Cantaş Yayınevinde otururken bir gün tanımadığım bir adam çıkageldi ve “Mahmut Toptaş sen misin?” dedi. “Evet. Buyurun” dedim. Gösterilen yere oturduktan sonra Milligazete’de adımı görmüş. Vereceğim bir konferansın ilanını okumuş. Konferans salonunda yaklaşamamış ve Cantaş yayınevine gelmeyi tercih etmiş.
Gelen adamın teklifi şu: “Benim yeryüzünde hiçbir akrabam yok. Benim soyadımı tutan senin soyadın var. Ben doğuluyum. Sen Karaman’lısın. Eğer kabul edersen bundan sonra seninle akraba gibi görüşelim” dedi. Ben hemen kalktım, kucakladım, “Seni bana Allah gönderdi. Benim de bu İstanbul’da hiç soyadımı taşıyan akrabam yoktu. İyi ki sen geldin” diyerek onunla dost olduk.
Ayet ve Hadisler’de akrabalık hakkında çok şey okumuştum ama akrabasızlığın ne demek olduğunu bilmiyordum.
Evli ve ilk okul mezunu olan, küçücük bir devlet memurluğu maaşına da sahip olan bu yeni akrabamın keyfi beyde yok. Onu mutlu eden şey, evli olması ve çocuklarına bakarak kendisini tutmasıdır.
Asıl konumuz bu değil. Asıl konumuz, ana dili gibi İngilizce ve Fransızca bildiği, yarı oranda da İspanyolca bildiği halde akrabası olmayan ve evlenmediği için çocukları da olmayan Erman beydir.
1985 yılından beri tanırım. Her gün yayın evine gelir, gazetelerde tercüman olarak çalıştığı yıllardan hatıralarını anlatırdı. Küçük bir maaşla da bir yerde çalışır ve geçimini onunla temin ederdi.
Her gün yayınevine geleceği saat belli olduğundan yayınevi çalışanları “Hocam koruma görevlin geliyor” derlerdi. Ama ben onu her gün yeni geliyormuş gibi karşılamaya ve gönlünü hoş etmeye dikkat ederdim.
İstanbul dilini çok güzel kullanırdı. Okuduğu kitapların imla kurallarına uygun olmayanlarını da okumazdı.
Ellisinden sonra birileri aracılığıyla bir sevgili buldu. Evlenmeye karar verdiler ama birbirlerini hiç görmediler. Ancak mektuplaştılar. Bu mektuplaşma on yılı aştı. Kız fakirlikten İstanbul’a gelemiyor, buda yine maaşın azlığından Anadolu’ya gidemiyordu.
Önemli gördüğü dini kitapları ona postalamadan önce kendisi okur, imla hatalarını düzeltir ondan sonra gönderirdi. “Kelimeleri yanlış öğrenmesin, “hala” ile “hâlâ” karıştırmasın”derdi.
Ya kızın İstanbul’a gelmesi veya kendisinin oraya kadar gidip gelmesi için benim yaptığım yardım teklifini de kabul etmeden yaş atmış buldu.
Bir gün kendisine “Yarın Kabirde “Rabbin kim, peygamberim kim, Kitabın ne” dediklerinde doğru cevaplar vereceğini biliyorsun. Peki melekler sana: “İman ettiğin Kur’anı okumasını niçin öğrenmedin? Diye sorarlarsa ne cevap vereceksin? İngilizce, Fransızca ve İspanyolca’yı öğrenmek için zaman buldunda Kur’an için mi bulamadın?” derlerse ne cevap vereceksin? Dediğimde hep bir iç çekerdi ve “O dilleri öğrenirken İslâmi hiçbir derdimiz yoktu” derdi.
Küçücük bir maaşla emekli olduktan sonra bir daha uğramadı. Ev adresesini bilmediğimden, telefonu da olmadığından, sorabilecek bir yakını da bulunmadığından iki yıl görüşemedik.
Bir gün ansızın Cantaş’a çıkageldi. Ellerli ve yüzü çizik çizik.
Yalnız olmadığını, yüz elli kadar kedisi olduğunu, maaşını onlarla paylaştığını, bu çizikleri onların yaptığını anlattı.
Bir sorusu olduğunu, öğrenmek için geldiğini söyledi.
Kediler süratle artıyormuş. Yeni seneye kadar üç yüzü geçecekmiş. Bunları kısırlaştırmak istiyormuş ve benden kısırlaştırma fetvası almak istiyormuş.
“Kedilere ve bütün hayvanlara sormadan hayvanlar hakkında biz karar vermeyelim. Kedilere bir sor bakalım kabul edecekler mi? Köpekler eşleriyle beraber köşe başlarında kemik kapmaca oynamayı mı isterler yoksa bir villada tek başına Avrupa’dan gelen köpek mamasını yemeyi mi isterler. Altın kafesteki bülbülün “Ah vatanım” türküsünden ben zevk almıyorum. Hayvanları tabii hallerinde yaşatarak yardım edelim. Aldın mı fetvayı? ” dedim.
“Aldım hocam” deyip ayrıldı ve gitti.
Dünyayı tanıyan bu tür insanların bu çaresizliklerinin temelinde dertlerini ve sevinçlerini paylaşacak bir akrabasının olmamasıdır.
“Hocam benim akrabam var ama kavgalıyız” derseniz, bende size
“Kavgası bile sizi hayata bağlamaktadır. Ama siz derhal o kavgaları sevgilere dönüştürünüz. Akrabanız yoksa derhal evleniniz ve hanımınızın akrabalarını akraba kabul ediniz ve kendinizi kalabalıklar arasındaki yalnızlıktan kurtarınız ve şu ayete kulak veriniz.”derim.
Rabbimiz buyurur: “Allah’a ibadet ediniz. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayınız. Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa, ellerinizin altında olanlara iyilik yapınız. Allah kibirleneni,böbürleneni sevmez” (Nisa 36)
Kaynak: Mahmut Toptaş Hocaefendi (Ayasofya Eski İmam-Hatibi), Milli Gazete
Hazırlayan: A.Kerim Melleş, www.hikayearsivi.net