Masallarımdan birkaçının kötü karşılanmaması bu kitabımın da aynı lütfü göreceği umudunu verdi bana. Gerçi belagat ustalarımızdan biri masalların dizelere dökülmesini doğru bulmadı. Onca masalların başlıca süsü, hiç süsleri olmamasıdır. Şiir sanatının baskısı dilimizin ağırbaşlılığıyla da birleşince, çok yerde beni aksatacağı, çoğu masalın az ve öz söyleme özelliğini bozacağı kanısında kendisi. Azla özü söylemek masalın canı sayılabilir; çünkü onsuz ister istemez tavsar masal. Böyle bir görüşün ancak pek üstün zevkli bir insandan geleceği su götürmez; ama biraz daha yumuşak davranmasını beklerdim kendisinden. Kısa söylemesini seven Lakedemonya şiir perileriyle Fransa'nınkiler, pek o kadar düşman olmadığına göre, arada bir bu iki okulun birleştirileceğine inanmasını isterdim.
Hem sonra önümde örnekler var benim; eski örnekler değil (onlar Fransızca değil çünkü), yeni örnekler. Bütün çağlarda ve şiire önem veren bütün milletlerde Parnassos hiç de yabana atmamış masalı. Ezop'a hamledilen masallar ortaya çıkar çıkmaz, Sokrates yerinde bulmuş Musaların kılık kıyafetiyle süslenmelerini. Platon'un bu konuda anlattıkları o kadar hoş ki, bu önsözün bir süsü yapmadan geçemeyeceğim onları. Platon der ki, Sokrates ölüme mahkûm edilince, bilmem hangi bayramlar yüzünden öldürülmesi ertelenmiş. Ölüm günü kendisini görmeye gelen Cebes'e Sokrates, tanrıların uykusunda birkaç kez kendisini ölmeden müziğe vermesi gerektiğini buyurduklarını söylemiş. Önce bir şey anlamamış bu düşten Sokrates; müzik insanı daha iyi yapmadığına göre ne diye versin ona kendini? Tanrılar bu esini durmadan yolladıklarına göre bu işin içinde bir iş var demiş Sokrates. Bayram günlerinde bir kez daha gelince esin, tanrılar ne istiyor acaba benden diye düşünmüş taşınmış; müzikle şiirin ilişkisi olduğuna göre, belki şiirle uğraşmamı istiyorlar demiş. Uyumsuz iyi şiir olur mu, olmaz; ama uydurmasız şiir de olur şey değil. Oysa Sokrates gerçekten gayrisini söylemeye yokmuş. Sonunda ikisinin ortasını bulmuş: Ezop'unkiler gibi, içinde kimi gerçekler bulunan masallar seçmek. Böyle Sokrates ömrünün son günlerinde bu masalları şiire dökmekle uğraşmış.
Sokrates bizim masalları şiirle kardeş saymakta yalnız değildir. Phaidros da öyle düşündüğünü söylemiştir. Yazıtlarının yüceliği de filozoflar filozofunun doğru düşündüğünü gösterir. Phaidros'tan sonra Avienus girmiştir aynı yola. Onların ardından yeniler gelir. Yalnız yabancılar değil biz de birçok örnekler vermişiz. Gerçi bizimkiler bu işe koyuldukları zaman dilleri yabancı sayılacak kadar ayrıymış bugünkü dilimizden. Ama bu, girdiğim yoldan geri çevirmedi beni; tersine, başarı kazanırsam bu yolu yeniden açmak şerefini kazanmıs olurum dedim.
Ola ki benim çabam, başkalarına daha ileri gitme hevesini vere. Bu maden biter tükenir cinsten değil. Benimkilerden çok daha fazla masal vardır şiire dökülmedik. Doğrusu ben en iyilerini, yani bana en iyi gelenleri seçtim; ama ben seçiminde aldanmış olabileceğim gibi, seçtiklerime daha iyi bir biçim verilmesi hiç de zor olmayacaktır. Bulunacak yol ne kadar kestirme olursa o kadar başarılı olacağı kanısındayım. Kim ne yaparsa yapsın, bana bir borcu olacaktır herkesin: Ya mutlu bir atılganlık gösterdiğimden ve tutulacak yoldan pek fazla ayrılmadığımdan ötürü, ya da başkalarını daha iyi yapmaya kıskırttığımdan ötürü...
Ne yapmak istediğimi yeterince söyledim sanırım; ne yapabildiğime gelince, onu yargılayacak olan halktır. Burada Phaidros'u beğendiren inceliği ve aşırı kısalığı bulamıyacaksınız; bunlar benim gücümü aşan değerlerdir. Bu bakımdan ona benzemek elimde olmadığı için, kitabımın daha güler yüzlü olmasına özendim. Onun tutumunu beğenmediğimden değil bu. Latin dilinin gerektirdiği onun yaptığıydı. İyi bakılırsa, Terentius'un gerçek özelliği ve dehası görülür onda da. Bu büyük adamların sadeliği erişilir gibi değil doğrusu. Onlardaki dil olgunluğu ben de olmadığı için, sadelik yarısına girişemem onlarla. Onun için bir başka yolda denemek istedim kendimi. Bu yola hiç korkmadan girdim; çünkü Quintilianus, "Bir masal ne kadar güler yüzle anlatılırsa o kadar iyidir" der. Kendimi başka türlü savunmam gereksiz. Quintilianus'un bunu söylemiş olması yeter. Ben yine de düşündüm ki, herkesin bildiği bu masalların renklerine yeni renkler katmazsam hiçbir şey yapmış olmam. Bugün aranan bu: Yenilik ve güler yüz isteniyor yazarlardan. Güler yüzden maksadım herkesi gıdıklanıp güldürme yolu değil: Bütün konulara, en ciddilerine bile, verilebilecek bir çesit hoşluk, gülümserlik.
Ama bu yapıtın değerini ona verdiğim biçimden çok yararlılığı ve özüyle ölçmeli. Çünkü insan düsüncesinin yarattığı değerlerden hangisine masallarda rastlanmaz? Öyle tanrısal bir şey ki bu, birçok eski Yunanlı bu masalların çoğunu Sokrates'e mal etmiş, böylece baba olarak onlara, tanrılarla en çok alışverişi olan bir ölümlüyü seçmişlerdir. Bilmem neden masalları gökten indirtmemişler, siir ve belagat gibi onu da bir tanrının buyruğuna vermemişler. Bu dediğimi pek yabana atmamak; çünkü, bizim için en kutsal olan İncil'i, Pagan sapıtmalarıyla karıştırmama izin verilirse görülür ki Tanrı insanlara gerçeği parabollerle, rumuzlarla bildirmiştir. Bunlarsa küçük bir çesit masal, masalımsı örneklerdir. Orta malı, teklifsiz oldukları için kolay bellenir ve daha etkili olurlar. Bizden yüce bilgilere benzememiz istenirse, zorluğunu bahane edebiliriz bu işin; ama istenen arıların ve karıncaların yapabildiği bir şeyse diyeceğimiz kalmaz.
İşte bunun için Platon Homeros'u devletinden kovduğu halde Ezop'a pek şerefli bir yer vermelerini, süt ninelerinin onları çocuklara öğretmelerini ister; çünkü bilgeliğe ve erdeme ne kadar erken alıştırılırsak o kadar iyidir. Alışkanlıklarımızı düzeltmek zorunda kalmaktansa baştan iyi olmalarını sağlamaya çalışmalıyız. Bunun için de masallardan daha yararlı hangi yol bulunabilir? Bir çocuğa deyin ki, Crassus Perslere karşı giderken, nasıl çıkacağını düşünmeden düşman ülkesine girdi; bu yüzden de bütün çekilme çabaları boşa gidip ordusuyla birlikte mahvoldu. Aynı çocuğa bir de şunu söyleyin: Tilki ile teke su içmek için bir kuyunun dibine inmiş; tilki tekenin sırtını, boynuzlarını merdiven gibi kullanıp dışarı çıkmış; tekeyse inerken nasıl çıkacağını düşünmediği için kuyuda kalmış; demek her iş yaparken sonunu düşünmek gerek. Şimdi sorarım size: Bu iki örnekten hangisi çocuğu daha çok etkiler? Kafasının küçüklüğüne daha uygun olduğu için ikincisi değil midir üstünde duracak olduğu? Diyeceksiniz ki çocuğun düşünceleri zaten bir hayli çocukçadır; bir de biz onlara yeni oyunlar katmayalım. Ama bu çocuk oyunları görünüşte çocukçadır; aslında pek sağlam bir anlamı vardır onların. Nasıl noktanın, doğrunun, düzeyin ve daha başka basit ilkelerin, tanımlanmaların yardımıyla gökleri ve dünyayı ölçebilecek bilgilere ulaşıyorsak, masallardan çıkarabilecek düşünceler, sonuçlarla da kafamızı, ahlakımızı geliştirebilir, büyük şeylere hazırlayabiliriz kendimizi.
Masallar sadece ahlak dersi değil, birçok bilgi de verir bize. Hayvanların özelliklerini, değişik karakterlerini öğretirler... Böylece kendimizi de tanıtmış olurlar bize; çünkü biz insanlar, akılsız yaratıklarda iyi kötü ne varsa hepsinin özetiyiz. Prometheus insanı yapmak isteyince, her hayvanın en belirgin özelliğini almış ve çok değişik parçaları bir araya getirerek yapmış bizim insan soyunu; Küçük Dünya denen yapıtını koymuş böylece ortaya. Kısacası masallar öyle bir resimdir ki, içinde hepimiz kendimizi bulabiliriz. Bize gösterdikleri, yaşlı kişilerin dünyada edindikleri bilgileri belirtir, çocuklara da bilmeleri gerekeni öğretir. Çocuklar dünyaya yeni gelmiş oldukları için, ne dünyalıları bilmektedirler henüz, ne de kendi kendilerini. Onları bu bilgisizliklerinden bir an önce kurtarmak gerekir. Öğretmeli hemen onlara nedir bir insan, bir tilki ve daha başka hayvanlar... Bir insanın neden o aslana ya da o tilkiye benzetildiğini de anlatmalı onlara... Budur masalların yapmak istediği. Bütün bunlar üstüne ilk bilgileri veren masallardır.
Bir önsözün olağan uzunluğunu geçmiş bulunuyorum; ama yaptığım işi nasıl yaptığımı henüz söylemiş değilim. Bir masal iki parçanın bir araya gelmesiyle yapılır: Bu parçalardan biri masalın bedeni, öteki canıdır denebilir. Beden masalın kendisi, can ondan çıkan derstir. Aristoteles masallarda yalnız hayvanların bulunmasını ister; insanlara ve bitkilere yer vermez masalda. Bu kural bir zorunluluktan çok kibarlık gereği olacak; çünkü ne Ezop, ne Phaidros ne de herhangi bir masalcı bu kurala uymuştur; ama kıssadan hisse çıkarmayan, ahlak dersi vermeyen hiçbir masalcı yoktur. Ben bunu arada bir yapmadıysam, sebebi ahlak dersinin kimi masallarda hoşluğu bozması ya da dersi okuyucunun kendiliğinden anlayabileceği düşüncesidir. Fransa'da hoşa gitmeyen şeye kimse saygı göstermez. Büyük kural, nerdeyse tek kural hoşa gitmektir Fransa'da. Onun için eski kuralları zedelemeden uygulayamadığım yerlerde, bir yana bırakmayı cürüm saymadım. Ezop'un zamanında masal sadelikle anlatılır, ahlak dersi ondan ayrı ve hep sonradan verilirdi. Phaidros geldi, hiç uymadı bu düzene. Anlatmayı güzelleştirdi ve dersi sondan başa aldı kimi zaman. Ahlak dersine yer vermek zorunluysa ben de veriyorum; ama kimi yerde de onun kadar önemli bir basşa düstura uyuyorum; onu getiren de Horati-us'tur. Horatius'a göre bir yazar kafasının da, konusunun da yeteneksizliğini zorlamamalı. Başarıya varmak isteyen kimse işi buna götürmez der; bir şeyi iyi yapamayacağını gördü mü bırakır onur. Kimi ahlak dersleri için ben de bunu yaptım, başarılı olacaklarını pek ummayınca...
Kaynak: Lafonten Hikayeleri, La Fonten Hikayeleri, Fabl Hikayeleri; Jean de La Fontaine
Hazırlayan:www.hikayearsivi.net | A.Kerim Melleş