Bir Cuma günü namaza beş dakika kala, cemaatin hepsinin camiye geldiği bir zamanda cemaate: “Başınızı kaldırınız ve bana bakınız. Beni iyi tanıyınız. Ben bu şehre yeni tayin edilen vaizim. Geleli iki ay oldu. Bu pazartesi gününden itibaren köşe başında olan kaymakamlık makamından başlayarak bir sene içinde çarşıda dükkanını ziyaret etmediğim kimse kalmayacak. İş yerinize geldiğimde tanımada zorluk çekmemeniz için bir daha bana bakınız” dedim.
Pazartesi günü Kur’an okumaya yeni başlayan eski bir askerle kaymakam beyi ziyaret ettik. Oradan başlayarak hiçbir yeri atlamadan geziyor, vaiz olarak benim yapmam gerekenleri onlara soruyor ve onların yapması gereken şeyleri de ben anlatıyorum.
Komünistliği yeni bırakan, iktisat mezunu bir delikanlı “Hocam, bizi komünist yapan iktisat fakültesinin profesörleri değil. Yarın dükkanına gireceğiniz filandır. Lise yıllarında bizi dükkanında o eğitirdi. Şehrin meydanlarında komünizm adına ben çok bağırdım. Bu bağırmaların tevbesi nasıl olacak?” dedi.
Ben de ona tevbe, günahın cinsinden olur. Nerelerde “En büyük Lenin” diye bağırmışsan oralarda “En büyük Allah” diye bağıracaksın. Kimlerin komünist olmasına sebep olmuşsan onların İslâm’a dönüşünü sağlayacaksın. Hangi gazete de yayın yapmışsan o sütunda doğrusunu yazacaksın”dedim ve o günden itibaren benim Cuma vaazlarımı kasetten çözerek solcu bir gazetede yayınlamaya başladı.
Ben, gezilerime devam ediyorum ve camiye cemaat topluyorum. Yolumuz, her ihtilalde bir ay içerde yatan komünist diye bilinenin dükkanına uğradı. O, bizim girmeyeceğimizi zannederken biz, o eski askerle beraber giriverdik.
“Birbirinizi tanıyorsunuz. Benim tanıtmama gerek yok” dedim.
-“Tabii tanıyoruz. O bu şehrin kapitalisti, bende komünistiyim” diye cevap verdi.
-“Ne bu kapitalist ne de sen komünistsin” dedim ve Mevlananın bir hikayesini anlattım. Mevlananın anlattığına göre bir Türk, bir İranlı, bir Arap ve bir Yunanlı gurbette bir handa bir araya gelmişler. Bakışlarıyla dost olmuşlar. Hepsinin cebindeki para bir yiyecek alabiliyormuş.
-Türk demişki: “Üzüm alalım. Üzüm hem karın doyurur, hem de gıdalıdır hemde tatlı ihtiyacımızı giderir”
-Arap “Hayır ınep alalım” diyor,
-Yunanlı “İstavli” diyormuş,
-İranlı da “Engüri” diyor başka bir şey demiyormuş. Ama birbirlerinin dilinden anlamıyorlarmış. Dört dilden anlayan biri:
-“Verin paralarınızı” demiş ve gitmiş pazardan alıp gelmiş. Açınca hepsi aynı şeyi istediğini anlamış. Hepsi üzüm istiyor ama ayrı dil konuştukları için anlaşamıyorlarmış.
-“Sizin ikiniz de bu şehir halkının mutluluğu için çalışıyor ve fikir üretiyorsunuz. İkinizde hain değilsiniz. Ancak sen komünist dil kullanıyorsun, bu da kapitalist dil kullanıyor ve siz aynı şeyi istediğiniz halde anlaşamadığınız için ayrı düşüyorsunuz. İkinizin dilinden anlayan bir vaiz geldi. Bundan sonra ben aranızda tercümanlık yapacağım” dedim.
-“Akıllı bir hocaya benziyorsun. Sana bir sorum var.”
-“Ne sorarsan cevabı hazır. Kitaba bakmadan cevap vereceğim. Çünkü Türkiye genelinde hocaları sıkıştırmak için dokuz tane sorunuz var. Ben onların hepsinin cevabını hazırladım. Haydi sor” dedim.
-“Kutuplarda namaz nasıl kılınacak? Altı ay gece, altı ay gündüz” dedi.
Ben de cevap hazırdı ama bunun soruş şekliyle ilk defa karşılaşıyorum. O, namazın nasıl kılınacağını değil, eğer kutuplarla ilgili bilgi verilmemişse Allahın oralardan haberi yok demektir. Eğer haberi yoksa oraları yaratan başka biri var demektir mantığıyla soruyormuş.
Dedim ki: “Kutupların keşfi daha yeni. Bin dört yüz yıl önce Medine’de bir adam, arkadaşlarına “Altı ayı gece, altı ayı gündüz olan yerlerden bahsetse sen buna ne dersin?”
-“Fevkalade bir şey.”
-Senin o fevkalade bir şey dediğine biz Mucize diyoruz. O mecliste bir komünist olsaydı:
“Biz üç öğün yemek mi yiyeceğiz? Diye sorardı.
Ama peygamberin arkadaşları:
-“Oralarda namazı nasıl kılacağız?” diye sormuşlar. Çünkü namaz Hakkın huzurunda halk harekatıdır. Peygamber cevap vermiş:
-“Takdir edersiniz” yani altı ay gündüz devam ederken, sabah namazını Mekke’de saat kaçta kılarlarsa o saatta kılarlar. Güneş gökyüzünde asılı dururken beş vakit namazı saata göre kılarlar” dedim.
-“ Hıııı o zamanlar saat yoktu ki.
-“Hııı o zamanlar ve ondan çok eski zamanlarda kum saati vardı.Kabın içine kumu koysak, şu çizgiye geldiğinde sabah namazı, şu çizgide yatsı namazı diye beş vakiti belirlesek olmaz mı?
-İşte şimdi oldu. Ne içersiniz?
-“ Çay. Yarın Cuma. Cuma namazından bir saat önce ben geleceğim. Sen abdestini almış bekler olacaksın. Şehrin yeni vaizi ile eski komünisti ikimiz beraber şehrin ana caddesinden sonuna kadar bir kaldırımdan gidip öbür kaldırımdan geri gelip merkez camiye gireceğiz ve ben vaazımı yapacağım” dedim. Cuma günü birlikte Cuma namazı kıldık.
Anası Müslüman, babası Müslüman kendisi Müslüman gençlerimizi komünist yapmışlardı.
Önce imanını kaybeden “Ben gâvurum” diyemediği için “Ben komünistim” diyenler hariç. Birinciler camilerdeki saflarda yerlerini alırken, ikinciler şimdilerde de Amerikancı oldular.
Türkiye’de ve Dünyada din düşmanlarına dikkat ederseniz,alnı terlemeden milletin malını hortumlayanlar, güzellerini soyanlar, dolar sayanlar veya bunların kapısının önünde onların attığı kemiklerle geçinenlerdirler.
Ama Anadolu çocukları ekonomik dengesizliğe olan ısyanlarını o günlerde en iyi Komünistler dile getirdiklerinden Müslümanlıklarından da vazgeçmeden bir yol aradılar ama aradıklarını bulamadılar ve çıkmaz yolun sonundan geri geldiler.
İşte şehrin eski komünisti ile yeni vaizini kucaklaştıran, ikisinin de içindeki imanıdır.
Eski komünistimizin Cuma namazına gitmesi haberi çevre il ve ilçelerde de çabuk duyulur.
Bir gün bana şöyle anlattı: “Sanki ben komünist olmakla Müslümanlıktan çıkmışım gibi Cuma namazına başlamam bir kısım eski tanıdıklar tarafından garip karşılandı ama çoğunluk memnun oldu” demişti.
Bu hareketten şehir memnun en başta da değerli eşi memnun. Namazını kılan, Kur’anını seven eşi hepsinden daha fazla memnun.
Ben İstanbul’a taşınıp dostlarımla birlikte Cantaş yayınevini kurdum.
Bir güz mevsimi dükkanıma çıkageldi. Hoşbeşten sonra “Eski dostlar beni İstanbul’a gönderdiler. 12 Eylül 1980 den beri görüşemediğimiz eski arkadaşları bir araya getirelim. Bunun içinde solculuğuyla bilinen filan ses sanatçısını sen davet et ve salonda hasret giderelim. Başka türlü toplanmamız mümkin değil dediler ve ben geldim. Ses sanatçısıyla görüştüm. Bir Cumartesi akşamı için benden çok para istedi. Bunun altından kalkamayız dedim. İkna edemedim. Peki Pazar günü öğle sonunda da bir program yapar işin içinden çıkarız” dedim.
Ses sanatçısı:“O zaman şu kadar daha vereceksiniz”dedi.
Dedim ki, “Beyefendi, bizim şehre bir başka adam daha program yapmak üzere senede birkaç defa gelir. Hiç para almaz. İstanbul’a dönüşü için otobüs biletini alırlar mı bilmem ama İstanbul’dan bizim şehre geliş parası kendi cebinden gider. O bir vaizdir.” Dedim.
Ses sanatçısı “Konuşma bitmiştir, gidebilirsiniz” dedi. Hocam görüşmek kucaklaşmak için geldim” demişti.
Kur’anı Kerim, hemen her peygamberin kendi kavmine söylediği ortak bir cümleyi çokça tekrarlar. “Bu peygamberliğim karşılığında sizden hiçbir ücret istemiyorum” ayetinin çokça tekrarı işte bunun içindir.
İnsanların eline, kasasına, kesesine değil, gönlüne bakalım.
Kaynak: Mahmut Toptaş Hocaefendi (Ayasofya Eski İmam-Hatibi), Milli Gazete
Hazırlayan: A.Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net