Kurtuluş Savaşı’nın en karanlık günlerindeydi; anayurdun en verimli yerleri düşman çizmeleri altında inliyordu. Milletin bütün kuvvet kaynakları kurumuş; dışarıdan ve içeriden ihanetler birbirini kovalamıştı. Herkes:
- Türk öldü”.. diyordu.
Türkiye’nin Afrika ve Asya’daki esir ülkeler arasına katıldığı sanılıyordu. Yüzyıllarca Türk egemenliği altında yaşayan milletler, onun son varlığını yağma ediyorlardı. En akıllı görünen birçok yurttaşımız İngiltere’nin veya Amerika’nın himayesini nimet saymaya başlamışlardı.
Atatürk böyle bir zamanda yer yer ayaklanan Türk halkına önder oldu; Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni kurdu. Bir gün Meclis’te söylediği nutkunu, şair Mithat Cemal’in bir manzumesinin şu son beyti ile bitirdi:
“Ölmez bu vatan farz-ı muhal ölse de hatta,
Çekmez kürenin sırtı bu tabutu cesimi...”
Türk vatanının düşman elinde kalmayacağı ve Türk milletinin asla esir olmayacağı hakkındaki iman, Atatürk’ün ruhunda sonsuz bir kuvvet ve sönmez bir ateşti. Bu kuvvet ve ateşi, her fırsatta milletin her ferdine aşılamakta eşsiz bir ustalık gösterirdi.
Kaynak: N.A. BANOĞLU, Nükte ve Fıkralarla Atatürk, s.89-90