Tamirci deyip de geçmeyin. Tamirciler, fakirlerin, orta hallilerin yan direğidir. Onlar göçmesinler diye yandan destek verirler.
17 Ağustos 1999 günü saat 03.02 de meydana gelen 7.4 şiddetindeki Gölcük Merkezli deprem bölgesine, Ülkemizin ve dünyanın her tarafından yardımlar akarken Çanakkale’den bir adam daha geldi Gölcük’e. O bir ayakkabı tamircisi idi. Sırtında taşıdığı tezgahını harabe şehrin harap bir yerine kurdu ve deprem zedelerin ayakkabılarını ücretsiz olarak tamire başladı.
Benim bahsedeceğim tamirci bir başka tamirci. Onun işi ince işler. Pos bıyıklı, iri yapılı bu tamirci,ince işleri tamir eder. Yıkılmış bir gönlün enkazından yeni bir gönül inşa eder ama tabiiki tamir edilmiş bir gönül olur.Sakın gönül yıkmayın. Tamir edilse bile çizikli olur.
Yıkılmakta olan aile yuvalarını tamir eder. Gelinle kaynana arasını bulur.En önemli yaptığı şey hatır yapmaktır.
Ben onu bir Ramazan ayında iftar saatinde merkez caminin önünde tanıdım. Her akşam cami önünde davetsiz herkese sofra açarken gördüm. Yolcuymuş,yerliymiş, zenginmiş, fakirmiş hiç fark etmez. Sofra açık. Dileyen herkes oturabilir.
“Hocam bu tamirci çok zengin olmalı” diye hatırınızdan geçirmiş olabilirsiniz. Cömertlik için zenginliğe hiç ihtiyaç yok. Bu tamirci bir metre karelik kulübesinin içinde günlük geçimini sağlamaya çalışan bir tamirci.
Ben kulübesine vardığımda beni kendi iskemlesine oturtur, kendisi kapının önüne çıkar ve öyle konuşuruz. Kulübe, iki kişiyi almaz.
Ramazan ayı gelince her akşam, evden bir litre zeytin yağı ile bir kilo zeytin ve bir limon alarak merkez caminin önüne gelir.
Tertemiz yıkadığı iki tabağı devamlı olarak camide durur. Akşam namazından sonra caminin önüne sofrayı serer.Bir lisenin katibi de onun yardımcısıdır. Her akşam yerli ve yolcu birkaç tane müsafiri olur.
Eskiden gaz ocağı tamir edermiş. Şimdilerde çakmaktan saate kadar evde bozulan her şeyi tamir ettiği gibi çocukların oyuncaklarını da ücretsiz tamir eder.
Benim her hafta yaptığım altı va’za hiç ihmal etmeden katılır.Dijital kameranın objektifi gibi bakan iki gözü ve iki kulağından kaydettiklerini anlatmasını bekliyordum. Öğrendiğime göre kimseye bir şey anlatmazmış. Ancak yanına uğrayanlar:
“Hoca bu gün neler anlattı?” dediklerinde sabah kahvaltısında yediklerini anlatırmış. Onlar “Senin yediğinin bize ne faydası var anlatma” dediklerinde “Benim dinlediklerimin sana ne faydası var?Sen de gel ve sen kendine uygun olarak dinle” dermiş.
Yıllardır camiden, cemaat tan uzak kalmış, yanlış akımlara kapılmış insanlardan birini camiye gelmeye ikna ettiğimde bu haberi şehrin her tarafına yayacak esnaf takımım vardı. Tamirci de bu görevi çok iyi yapıyordu.
Kulübenin önünden geçen herkesi tanır, onu yanına çağırır, “Duydun mu filan, yarın merkez camide Cuma namazı kılacakmış. Git bu haberi mahalle kahvesinde, evinde, tanıdığın herkese söyle” dermiş.
Şehrin, temiz, dürüst, iyi insanlarını ve iyi işlerini tanır. Kötülük yapanları tanımazlıktan gelir.İyi haberleri yayar, kötü haberleri duymazlıktan gelir.
2002 yılının yaz mevsiminde ziyaretine gittim. O çam yarması gibi dimdik duran vucudu toprağa doğru eğilmeye başlamış.
Kucaklaştık, konuşmadan bakıştık. Ayrılırken “ Özledim hocam her Cuma öncesi iyi ve güzel haberler yaymayı özledim” dedi.
“Ellerde neler varmış” demeyin. Siz de durumunuza uygun güzel işler yapabilirsiniz. Deneyin.
Kaynak: Mahmut Toptaş Hocaefendi (Ayasofya Eski İmam-Hatibi), Tanıdığım Ünsüzler
Hazırlayan: A.Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net