Uzun yıllar bu böyle gidecek, Ramazan hep yaz aylarına gelecek, oruçlar uzun uzun ve sıcak sıcak tutulacak.
Ben çocukluğunda bu tecrübeyi yaşayanlardanım, yaz günü tutulan orucun kişiye kendini daha esastan hissettirdiğini bilenlerdenim. Yani bu benim ikinci yaz Ramazanı tecrübem. Bunu daha önce yaşadım, nasıl bir şey olduğunu da dün gibi hatırlıyorum. İki tecrübe arasındaki tek fark, içi içine sığmayan bir küçük çocuk olmaktan çıkıp artık sükunet özlemi çeken yarı yorgun bir büyük haline gelişimle ilgili… Bu fark, benim bu ikinci tecrübeme bir güzellik, bir başkalık ekliyor tabii olarak… Bu ikinci tura yetişebilmiş olmak, bu esaslı tecrübeyi ediniyor olmak bir nimet şüphe yok ki…
İlki çocukluğuma, ikincisi bugünüme denk geldiğine göre, biraz zorlamayla, hayatımın iki yaz Ramazanı arasında geçtiğini söyleyebilirim. Uzun bir zaman bu elbet… Akşama yakın saatlere kadar kendini tutamayıp top peşinde koşan, iftar yaklaştığında artık gardı tamamen düşmüş, gözünün feri zayıflamış, sofrayı donatan birbirinden iştah açıcı yemeklere hiç bakmayıp, gözünü su dolu bardaklardan alamayan Mecnun susuzluğunda bir çocukla başlıyor o hikâye… Şimdi nerede o canlılık, o hareket, o heyecan? Ama su yine su gibi duruyor sofrada, kıymetini takdir edebilecek bir ölçü, bir bedel yok! Kıymetini az çok kavrayabilmemize imkân veren tek şey yokluğu suyun! Nasıl bir nimet olduğunu ancak yaz günü oruç tutanın ya da çöllerde biçare düşenin bilebileceği bir hayat kaynağı… Dolayısıyla şükrünü de ancak onların hakkıyla edebileceği bir lütuf…
Şimdi bu tecrübeyi yaşamamış imanlılar da suyun ne kadar fevkalade bir nimet, nasıl bir lütuf, nasıl bir mucize olduğunu idrak etme imkanı bulacaklar. Benim hafızamda çocukluk tecrübeleri başlığı altında bütün canlılığıyla varlığını sürdürüyor bu müstesna bilgi… Su gibi aziz olmak nasıl bir dilektir, bunun da esasına bu bilgiyle ermeli, ermeye çalışmalı mutlaka insan.
Çocuk halimle bilemediğim, ikinci tecrübemde fark ettiğim bir şey var ki, onu da yazının sonuna ekleyeyim. Susamış vücutlar, kurumuş diller, çatlamış dudaklar daha bir yakışıyor oruç tutan, kendini oruçlu tutan insanlara sanki. Teslim olmuş, teslimiyete durmuş gönüllere… Sahip olduğuna değil, nimetlendirildiğine inanmış bilinçlere… Acziyetinin tastamam farkına varmış nefislere… Varsıllığını bihakkın yoksullukla, yoksunlukla tanıyan vicdanlara… Dillerde fısıltılaşan samimi dualara… Bir sofranın başında şükranla dolu olarak toplanan analara, babalara, çocuklara… Bir yudum suyla kanan oruçlara… Bereketli sofralara…
Bu sıcak oruçlar, teslimiyetimizde ne kadar samimi olduğumuzu da düşündürecek bize. Bir anlamda fark edeceğiz sandığımızdan daha da Müslim olduğumuzu. Allah rızasına ermek için geçtiğimiz bu sıcak imtihan ferahlatacak içimizi. İmanla bağımızın ne kadar güçlü olduğunu kavrayacağız. Orucun bizi çoğaltan bir zorluk olduğunu, ama bir darlık olmadığını anlayacağız. Ruh yaşımız büyüyecek, insanlığımız olgunlaşacak, müminliğimiz kavileşecek. Sıcağın kuruttuğu topraklara yağmur damlalarının düştüğü gibi bir müjde olarak düşecek gönüllerimize rahmet damlaları.
Kaynak: Gökhan ÖZCAN
Hazırlayan: A.Kerim Melleş / www.hikayearsivi.net