1992 eylül sonu psikiatri servisinde çalışmaya başlayalı bir yıl oldu.Yoğun bakımdan sonra burda çalışmak çok farklı geldi...Yoğun bakım dediğinizde insanların içi ürperir, ölümün yakınınızda olduğunu hissedersiniz. Kimse, yoğun bakımda hasta olmak istemez, oysa bana sorsalar psikiatride hasta olmak istemem. Dışarıda adam yerine koyulmamak, ailede evin delisi diye anılmak… Ne anlamı var ki yaşıyor olmanın, duyguların dondurulduğunda…. Ağlanacak yerde gülmek yada gülünecek yerde ağlamak, hayattan zevk almamak sadece yaşamak…Yaşamakta sadece hayatta kalmak….Bazen kötü bir söz olduğunu düşünsemde artık her geçen gün daha çok inandığım bir söz var ”Ölüsü olan bir gün delisi olan hergün ağlar.”
Kızımla fazla vakit geçirebilmek ve egzersizlerini düzenli yaptırabilmek için genelde akşam nöbetlerini alıyorum ve bu hafta gün aşırı nöbet tuttum.Yorgunluktan ve uykusuzluktan gözlerimin etrafı iyice morardı, makyaj yaparak kapatmaya çalışıyorum. Şu makyaj malzemeleri olmasa yüzümü gören hortlak sanır…
Yorgunluğuma rağmen hastahaneye geldiğim ve insanların nefret ettiği o ilaç kokusunu aldığım zaman bütün vücudumu enerji kaplıyor, hele hastalarımın beni gördüklerinde mutlu ve huzurlu bakışları tüm yorgunluğumu unutturuyor. Beklenilmek ve aranılmak kadar güzel bir şey var mı?.. Sanmıyorum… Bu öyle bir duygu ki nasıl tarif edilir bilmiyorum, aşk gibi…
Bu gün son nöbetim, acele bitirmem gereken bir işmiş gibi koşturuyorum…. Kilitli olan servis kapısını açtığımda Hasan karşıma dikiliverdi, yerinde duramıyor anlatacak çok şeyi var herhalde… Hasan, onsekiz yaşında ve şizofren. Hasan’ ın babasıda aynı rahatsızlıktan uzun süre hastahanede yattığı için herkes tanıyor.. Gündüz mecbur kalmadıkça kimseyle konuşmaz, ben geldiğim zaman annesinin peşinden ayrılmayan küçük çocuklar gibi hep yanımda…... Üstelik iyi olduğu zamanlarda diğer hastaların organizasyonunda ve meşgul edilmesinde bana yardımcı bile oluyor. Mutlu bir sesle;
- Hoş geldin hemşire abla…
- Merhaba yakışıklı yardımcım, nasılsın … Servis nasıl, dünden beri herkes iyi mi?
- Elif dışında herkes iyi….
- Elif’e ne oldu? Kızdırdınız mı?
- Yok, kendini kilitlemiş…
- Kilitlemiş mi? Nereye?
- Kalbine….
Bu ne demek şimdi… Hiçbir şey anlamadım. Benimki de akıl, Hasan’dan mantıklı bir cevap bekliyorum. Bazen nerde çalıştığımı unutuyorum.
- Tamam Hasan, sen geç ben dosyaları teslim alıp, geliyorum.
Hasan’ı yollamıştım ama Elif’le ilgili söyledikleri kafama takıldı. Elif yirmi yaşında ve oda şizofren, genelde iyidir, ilaçlarını itirazsız alır zorluk çıkarmaz, bakışları donuk olsa bile gülümser… Kış gibi…
Tedavi odasına girdiğimde doktor beyin çağırdığını söylediler. Tabii o zamanlar şimdiki gibi ortalık doktor kaynamıyordu. Babacan, herkesle arası iyi olan şen şakrak tek bir doktorumuz vardı.
Doktor odasının kapısı açıktı, Murat bey beni görünce kalktı;
- İnci seninle önemli bir konu konuşmak istiyorum…
Birden meraklanmıştım. Sık nöbet tuttuğum için eksik birşeyler mi yapmıştım?.Telaşla;
- Buyrun Murat bey!..
Telaşlandığımı anlamıştı.
- Telaşlanma gel, otur. Aslında ben senden yardım istiyorum…
Birden ferahladım, oturduğum koltuğa yaslandım.
- Biliyorsun hastalarla her gün bire bir görüşme yapıyorum. Sizin nöbetlerde aldığınız notlara göre bende görüşmelerimi yönlendiriyorum. Uzun süredir dikkatimi çeken bir şey var… Hastalar sana anlattıklarını, seninle paylaştıklarını başkalarıyla paylaşmıyorlar. Bu gün Hasan’la görüşürken hiç konuşmadı. Yaklaşık bir saat karşılıklı oturduk. Sana nöbette anlattığı evden kaçmalarını sordum hiç cevap vermedi ” İnci hemşireye anlatıyorsun bana da anlatabilirsin” dediğimde ”o bizden biri” dedi.
Kafama balyoz yemiş gibi oldum. O an ne düşüneceğimi şaşırdım, ”o bizden biri” derken güven mi ifade etmek istemişti. Ne olursa olsun, hoşuma da gitti. Şaşkınlığımı gören Murat bey;
- Biliyorum şaşırdın bende böyle bir cevap beklemiyordum. Ama diğer hastalarda da aynı şeyleri görüyorum... Onun için senin gündüz çalışmanı ve benimle birlikte görüşmelere katılmanı istiyorum. Tek olunca dosyaları dolduramıyorum, birçok görüşme notlarım eksik kalıyor, ne dersin?...
Ne demem gerektiğini bende bilmiyorum, angaryası fazla ve zevksiz bir iş…. Üstelik nöbet tutmak benim işime geliyor…Çocuğumla ilgilenebiliyorum…
- Murat bey, ben sürekli içlerinde olduğum için Hasan’ında dediği gibi onlardan biri gibi görüyorlar. Oysa sizinle görüşmelere katılırsam farklı olur, sizden biri gibi…..
- Olsun, ben bir hafta denemek istiyorum, olmaz mı?
Ne diyebilirim ki ”olur” dedim çıktım. Saat dört olunca herkes gitti, servis personelle bana kaldı. Üstelik sevdiğim bir personel var, hastalarla da arası iyi… Güzel sorunsuz bir nöbet olacak… Yemeğe kadar eylenir şarkılar söyleriz, yemekten sonra da nasıl olsa ne yapmak istediklerini söylerler…
Bu sırada aklıma Elif geldi. Etrafa bakındım, duvar dibinde ayakta durmuş parmaklarıyla oynuyor… Her zaman eylenceye başlamadan önce ”- İçimizdeki çocuğu çıkaralım mııııı?” derim ve herkes onaylayınca başlarız eylenmeye...Önce Elif’in yanına gittim, yüzüme bakması için eğildim,elini tuttum, benim varlığımdan haberdar mı yoksa kendi dünyasında mı anlamadım, sonra gülümsedi…. donuk bir gülümseme… ben burdayım ama aslında yokum der gibi…
Sesimin en yumuşak tonunu kullanmaya dikkat ederek;
- Elif… İçimizdeki çocuğu çıkaralım mı?
- İçimdeki çocuğu kilitledim…
Hasan’ın bahsettiği kilitleme demek buymuş.
- Olsun tatlım açarız … anahtarı yok mu ?
- Anahtarı sakladığım yeri unuttum…
Sesi buz gibi .
- Beraber arar buluruz … ne dersin Elif?..
- İçersi karanlık … Bulamayız…
İçim ezilerek sessizce;
- Bulamaz mıyız Elif?.. dedim.
- Bulamayız.
Elif’in gözlerine baktığımda, içindeki karanlığı gördüm, kendimi uçurumdan aşağıya bakıyormuş gibi hissettim. Aldığı ilaçlardan dolayı o kadar boş bakıyor ki… Hani içiniz sızım sızım sızlar, canınız çok acır gözünüzden yaşın akacağını hissedersiniz akmaması için dişinizi sıkar, yaşları gözünüzde dondurursunuz…bende öyle yaptım, çünkü yapmak zorundayım…
Eşim her zaman ”her lafa karşı cevaplar cebinde hazır”der. Oysa ben şimdi ne cebimdeki hazır cevaplardan ne de aldığım eğitimlerden söyliyecek bir söz bulamıyorum…İçi kan ağlarken sahneye çıkan sanatçılar gibi diğer hastalara dönüp;
- İçimizdeki çocuğu çıkaralım mıııııııı?.. diye bağırdım. Hep bir ağızdan;
- Eveeeettttt…
Her zamanki orkestramızı kuruyoruz, çay tepsisi, yemek kaşıkları ve okey masası bizim çalgı aletlerimiz. Hep beraber, yanındakinin umutsuzluğundan habersiz aynı şarkıyı ama farklı makamlarda söylüyoruz…
Yazan: İNCİDAL
Hazırlayan: www.hikayearsivi.net | A.Kerim Melleş