Gözleri benden daha çekik, elmacık kemikleri çıkık, saçları kısa kesilmiş ve dimdik bir adam Cantaş yayınevine girdi, selam verdi, kendini tanıttı ve “Buyurun oturun” dediğimiz vakit gayet edepli bir şekilde oturdu.
Doğu Türkistanlı olduğunu, Türkiye’ye iltica ettiğini, vatandaşlık haklarını elde ettiğini anlattı. Benim “Allah’a İman ve altı esası” isimli eserimi Kazakça’ya terceme ettiğini söyledi.
Konuşmasından, kelimeleri seçişinden ve tavırlarından çok titiz olduğu anlaşılıyordu. Onun tavırları bana da sirayet etti ve ben de onunla konuşurken hem kelimelerime hem de tavırlarıma dikkat ediyordum.
Kitabımın üzerinde “Hiçbir hakkı mahfuz değildir” yazısından dolayı tebrik etti ve daha sonra basılan, Kazakistan’da ve Doğu Türkistan’da parasız dağıtılan bu eserden dolayı ben de bir katkıda bulunayım dedim ve yapayalnız olduğumuz bir vakitte biraz para çıkarıp ona uzatarak kabul etmesini istedim.
Bana dikkatle baktıktan sonra “ Cebimde bana bir hafta yetecek para var. Sen o parayı başkalarına ver” dedi ve ısrar etmeme rağmen kabul etmedi.
Türkiye’ye ilk geldiği günlerden beri tanıştığı ve dostluklarını devam ettirdiği Doğu Türkistanlı insanlarla beni de tanıştırdı.
O tanıdık dostlardan biri anlattı: “ O Doğu Türkistan’dan geldi. Ona sığınacak bir yer bulduk. Orada yatıp kalkarken vatandaşlık işlerini ayarladık. Bir devlet dairesine de mevsimlik işçi olarak yerleştirdik. Mevsimlik işçi iken beraber çalıştığı işçilere öğle vakti dinlenmelerinde namaz kıldırıyor, mesaiden sonra onlara Kur’an okuması öğretiyordu.
İşini temiz yapması ve titizliği müdürün dikkatini çeker ve yanına alır. Müdürün masasını temizleyecek, çay getirip, boşları götürecek ve müdürün eli altında olacak.
Pazartesi günü işe başlar. Salı, Çarşamba günleri hizmetler çok iyi gider. Perşembe günü sabahı müdür gelir odasına girerken o ayağa kalkmaz. Çay ister, çay getirmez. Müdür, yanına çağırır çayı neden getirmediğini sorar. “ Efendim, üç gündür yanınızda çalışıyorum. Namaz kılmıyorsunuz. Namaz kılmayana ben hizmet etmem” der. Müdür de, hemen onun işine son verir.
Haftada bir gün yayınevine uğrar ve konuşmalarımızın hepsi Doğu Türkistan olurdu.
Sovyet Rusya’nın parçalanmasıyla beraber kimse onu buralarda tutamadı. Hemen Türk Cumhuriyetlerine geçti.
Türk Cumhuriyetlerinden gelenlerden bana uğrayanlarına sorduğumda bazı tanıyanlar oluyor. Çok katı kuralları olduğu için herkesle anlaşamıyormuş. Onun için de bu dünya hayatında “Ağaç kökü kemirme pahasına” olsa da hizmetlerini devam ettiriyormuş.
Daha çok Doğu Türkistan sınırına yakın yerlerde basın yayın ve eğitim hizmetleri görüyormuş.
İsimsiz kahramanlar her dönemde olmuş ve olmaya devam edecek. Onlar ellerindeki meş’aleyle karanlıklara daldıklarından hiçbir zaman görünmeyecekler. Arkalarından yürüyen bizler de o meş’alenin aydınlığında kameraya poz vererek ün ve un alacağız.
Kaynak: Mahmut Toptaş Hocaefendi (Ayasofya Eski İmam-Hatibi), Tanıdığım Ünsüzler
Hazırlayan: A.Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net