Yaşar, Adanalıdır. Otuz beş yıl önce İstanbul’a gelmiş bir daha gitmemiş. Adana’da iken babası kazanır Yaşar dolanıverirmiş.
Babası cincilik yaparmış. Babasının okuma yazması olmadığından kağıtlara anlamsız rastgele çizgiler çizer hastalarının eline verirmiş. Muhabbet tılsımları yaptığı gibi eşleri ayıran tılsımlarda yazarak geçimini temin edermiş.
Namazı niyazı olmaya bînamazın tekiymiş. Haftada bir gün oğluyla beraber mezarlığa gider bazı mezarlara yazdığı muskaları gömermiş. Hastalar geldiğinde “Sana tılısım yapmışlar. Filan mezarlığa gideceksin, filan yoldan gireceksin, filan servi ağacının dibindeki mezarın baş tarafını kazacaksın ve bana getireceksin, ben onun tılsımını bozacağım” dermiş. Hasta, mezarlığa kadar gider o tılsımı bulur, doğru cinciye gelir ve psikolojik hastalığından kurtulduğuna inanırmış.
“Gelen hastaların inanması için masasının üzerinde hareket eden cevizler vardı” diyor Yaşar usta.
Masanın üzerinde durmadan hareket eden cevizler, cinlerin geldiğinin işareti olduğunu söylermiş. Hastaların hepsi yuvarlanan cevizleri görünce cinciye inançları dahada artarmış.
- Peki nasıl yapardı bunu? Dediğimde
- Bir kilo cevizi alır. Tam ortadan ikiye böler, cevizin içini afiyetle yer, içi boşalan ceviz kabuğunun içine evlerde bolca olan hamam böceğinden bir tane koyar ve ikiye ayrılan ceviz kabuklarını tutkalla yapıştırır. Böcek ölünceye kadar cevizin içinde hareket ettikçe cevizler de masa üzerinde yuvarlanır durur. Diye cevap veriyor ve “Babam dürüst adam değildi” diyor, Yaşar usta.
Yaşar usta on altı yaşında iken bir gün Adana’da sinemaya gittiğinde Türk filminde köyden İstanbul’a çalışmaya gelen bir delikanlı ile zengin bir ailenin kızının aşkının uzun maceralardan sonra tatlıya bağlandığını ve evlendiklerini seyreder.
Sinemadan çıkınca doğru garaja gider. İstanbul’a gidecek otobüsten bir bilet satın alır ve otuz beş yıl önce İstanbula gelen otobüslerin son durağı olan Harem’de otobüsten iner. Yolcuların çoğunluğu gemiye bindiğinden o da gemiye biner ve Sirkeci’de gemiden iner.
Çoğunluk ne tarafa giderse o tarafa gideyim der ve Cağaloğlu yokuşundan geçerek Sultanahmet’e gelir.
Akşama doğru bir sokak içindeki otele gider. O gece otelde kalır. Sabahleyin, parasının bittiğini otel sahibine söyler. Otelci de hemen otelin karşısındaki dükkanın sahibine götürür ve oraya işçi olarak verir.
Akşam olup dükkan kapanınca Yaşar usta, köşe başına gider ve zengin zannettiği kadınlara, o filimdeki artist gibi bakmaya devam eder.
Aradan yıllar geçer filimdeki hayattan hiçbir eser göremez. Sonunda zengin olmayan bir hanımefendi ile evlenir. Allah onlara çok sevimli çocuklar nasip eder.
İşin en ilginç tarafı otuz beş yıl içinde Yaşar usta o ilk geldiği sokaktan dışarı çıkmaz. Elli metre ilerideki caminin değerli imamı bazen onun yanına gelir. Tatlı sohbetler yaparlar. O da namaz vakitlerinde imamın ardına namaz kılmaya gider.
- Bu sokağın dışına hiç mi çıkmadın? Dediğimde,
- Bir gün bir arkadaşımla Sarıyer diye bir yere gittik. Yarım saat kadar kaldık, bizim sokak gibi huzur vermediğinden hemen geri geldik. Bir daha çıkmadık” diyor.
Sarıyer ona bu sokak kadar huzur vermez. Bazen yanına otururum, çaycımızı çağırır, hocam ne içersin, sütlü kahve desem çaycının sütü bozuk, sen en iyisi çay iç der. Çaycımız da gülümseyerek gider ve çayımızı getirir.
O sokaktan geçen herkes ona selam vermeden, sözlü sataşma yapmadan, gönlünü almadan geçmez. Çek derdi, senet derdi yok. Günlük ekmeğini günlük kazanıyor. Derdi, kederi, gamı kasaveti yok. Ağzının tadı yerinde. Acı soğan kuru ekmek, bal gibi gidiyor.
Bir gecede bir milyar dolar kazandığında kalp grafiği yükselip hastalananlar, yüz milyon dolar zarar ettiğinde “Yandım anam” diyerek üzüntüsünden kalp grafiği düşüp yine hastalananlar, bir müddet Yaşar ustanın tezgahında huzur dersleri almasında fayda var.
Allah var, keder yok.
Kaynak: Mahmut Toptaş Hocaefendi (Ayasofya Eski İmam-Hatibi), Tanıdığım Ünsüzler
Hazırlayan: A.Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net