Bir ara Frengistan'dan muteber bir elçinin geleceği haber alınmış ve devlet erkanını bir düşünce ve tasadır almıştı. Çünkü bu sırada gerek kendilerinin ve gerekse hünkarın hırpanilikleri bir hayli artmış bulunuyor ve bu kılık ve kıyafetle elçinin nasıl kabul edileceği onları bir hayli düşündürüyor, ancak bir çare de bulamıyorlardı.
Yavuz, onların bu düşünceli hallerini sezdiğinden bir gün sebebini sordu ve dertlerini öğrendi. Bunun üzerine:
- Beyhude tasa edersiniz. Hemen yeni ve en alasından kaftanlar, gömlekler ve kavuklar sipariş edin, ta ki Frenk elçisi Devlet-i Aliyye'nin haşmet ve azametini görüp anlaya...
Devlet erkanı, bu sözler karşısında gönülleri ferahlayıp cesaret bularak:
- Ya saadetlü hünkarımız, diyecekken Yavuz Han:
- Biz de elbette münasip olanı yerine getiririz, deyip bahsi kapar.
Günler günleri ve geceler geceleri kovalayıp sonunda beklenen elçi Kur'an'da "Beldetün Tayyibetün=Güzel Şehir" diye bilinen İstanbul'a gelir. Çemberlitaş civarında bulunan Elçi Hanı'na misafir olan elçi, bir ay kadar burada kalır. Sonra kapıcıbaşı, bir bölük kapıcı ile varıp kendisini davet ve saraya kadar refakat eder.
Yavuz Sultan Selim Han, kuşluk zamanı Harem-i Hümayun'dan çıkıp izzet ve saadetle arz odasına varıp, tahta oturur ve nice gaza görmüş çelik bir yılanı andıran parlak kılıcı tahtın basamağına koyar. Bu sırada sadrazam ile kubbe vezirleri, beylerbeyi ve diğer erkan, huzura girerler. Hayret ve dehşet içinde görürler ki, hünkar eski pırtıların içindedir. Ancak onların ağız açmalarına fırsat vermeden hünkarın işareti üzerine iki görevli, elçiyi huzura sokarlar.
Selam ve kelamdan ve birkaç cümle söyleşiden sonra elçi, padişahın huzurundan ayrılır. Yavuz, vezire:
- Koş bakalım, bizi nasıl bulmuş, bir sor, der.
O da koşarak Babüssaade denilen üçüncü kapı çıkışında elçiyi yakalar ve ziyaretin nasıl geçtiğini sorar. Elçi Osmanlı padişahının huzurunda bulunmaktan sersemleyip dili dolaşarak:
- Tahtın basamağındaki o kılıcın şaşasından başka bir şey göremedim ki, ne söyleyeyim, der.
Vezir geri varıp onun bu sözlerini huzurunda nakledince Yavuz Han:
- İşte şimdi boşuna kasavet çektiğinizi anladınız mı?
Paşalar ve beyler, şunu unutmayın ki, kılıcımız keskin olduğu müddetçe düşmanlarımız onun şaşaasondan gayrı bir şey görmezler ve başlarını kaldırıp bizlere nazar edip ne halde olduğumuzu fark etmezler. Ama maazallah bu kılıç bir gün kesmez olursa o zaman devletsiz başlarını küstahça kaldırıp, bizi bir hoş teftiş edip her halimizi görüp anlarlar, diyerek onlara unutamayacakları bir ders verir.
Kaynak: Mithat Sertoğlu, tarihten Sohbetler, TTK Yay. s.251-252
Kaynak:Padişahlardan Hazır Cevaplar,Ali Karaçam
Meriç Yayınları, Şubat-2007, İstanbul
Hazırlayan:www.hikayearsivi.net | KuTuL KuLuB