Derviş Dayı; Çocukluğumun en güzel anılarından biridir Derviş dayı.
Güneyde Lefkoşa’ya bağlı küçük bir köyde tanıdım onu. Koççat köyünde. Üç- dört yaşlarındayım. Önceleri hayal mi, gerçek mi emin olamadığım bir hikaye bu. Hani çocuklar küçükken gerçekle hayali ve rüyayı karıştırırlar ya; İşte öyle bir şey. Ama ben ilginç bir şekilde bu hikayenin gerçek olduğunu, benim uydurmadığımı öğrendim.Bunu yaşadığım an; inanılmaz güzel bir andı benim için.
Güneyde nerdeyse baraka gibi olan küçücük evimiz köyün yamacındaydı. Köyün ilkokuluna da yakındı. Okula gitmememe rağmen elimize teneke bardaklarımızı alıp okula giderdik. Okuldaki çocuklara verilen sütlerden görevliler bize de verirdi. Okul Derviş dayının evine de yakındı. Derviş dayının çocukları ile oyun oynamayı çok severdim. Bütün gün salıncak, saklambaç gibi oyunlar oynardık. Bazen de Derviş dayının davarıyla beraber gittiği ovaya gider, orda oynardık. Vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık. Eve dönme vakti olduğunu güneşin batmasıyla anlardık ancak. İstemeye istemeye eve dönerdik.
Yine birgün kardeşlerimle Derviş dayının gittiği ovaya gittik. Gezerken bir çalının kökünde yumurtadan daha yeni çıkmış kuş yavruları bulduk. Ne yavrusu olduklarını bilemediğim yavru kuşların tüysüz ve çıplak olduklarını çok net hatırlıyorum. Sanırım ilk kez yeni doğmuş kuş yavrusu görmüştüm. Ağızlarını açmış ciyak ciyak bağırıyorlardı. Kardeşlerim ve Derviş dayının çocukları, kuşları paylaştılar. Ben küçük olduğum için bana kuş kalmadı. Başta onlara söz geçiremedim. Ama kararlıydım kuşlardan birini almaya. Bağıra çağıra bir tane de ben alabildim sonunda. Yavruları aldıktan sonra eve dönmek için yola çıktık. Eve gelmezden önce de Derviş dayımıza gittik ve gururla kuşlarımızı gösterdik. Elimizdeki yavruları gördüğü zaman kaşları çatıldı, yüzü ve bakışları farklılaştı Derviş dayının. İlk söylediği şey; Hemen bunları aldığınız yere götürün hava kararmadan demek oldu. Tabi ki itiraz ettik. Üstelik güç bela bir kuş alabilmiştim.
Derviş dayı itirazımız üzerine; Hepimizi oturduğu sandalyenin etrafına topladı ve devam etti konuşmasına. Şimdi annesi gelecek ve yavrularını göremeyecek yuvasında. Buna çok üzülecek dedi. Sizin anneniz sizi bulamasa ne hale gelir, hiç düşündünüz mü? dedi. Hem siz bakamazsınız ve yavrular ölür dedi.
İtiraz ettim hemen. Hayır, ben ona hergün yiyecek veririm dedim. Derviş dayı onların ağzına anneleri yavaş yavaş koyar yemeklerini. Siz yapamazsınız. Onların ölmelerini istermisiniz? dedi. Hepimiz sustuk bir süre. Hiçbirimiz kuşlarımızı vermek istemiyorduk. Onlar bize aitti. Biz bulmuştuk. Ama bir taraftan da Derviş dayının söylediklerinin çok doğru olduğunu ve kuşları geri götürmemiz gerektiğini çocuk kalbimiz çok iyi anlamıştı. Derviş dayı bizim karar vermemizi bekliyordu sabırla. Ne kadar bir zaman geçti bilmiyorum. Kimin karar verdiğini de hatırlamıyorum. Ama sonunda kuşları yuvasına götürme kararı alındı. Hepimiz acele yola koyulduk. Patikalardan geçip yavruları bulduğumuz çalının köküne, yuvalarına bıraktık. Döndüğümüzde akşam olmuştu. O kadar huzurlu ve mutluydum ki. Doğru yaptığımızdan emin Derviş dayımızın yanına geldik. O da başımızı okşadı.
Barış Harekatından sonra Kuzeyden Güneye geçtik 74’te. İlkokul, orta, lise derken üniversiteyi bitirdim. Öğretmenliğe başladım. Bu olayı zaman zaman hep hatırladım. Ama hiç konuşmadım. Okuduğum bir hikaye, bir rüya, ya da benim uydurduğum bir masal mı olduğu konusunda zaman zaman düşündüğüm oldu. Ama evimizin yanında Derviş dayı diye birinin olduğunu annemden duymuştum. Böyle biri olduğunu biliyordum. Derviş dayımızın başında hep beyaz bir bez olurdu. Uzun boyluydu. Sakalları var mıydı? Çok emin değilim. Galiba saçları da uzundu. Bundan da emin değilim. Sanki bir hayaldi. Bir kahraman. Kutsal bir şeydi benim için.
Büyüdüğüm zaman okulda dervişlerin olduğunu, onların çok iyi insanlar olduğunu öğrendim. Dervişlerin çok iyi insanlar olduğunu nenelerim de çok anlatırlardı. O zaman Derviş dayımın bir derviş olduğunu ve iyi insanların adının Derviş olduğunu zannederdim. Derviş dedikleri zaman Derviş dayım aklıma gelirdi. Kimlere derviş dendiğini büyüdükten sonra anladım ancak. Yine de Derviş dendiğinde Derviş dayımı hatırladım hep.
Kapılar açıldıktan sonra Koççat’a tekrar gittiğim zaman çok heyecanlandım. Acaba çocukken hatırladığım gibi miydi köy. Yoksa tamamen farklı bir yer miydi. Köye girdiğimiz zaman köy kahvesine oturup kahve içtik. Kahve tam hatırladığım gibiydi. Yeğenimle bir gece kaçıp bu kahveye gelmiştik. Zor bulmuşlardı bizi. Kiliseyi hatırlamadım. Ama çocukken oyun oynadığım tepeler de hatırladığım gibiydi. Oturduğumuz ev de.
Bir gün sınıfta öğrencilerimle sohbet ederken onlara bu olayı anlattım. Bu olayı hayal olarak hatırladığımı, tam emim olmadığımı. Bu hikayeyi anlatırken, öğrencilerimden biri çığlık atarak ayağa kalktı. Hocam dedi sizin anlattığınız benim dedem dedi. Vadili’de oturuyorlardı. Birden annemin köylülerimizden bazılarının Vadili’de oturduklarını anlattığı geldi. Bütün sınıf heyecanlandı. Kemal adındaki öğrencime hala yaşıyor mu?d iye sorarken duyduğum heyecan; tarif edilmezdi. Yaşadığını, ama çok yaşlı olduğunu söyledi. Ona gelip görmek istediğimi söyledim. O da kabul etti hemen. Öğrencilerim okuldan izin alıp sınıf olarak ziyarete gidelim dediler.
Hatırladığım kadarıyla yaza girmek üzereydik ve son sınavlarımız yaklaşmıştı. Sınavlardan sonra gitmeye karar verdim. Derviş dayım benim hatırladığım olayı belki de hiç hatırlamıyordu. Güneyde iken 40’ını geçmiş bir adamdı. Ama benim çocuk aklımda yaşlı bir adam olarak kalmıştı. Belki de saçı sakalı olduğu içindi.
O gün ve sonrasında heyecanım devam etti. Ta ki yaza girerken Kemal’den ; Derviş dayımın vefat ettiğini öğrenene kadar. Üzüldüm tabi ki bir şeylere geç kalmanın ne demek olduğunu bir kez daha anladım. Bir çocuğun ruhunda çocukken yaşadıkları ömür boyu devam eder. Derviş dayım benim çocukluğumun ermiş adamıydı. Bir çocuğun kalbine girmeyi bilen bilge bir adamdı. Rahat uyu Derviş dayım……………..
Yazan: Nazife Uçar
---------------------------------------------------------
Hazırlayan: Kerim Melleş | www.facebook.com/KerimMelles
www.hikayearsivi.net