Hikaye Öykü Masal Arşivi

 

Hikayelerin Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı

22 Kasım 2024

Sık Kullanılanlara Ekle  Anasayfan 
              Yap Ziyaretçi Defteri

  Tikkat!.. (Öğretici Hikayeler)Hikaye Öykü Masal Arşivi

MENÜLER
Ana Sayfa
Arşiv
Sitenize Ekleyin
Hikaye Ekleyin
Editörlere Mesaj Gönder
Editörlük Başvurusu
Yardım / İletişim
Reklam
Basında HikayeArsivi
Künye
Ziyaretçi Defteri
Tavsiye Siteler
HİKAYE KATEGORİLERİ
İbretli Hikayeler
Dini Hikayeler
Yaşanmış Hikayeler
Duygusal Hikayeler
Sevgi Hikayeleri
Aşk Hikayeleri
Din Büyüklerinden Hikayeler
En Güzel Dini Hikayeler
Masal Demeti
Hayatın İçinden Hikayeler
İran Hikayeleri
Dostluk Hikayeleri
Mevlanadan Hikayeler
Kıssadan Hisseler
Çocuklar İçin Hikayeler
Doğruların Öyküsü
Güldüren-Tebessüm Ettiren Hikayeler
Nasreddin Hocadan Hikayeler
Sahabeden ve Evliyaullahtan Hikayeler
Kurandan Hikayeler
Resulullahtan Hikayeler
Kelile ve Dimne
Tarihi Gerçekler
Gerçek Hayattan Hikayeler
Türk Tarihinden Damlalar
Bediüzzamanla Yaşayan Öyküler
Diyanetten Hikayeler
Renkli Hikayeler
Sesli Hikayeler-Masallar
Resimli Hikayeler
Sizden Gelen Hikayeler
İngilizce Hikayeler
Padişahlardan Hikayeler-Öyküler
Türkü Hikayeleri
Tarihi Hikayeler-Öyküler
Siyasi Hikayeler-Hatıralar
Öğretici Hikayeler
Hüzün Zamanı Hikayeleri
Hazır Cevaplar Espriler
Dede Korkut Hikayeleri-Destanlar
Keloğlan Masalları (Görüntülü)
La Fontaine Masalları
Atatürk Hikayeler - Hatıralar
Tanıdığım Ünsüzler
Gazali İHYAdan Hikayeler
Ramazan-Oruç Hikayeleri
Efsaneler & Mitler
KELOĞLAN MASALLARI
EDEBİYAT DÜNYASINDAN HİKAYELER & ESPRİLER

Hikaye-Öykü Ara



[Detaylı Arama]


Yeni Eklenen 25 Hikaye
HZ. YUSUF'UN KUYUYA ATILMASI
HZ. İBRAHİM OĞLU HZ. İSHAK VE MESCİD-İ AKSA
HZ. İBRAHİM OĞLU HZ. İSMAİL VE KABE
HZ. İSMAİL VE KURBAN
HZ. HACER VE ZEMZEM
HZ. İBRAHİM VE NEMRUD
ÜÇ ARKADAŞ
KÖLENİN CEVABI
KÖPEĞİN SÖZÜ
HIRSIZIN CEVABI
KÖR, SAĞIR VE ÇIPLAK
HZ. İSA (A.S.)IN KAÇMASININ SEBEBİ
LOKMAN İLE HAZRETİ DAVUD
ZAHİDİN DUASI
BİRBİRİNİN DİLİNDEN ANLAMAYAN DÖRT KİŞİNİN KAVGASI
HAYAT AĞACI
NAHİVCİNİN (DİL BİLGİNİNİN) MİSALİ
GÖZ İLE KULAK ARASI
ÇÖPLÜĞÜ KİMLER KARIŞTIRIR?
KÖLENİN KÖLESİ
SADAKANI ZENGİNLİĞİNE GÖRE VER!
HANGİ DUAYI YAPAYIM?
YANIMDAKİ REHBERİMDİR!
BÜLBÜLCÜK NE YAPTI?
KISAS HAKKI VER!

En Çok Okunan 25 Hikaye
The Adventure of the Three Garridebs
Bir Bebeğin Yarım Kalmış Günlüğünden
Dracula - Story
İşte Aşk
Hz. Yunus Ve Balık
Uyuyan Güzel
Half-Brothers by Elizabeth Gaskell
Sevgi Üç Türlüdür
Uyku Masalı
Dostluğun Öyküsü
Hansel Ve Gretel
Haddini Aşmanın Zararı
Ona "Sevdiğinizi" Söyleyin
Evlilik
Çirkin Ördek
On Çinli
He Needed Me
Ayrılın Ayrılabilirseniz
Eshab-ı Keyf (Mağara Arkadaşları)
Dost (Mevlana'dan)
Çorap
Nurten Hanımın Gözyaşları
The Yellow Face by Sherlock Holmes
Futbol Olayı
Seni Nasıl Sevebilirim


Reklam ver

Mail List
Sitemizin yeniliklerinden ilk sizin haberiniz olsun.
İsim:
Mail:
 


Editör Giriş

Google
Sitemiz hakkındaki görüşlerinizi ZİYARETÇİ DEFTERİNE yazarsanız seviniriz.


Ziyaretçilerimiz ve Hikaye Dostlarının Dikkatine:

www.hikayearsivi.net olarak 2002 yılından itibaren yayın faaliyetimizi sürdürmekteyiz. İnternet üzerinde yayın yapan birçok sitenin içeriğinde, sitemiz içeriği kullanılmaktadır. İlk defa birçok kategori altında hikaye-öykü ve masalları paylaşmaya başlayan sitemiz, bu konuda da diğer sitelere örnek olmuştur. Sitemizin ve içeriğinin genişlemesine ve sitemizin tanıtımına siz değerli ziyaretçilerimizin katkısı çok önemlidir. Sitemiz içeriğini paylaşırken, mutlaka kaynak olarak www.hikayearsivi.net den alıntılandığını belirterek içeriğimizi kullanabilirsiniz. Unutmayın ki kaynak belirtmeden, içeriğimizi alan onlarca site ve ziyaretçi, çalışmalarımızdaki emeğe karşı bizi şevksiz bırakmaktadırlar. Lütfen sitemizin tanıtımına sizde katkı sağlayın. (A.Kerim MELLEŞ & Mehmet Zahid MELLEŞ)

Tikkat!..
[Öğretici Hikayeler]





    İmamlık yaptığı köyde yılları geçmişti. Köyden bir şikâyeti yoktu aslında. Köy muhtarından hane sahiplerine kadar hepsi gereken özeni gösteriyor, adeta hizmette yarışıyorlardı.


    Hem köyde imamlık yapıyor, bir taraftan da okuluna devam ediyordu.  Okuluna devam edebilmesi, müftünün anlayışlı davranışı sebebiyle mümkün olabiliyordu Okuyanlara karşı özel ilgisini her toplantıda dile getiriyor, yüksek tahsilin insana kazandırdıklarını farklı örneklerle anlatıyordu.


    Faruk, bu rahatlıkla okuluna devam edip son sınıfına kadar gelmişti. İmamlığı bırakıp ikinci dönemde sürekli ders çalışarak okulunu bitirme isteğini, paraya olan ihtiyacı bir çırpıda yok ediyordu. Günlerdir hatta aylardır zihnini meşgul eden bu konuyu, bir an önce çözüme kavuşturmak gerekiyordu. Bunun için ilk önce muhtarla konuşmak gerektiğine karar verdi. İkindi namazı çıkışında:


    - Muhtarım! diye seslendi.


    Muhtar duyduğu sesin imamdan geldiğinden hiç şüphe etmedi, çünkü sürekli konuşup birlikte otururlardı.


    - Buyurun hocam!


    - Dur hele biraz.


    Birlikte caminin yan tarafında bulunan uzun ağaçlardan oluşan yere oturdular.


    - Akşam çayını içmeye geleceğim.


    - Ne demek hocam! Başım gözüm üstüne.


    - Akşam görüşürüz.


    - De hele, hayırdır?


    - Şimdi uzun sürer. Bir konuyu görüşmek istiyorum.


    - Estağfurullah hocam, bizim fikir verecek halimiz mi var ki?


    - Öyle deme muhtar. Sen bu köyün yöneticisisin. Akşam görüşürüz.


    Muhtar bu konuşmadan hiçbir şey anlamadı. Çok hafif bir esinti ile su yüzeyin de oluşup yok olan dalgacıklar gibi, aklında onlarca soru belirdi ve yok oldu. Kendini en çok meşgul eden de; yoksa benim kızı mı isteyecek, düşüncesi oldu. Yok yok olamazdı. Eğer öyleyse yanında birileri ile gelirdi. Hiç kimseden bahsetmedi. Gerçi zaman değişmişti olur mu, olurdu. Gençler de değişmişti. İçinden tatlı bir sevinç belirdi. Sonra bir toz bulutu gibi sonsuzluk ufkunda dağıldı gitti.


    Akşam karanlığının insanların içine işlediği bu saatte, kafasında imamın kendisiyle ne konuşacağı düşüncesiyle birlikte yatsı namazı için caminin yolunu tuttu. Hem namazını kılacak, sonrasında imamla birlikte evine gidecekti.


    Cami çıkışında komşulara “haydi eve gidelim” demeyi düşündü ama vazgeçti. İmamın konuşacakları özel olabilirdi. Sustu. İmamın yanına gelmesiyle, sessizce birlikte yürüdüler. Evin misafirlere ayrılan ikinci kattaki hariciye kısmına, tahta merdivenlerden çıktılar. Önceden tembihlendiği için soba gürül gürül yanıyordu. Odanın ısısı kapıdan girince yüzleri yalıyor, sanki yakınından alev topu geçmiş gibi yüzü kızartıyordu. Üzerindekileri çıkarıp yünden yapılmış kabaca duran minderlerden birine oturan Faruk:


    - Çok sıcak olmuş, dedi


    - Odun olunca çabuk ısınıyor işte.


    - Bu sen kar da fazla yağmadı.


    - Doğru, inşallah kuraklık olmaz.


    - Olmaz inşallah. Daha kışın çıkmasına çok var.


    - Doğru söylüyorsun, esas kış bundan sonra başlıyor.


    Konuşmalar böyle sürerken muhtarın kalbindeki tıpırtı zaman zaman artıyor, heyecan duyuyordu. Eğer kızını isterse, neden olmasındı? İşi vardı. Üstelik üniversiteyi bitirince öğretmen olacaktı. Kızını gül gibi geçindirip giderdi. Gerçi başka memlekettendi ama olsun ne fark eder ki? Artık mesafeler kısalmıştı. Araçlar son sürat, istediğin yere ulaştırıyordu.


    Sigaralar karşılıklı yakılmış, dumanlar değişik yönlere doğru uçuşuyordu.


    Faruk’un ilk geldiği gün oturduğu bu odada içtiği sigara, köylülere tuhaf gelmişti. İmam sigara içer miydi? Onlara göre içmemeliydi.


    Faruk’a, giderken de köylülerin hassasiyetleri konusunda çok fazla uyarılar yapılmıştı. Onun için ilk önce tereddüt etmiş, o ilk gün birkaç saat sabretmişti.


    Tüm köylüler odada toplanmış yeni gelen bu yabancı imamla tanışmak, belki de onu tanımak için konuşuyorlardı. Herkesin merak ettiği ilk konu nereli olduğuydu. Konyalı olduğunu herkes öğrenmişti.


    Faruk, Konyalı olmanın itibarını köylülerin davranışlarındaki yansımadan anlaması çok uzun sürmemişti.


    Sobanın üzerindeki karnı geniş çaydanlıktan çıkan cızırtı, tüm odanın gürültüsünü bastırmıştı. Ama yine de yoğunluk olarak sigara dumanı öndeydi. Herkes sigara içiyordu. Bardaklara çay dolduruldu. Faruk kendine İkram edilen çayı hiç beğenmemişti.  Hayatında böyle çay içmezdi.  Çayın, kendisi için çok özel bir yeri vardı. Çay keyfini süsleyen hatta klişeleştiren ikinci görüntü onun için sigaraydı.  Sigara onun için her şeydi.  Çektiği zaman ciğerlerine kadar inen dumanı, nice bir zaman sonra bölüm bölüm çıkarırdı.


    İlk bardaktan sonra:


    - Yeter içmeyeceğim, dedi.


    Köşede oturan yaşlı adamlardan biri, gözlerini kısarak yüksek sesle:


    - Dök bir bardak daha! Allah’ın Konyalısı ne bilir çay içmesini, dedi.


    Faruk bu söze alındı. Birden dudaklarının arasından dökülen şu sözler, odadakilerin bakışlarını kendi üzerinde topladı.


    - Safi dem olsun! 


    Herkes açık çay içiyordu. “Safi dem içmek için kafayı yemiş olması gerekir” diye düşünenlerin sayısı az değildi.


    Yanında oturan köy öğretmenine:


    - Bana bir tane tütün sarar mısın? dedi.


    Köylüler artık susmuş imama bakıyorlardı. Hiç beklemedikleri şeyleri görüyorlar ve diyecek bir şey bulamıyorlardı.


    Odadaki köylülerden biri:


    - Şeker al! dedi.


    - Yok, şekersiz içiyorum.


    Allah’ın Konyalısı çay içmesini ne bilir diyen adam, herkesin duyacağı şekilde, güya duyulmasın diye eliyle ağzını kapatarak:


    - Valla gardaş! Bu keş olmuş. Şuna bak nasıl çay içiyor?


    Faruk, kıs kıs güldü. Odadaki sessizliği yine yaşlı adamın anlattıkları bozdu.


*****


    Faruk, o ilk günü yeniden yaşıyormuş gibi oldu.


    Muhtar:


    - Çay hazır. Senin çay sevdiğini bilirim. Artık senin çayından getiriyorum.


    - Tamam, içebiliriz.


    Muhtar, hâlâ imamın kendine anlatacaklarını bekliyordu.


    Çaylar yudumlanırken Faruk anlatmaya başladı:


    - Muhtarım. İyice zoruma gitmeye başladı. Yıllardır aynı: bulaşık, yemek, çamaşır… Zor oluyor çok zor.


    Muhtar, önceki düşüncelerini destekleyen sözler olarak anladı imamın söylediklerini. “Şimdi söyleyecek herhalde” diye kesin kanaate ulaştı. Evet, artık kızını isteyecekti. Bunda şüphesi kalmamıştı. Yoksa Bunca şeyi neden anlatsındı boşu boşuna? 


    - Doğru söylersin hocam. Zor olur bu yaşta, iyi bilirim.


    - Yıllardır hep aynı şeyler. İnanın anamın çorbasını bile özledim. Hiçbir şey yapmasın, sadece bir tas çorbası yeter.


    - Evet askerdeyken ben de çok özlerdim.


    - Gerçi köylünün bu konudaki hakkını yememek gerekir.  Bana hep yakınlık gösterdi. Sofralarında bulundum herkesin. Ellerinden geldiği kadarıyla bana hizmet ettiler. Allah razı olsun.


    - Hocam, bizim köyümüz böyledir. Misafiri çok severler. Yedirmeyi görev bilirler.


    - Biliyorum. Köye gelen aç kalmıyor.


    Muhtar içinden “De gayrı hoca şu diyeceğini, adamı heyecandan bitireceksin.” diye geçirirken Faruk:


    - Muhtarım, işin özü şu:


    Muhtar, nefes almada zorlandığını hissediyor ama bunu imama sezdirmemeye çalışıyordu.


    Gerçi imam, muhtarın düşündüklerini bilmediği için muhtarda var olan duygu ve düşüncelerden habersizdi.


    Faruk konuşmasını sürdürdü:


    Ben, bu dönem ders çalışmak istiyorum. Yemekle bulaşıkla uğraşmak istemiyorum. Zaten okulu bitirmem gereken zamanda bitiremedim.


    Muhtar, Faruk’un dediklerinden pek bir şey anlamadığını gizleyemedi. Anlamsız gözlerle baktı imamın yüzüne.


    Faruk, muhtarın konuşmasına fırsat bırakmadan konuşmasına devam etti:


    - Şehre gideceğim. Eğer müsaade edersen. Bu sene okulu bitirmem lazım bu altıncı senem. İyice ayıp olmaya başladı anlayacağın.


    Muhtarın şaşırdığı boğazına düğümlenen sözlerden anlaşılıyordu. Ne diyeceğini bilemedi.  Ne bekliyordu, imamın dedikleri neydi?


    Sadece:


    - Namazlar, diyebildi çatallaşan sesiyle.


    - Eğer sen “olur” dersen, Hacı Hafız Rıfkı Ağa namazları kıldıracak.


    Muhtar kendini topladı. Belki de düşündüklerinden dolayı suçluluk duygusuyla konuştu:


    - Tabi hocam. Neden olmasın. Hacı Hafız Rıfkı Ağa kabul ederse.


    - İstersen çağırıp konuşalım.


    Muhtar gönülsüz de olsa:


    - Olur, diyerek oğluna seslendi.


    - Hacı Rıfkı’yı çağır gelsin hele. Hoca emmi var, de.


    Hacı Hafız Rıfkı Ağa iyi Kuran okurdu. Yıllarını vermişti hafız olmak için. Faruk, çoğu zaman namazları kıldırması için mihrabı ona bırakırdı. Okuması çok düzgün olduğu için gözü arkada kalmayacaktı.


    Az sonra nefes nefese odaya dalan Hacı Hafız Rıfkı Ağa:


    - Buyurun hele. Ne vardı?


    Muhtar:


    - Otur, bir şey yok diyerek yer gösterdi. 


    Gösterilen yere oturan Hacı Hafız Rıfkı Ağa, kendine ikram edilen çayı yudumlarken söylenecekleri bekledi.


    Faruk:


    - Eğer namazları kıldırırsan, ben şehre gideceğim bu dönemde. Okulumu bitireyim.


    - Tamam emme.


    - Yani, sen buna evet dersen, aldığım maaşın yarısı sana, yarısı bana. 


    Hacı Hafız Rıfkı Ağa:


    - Önemli değil, derken maaşın yarısını alacağını duymasıyla gözleri parlamıştı. Köy yerinde iyi paraydı. Kendine yeter de artardı bile. Şunun şurasında ne yapıyordu. Camiden eve, evden camiye…


    - Olur, dedi. Yalnız, diyerek durakaldı.


    Aksi bir şey söylemesinden çekinen Faruk, hemen atıldı:


    - Yalnız ne?


    - Ben, Cuma kıldırmam.


    - Tamam, cumaları geleceğim.


    - Bir de cenaze.


    - Cenaze olunca da gelirim.


    Cebinden çıkardığı kâğıt kalemle kalacağı yurdun telefon numarasını yazıp muhtara uzattı:


    - Eğer bir şey olursa bu numaradan bana ulaşabilirsiniz, dedi.


    Hacı Hafız Rıfkı Ağa içten gelen bir olumlulukla seslendi.


    - Tamam, hoca efendi. Sen hiç merak etme. Ben namazları kıldırırım.


    Hayatında bu kadar mutlu olduğu anların sayısı fazla olmamıştı. Biraz da köydeki insanlardan farklılığının ortaya çıkması mutlu etmişti onu. Herkese namaz kıldıracaktı, hiç kimse onun önüne geçmeyecekti. Daha ne isteyebilirdi ki? O köyün hocasıydı artık. Hani şu cenaze işi de olmasa tamamdı. Onu da yapardı gerekirse.


    Sanki dirilip ne yapıyorsun mu, diyecekti? Ölüden korkmanın mantığı da yoktu hani. Esas zararlı olanlar dirilerdi. Bu düşünceler yüzündeki olumluğun sağanak gibi dökülmesine sebep oldu.  Zaten imam okulu bitirince köye dönmezdi. İmamlık kendine kalmıştı. Yeni imam gelinceye kadar belki de yıllar geçecekti. Ücretini köylüden alır gül gibi geçinir giderdi.


    Muhtarın beklentileriyle yakından uzaktan alakası olmayan bu konuşmaların arkasından çaresizlikle:


    - Tamam, yeter ki oku hoca efendi. Biz buralarda idare ederiz, diyerek ümitlerini yarınlara ertelemişti. Yine de olabileceğini düşündü. Okulu bitirince belki de kızını isteyecekti. “Keşke” diye iç geçirdi.  Kendisinin köylerde ömür tüketecek biri olmadığını zaman zaman düşündüğü olurdu. Bari kızı buralarda çürüyüp gitmesin, istiyordu.


    Faruk alacağını almıştı. Yarından tezi yok şehre gidip, orada kalacağı yeri bir an önce ayarlaması gerekiyordu.


    Üniversitenin kampus içindeki yurtlarında kalmayı düşünüyordu. Bu işin çok kolay olamayacağını iyi biliyordu. Devlet yurdunda, memur olan birinin kalması mümkün değildi. Ama deneyecekti çaresiz. Öyle ya da böyle bir yolunu bulacaktı. Buna mecbur olduğuna kendini iyice inandırmıştı.


    Faruk, sabah namazından sonra hazırlıklarına başladı. Acil ihtiyaçları için çantasını hazırladı. Hepsini götürmesine gerek yoktu. Nasıl olsa cuma günleri gelecekti. Her hafta azar azar götürürdü. Hem sonra bakalım yurtlarda yer bulabilecek miydi?


    Yurtlara ulaştığında heyecan duymadı dense doğru olmazdı. Göğüs kafesinin altından gelen sesin ritminin arttığını kendisi bile görüyordu.


    Doğruca yurt müdürünün odasına girdi. Karşısında müdür masasına kurulmuş oturan şahsi görünce, bu yurtta kalmasının imkânsız olduğu kanaati bir bomba gibi düştü zihninin tam orta yerine. Artık bu iş bitmişti. Arkadaşlarının yanında kalabileceği aklına geldi birden. Belki de özel öğrenci yurtları…


    Hiçbir şey demeden kapıya doğru geri döndü. İki adım attı çıkmak için. Alay dolu olduğunu düşündüğü bir ses işitti:


    - Konyalı!


    Faruk, “tamam” dedi. “Adam hâlâ unutmamış.”


    Geriye dönmedi. Bir adım daha attı. Yine aynı tonda bir ses:


    - Konyalı, sana diyorum! 


    Faruk bir anda masaya kurulup oturmuş kişiye döndü. Sadece baktı. Hiçbir şey söylemedi.


    Müdür Bey devamla:


    - Hâlâ küs müyüz? Gel hele otur bakalım.


    Faruk titreyen ayaklarıyla gösterilen yere doğru yürüdü. Koltuğun ucuna iğreti bir şekilde ilişiverdi.


    O gün aklına geldi: İlk geldiği yıldı. Daha imamlık görevini almamıştı. Yurtta kalıyordu. Karşısında duran bu şahıs, o zaman kaldığı yurdun müdür yardımcılığını yapıyordu. Bir gün ansızın kapıyı bile vurmadan arkadaşlarıyla birlikte oturduğu odaya girip havalı bir şekilde konuşup sorular sormuştu. Buna tahammül edemeyen Faruk, onu odadan kovmuştu. İşte aynı şahıs karşısındaydı ve tüm yurtların sorumlusuydu. “Elbette yurtlara almayacak, adam benden hıncını alacak” diye düşünürken:


    - Ne içersin? diyerek beklenmedik bir soru sordu.


    Faruk sadece:


    - Çay, dedi.


    Müdür Bey telefona uzandı, çayları söyledi.


    - Eee!  Anlat bakalım, nasılsın?


    - İyiyim. İmamlık yapıyorum. Yurtta kalmak istiyorum.


    - Bunun olmayacağını biliyorsun.


    - Evet, şu anda çok daha iyi biliyorum.


    - İmalı konuşmana gerek yok. Yönetmelik gereği böyledir.


    - Evet biliyorum.


    - Neden geldin o zaman?


    - Sizin olduğunuzu bilseydim gelmezdim.


    - Yine aynı konuşmalarını sürdürüyorsun. Zaman seni hiç mi değiştirmedi?


    - Ben böyleyim işte. Keşke biraz farklı davranmasını becerebilsem.


    Faruk, bardağından son yudumu da çekti. Önündeki sehpaya bırakırken:


    - Çay için teşekkürler, dedi.


    Kalkmak için yeltendi:


    - Artık bana müsaade, dedi.


    Müdür hiç istifini bozmadan:


    - Nereye, hani yurtta kalacaktın?


    - Yönetmeliğe aykırı değil mi?


    - Dediğim gibi yine aynısın. Hiç horozunu öldürmüyorsun.


    - Ne yapayım, huyum bu benim.


    - Ben seni şaşırtayım bari. Seni birinci sınıfa giden dört iktisat öğrencisinin odasına veriyorum. Onlara göz kulak olursun artık.


    Faruk, içten içe çok sevinmişti aslında. Nerdeyse kalkıp sarılacak ve teşekkür edecekti. Ama bunu yapmazdı, yapamazdı. Bunca konuşmadan sonra bunu yapması doğru değildi kendince.


    Oturduğu koltuğa yerleşti. Doğru mu söylüyorsun, der gibi müdürün gözlerinin içine baktı. Müdür doğru söylediğini gözleriyle bir kez daha teyit etti. 


    Faruk rahatlamıştı. Ne demesi gerektiğini düşündü:


    - Teşekkür ederim. Ayrıca tebrik ederim.


    - Neden tebrik ediyorsun?


    - Ben hiç ümitli değildim. O olaydan sonra, ben senin yerinde olsam, herhalde bu şekilde davranmazdım. 


    - Kindar değilim, sonra benim işim bu, seninki gibi onlarca olayla karşılaşmak insanı pişiriyor artık.


    - Çok teşekkürler. Ben odama yerleşeyim.


    - Tamam. Görüşürüz.


    Faruk, üzerinden büyük bir yükün kalktığını hissederek rahatladı. Elindeki çantasıyla belirlenen odaya doğru yürüdü. Artık hiç bir şey düşünmüyordu. Odasına gidecek, yatağına boylu boyunca uzanacak ve dinlenecekti.


    Odaya girdi. İçeriyi şöyle gözlerinin ucuyla kontrol etti. Pencere kenarındaki yatağının üzerinde, elindeki kitabı okuyan sarı saçlı, ince yüzlü, gözlüklü bir genç:


    - Buyrun kimi aramıştınız? dedi.


    - Hiç kimseyi, diyerek yanına doğru yürüdü.


    Gözlüklü öğrenci, başka bir şey sormadı. Sadece içeri giren bu şahsı, gözleriyle takip etti.


    Faruk dolaplara doğru birkaç adım attı:


    - Hangisi boş, dedi.


    Kitap okuyan gözlüklü genç, olanlara bir anlam veremedi.


    - Ne yapacaksınız?


    - Eşyalarımı yerleştireceğim.


    - Burada mı kalacaksınız? 


    - Evet.


    - Şu dolap ve bu yatak boş, dedi eliyle işaret ederek.


    Faruk’un bu soğuk yüzlü davranışları genci korkuttu. Kendi kendine:


    - Kendini beğenmiş biri, çekeceğimiz var, dedi.


    Faruk eşyalarını dolaba yerleştirip yatağına uzandı. Yorgunluğun etkisiyle hemen uyuyuverdi.


    Odada kalanlar içeri girdikçe, boş yatakta boylu boyuna uzanmış bu yabancıya bakıp şaşırıyorlardı.


    Kimdi? Kimin nesiydi?


    Herkese sessiz bir şekilde, “yeni oda arkadaşımız” diyen genç, çok gizemli davrandığını da söylemeden edemiyordu.


    Bir bekleyiş başladı gençler arasında. Gerçekten merak ediyorlardı. Kendilerine göre yaşı bir hayli fazla olan bu adamdan şüphelenmişlerdi. Akıllarından onlarca alternatif düşünce akıp gitmişti. Ama yapacakları bir şey yoktu. Bekleyecekler ve tanışacaklardı.


    Nice zaman sonra Faruk uyandı. Yatağından kalktı. Hiç kimseye bir şey söylemeden terliklerini giydi, eline aldığı havluyu boynuna attı ve odayı terk etti.


    Gençler kendi aralarında değerlendirme yapıyorlardı. İçlerinden biri:


    - Bu adam polis olabilir. Tipine baksana.


    Bu görüşü diğerleri de benimsedi.


    - Bizi kontrol için istihbarat yerleştirmiş olabilir, dedi bir diğeri.


    - O zaman dikkatli olalım, dedi Faruk’la ilk tanışma faslını yaşayan gözlüklü genç.


    İçlerinde bir ürperti başlamıştı. Bu tür istihbarat hikâyeleri sık sık anlatılıyordu. Kendilerinin de bu düşüncelerini destekleyecek bahaneleri yok da değildi. Okulun sonuna doğru bu adamın burada ne işi vardı? Mutlaka bir şeylerden şüphelenerek, kendi odalarına yerleştirilmiş olabilirdi.


    Hiçbir şeyden haberi olmayan Faruk, odaya girdiğinde gergin bakışların kendi üzerinde olduğunu gördü. Sessizce yatağının üzerine oturdu. Gömleğinin cebinden çıkardığı paketten bir sigara yaktı. Kısa süren sessizliğin arkasından oda arkadaşlarından biri olan, saçları omuzlarına dökülmüş Tarık:


    - Hoş geldin, dedi.


    Faruk uykudan yeni uyanmanın mahmurluğuyla cevap verdi:


    - Hoş bulduk.


    Hiç kimseden çıt çıkmıyordu. Faruk, gençlerin çekingen tavırlarına anlam vermede zorlandı. Yeni gelen kendisiydi. İlgi gösterilmesini bekledi ama olmadı. Tarık, tekrar kısa cümleler kurarak sordu:


    - Tanışalım bari. Nerelisiniz?


    - Konya, dedi.


    - Ben de Antalyalıyım. Arkadaşların ikisi Adana diğeri İzmir’den.


    - Hepimiz iktisat okuyoruz. Birinci sınıftayız.


    - Biliyorum, dedi yarım ağızla.


    Bunun üzerine, odadaki herkes birbirine baktı. Biraz önceki düşüncelerini doğrulayan bir gerçeğe ulaştıklarını düşündüler.


    Daha yeni gelmişti. Nerden biliyordu? Demek ki bilinçli bir şekilde kendilerini takip etmek için, odaya yerleştirildiğini düşünmeye devam ettiler.


    Tarık uzun saçlarını elinin içiyle tarar gibi yapıp ensesine attı. Göz ucuyla arkadaşlarını uyardı, “aman dikkatli olun” anlamında.


    Odada birdenbire çok resmi ve bürokratik bir hava oluştu. Konuşmalar bile kısa süreli ve kesik kesikti. Ama bu düşünceyi kendileri ortaya atmışlar, yine kendileri besleyip uçurmuşlardı. Ve yine kendileri bu düşünceye esir olmuşlardı. Faruk, onları konuşturmak için birkaç soru sorduysa da aldığı cevaplar, gençlerin kendisinden çekindikleri, hatta korktukları yönünde oldu.


    Kendi kendine:


    - Bulduk kaybetmezsek, dedi.


    Günler geçtikçe Faruk’un samimi bir ortam kurma çabaları sonuçsuz kalıyor, gençler Faruk’a yakınlık göstermiyorlardı.


    Akşamüstü okul çıkışında herkes odada oturmuş derslerden bahsediyordu. Hiç kimse ciddi bir şeyden bahsetmiyor, laf olsun cinsi şeyler konuşuyordu.


    Faruk’un arkadaşı Ramazan bu sırada odaya geldi. Faruk’un yanına oturdu. Diğerlerini rahatsız etmemek için hafif bir sesle:


    - Faruk! Varsa bana biraz para ver, dedi.


    Odadaki gençlerin hepsi bu konuşulanları dinliyordu. Faruk’un zar zor duyulan sesle verdiği cevap odada soğuk duş etkisi yaptı:


    - Ramazan! Daha maaşı almadım, alınca vereyim.


    İşte iddialarının ispatı buradaydı. Artık başka hiçbir şeye ihtiyaç yoktu. Maaşlıydı. Polisti bu polis; istihbarattan. Çok daha fazla dikkat etmeliydiler kendilerine.


    Bu konuşmaların arkasından odada sadece gözler birebirine bakışarak konuştu, o kadar.


    Bu olaydan sonra, oda arkadaşları Faruk’a daha yakın durmaya başladılar. Abi! Hitabı dillerinin tespihi olmuştu. Faruk’a haddinden fazla saygı gösteriyorlar, her şeyde onun fikrini alıyorlardı.


    Bir hafta sonrasıydı. Yurtlara polis ve asker birlikte baskın yapmışlar, dolaptan yatakların altına varıncaya kadar her yeri didik didik aramışlardı.


    Faruk’un bulunduğu odaya polis abisinin arkadaşı komiser Mustafa,  iki polis ve iki askerle girdiler. Faruk, Komiser Mustafa’yı karşısında görünce çok şaşırdı.


    Tesadüfün bu kadarı olurdu. Abisi sebebiyle tanıştığı, zaman zaman yanına gidip sohbet ettiği Komiser Mustafa, bunca oda içinden Faruk’un kaldığı odaya gelsin.


    Komiser Mustafa’yı gören Faruk, oldukça rahatladı yüzü güldü. Kapıya doğru yürüdü:


    - Mustafa abi! Ne o, hayırdır? dedi.


    - Ooo!  Faruk sen burada mısın?


    Bu cümle gençlerin hepsinin zihnine kazındı.


    - Buradayım abi işte. Siz biliyorsunuz anlatmıştım.


    - Evet evet.  Oda nasıl?


    - Aramanıza gerek yok abi. Çocuklar çok temiz.


    Bu konuşmalar artık çelik perçin gibi fikirlerinin doğruluğunu ispatlamıştı. Bunun dışında bir şey düşünülemezdi.


    Polisler odayı aramadan çıkıp gittiler. Odada kalanların hepsi birbirine bakıp kaldı. Sonra: 


    - Abi, diyerek Faruk un yanına gelip oturdular.


    - Abi! Gördüğün gibi bir yanlış yapmıyoruz değil mi? dediler.


    Faruk sadece güldü. Artık ne dese inandıramıyordu. Onların gözünde istihbarattan olduğu kesin olduğu yetmezmiş gibi, diğer odalarda da polis olduğu şüphe götürmez hale gelmişti.


    Kendisine gösterilen bu saygı ve çekinceden, ilk zamanlarda memnun olmuştu. Hatta sırf eğlence olsun diye polisçilik oynamaya devam etmişti. En azından, polis olmadığı konusunda kimseyi inandırmaya çalışmamıştı.


    Artık sıkılmıştı. Kendisine polis gibi davranılmasını çekemez hâle geldi. Bir gün:


    - Gelin oğlum buraya, diye seslendi.


    Hepsi birden etrafını sarıp:


    - Buyur abi! dediler.


    Faruk cüzdanını çıkardı. Diyanette görevli olduğunu gösteren imam kimliğini önlerine attı:


    - Bakın şuna!  Ne yazıyor?


    - İmam kimliği.


    - Tamam işte! Ben size daha önce de söylemiştim. Ben imamım yahu imam.


    - Bırak abi be! Geç bunları, biz senin ne olduğunu iyi biliyoruz.


    - Ya kardeşim vallahi imamım, billahi imamım. 


    - Şimdi de bu kimliği uydurdun, kendini kamufle etmek için değil mi?


    - Değil, ama siz istediğiniz gibi düşünebilirsiniz.


    Yine gençlerin ve etrafındaki insanların farklı davranışları devam etti. Faruk artık buna alışmıştı. Yapacak bir şeyi de yoktu. İşi oluruna bıraktı.


    Bir hafta sonrasıydı…


    Kantinde oturmuş etrafında oda arkadaşları konuşup çay içiyorlardı. Derken merkezi sistemden bir anons duyuldu:


    - Tikkat… Tikkat… Faruk Çelik! Faruk Çelik!


    Bir anda masadakiler sustu ve Faruk’a baktılar.


Anons devam etti.


    - İmamlık yaptığın köyde cenaze varmış, muhtar seni istiyiiir. İmamlık yaptığın köyde cenaze varmış, muhtar seni istiyiiir.


    Faruk gençlerin yüzüne tek tek baktı.


    Arkadaşları:


    - Ya sen gerçekten imam mıydın? diye sordular.


    - Daha önce bunu söylemiştim size, diyerek acele bir şekilde çıkıp gitti.


    Gençler kendi aralarında yoruma başladılar:


    - Boşu boşuna şüphelendik adamdan…


    Bir diğeri yine bir komplocu edasıyla:


    - Ne biliyorsunuz? Bakın hepimiz buradayız. Ve bir anons… Belki de sırf bizi inandırmak için hazırlanmış bir mizansen. Ne dersiniz?


    Hiç kimseden çıt çıkmadı.


    Faruk kendi kendine:


    - Bu ne biçim anons böyle! Memurluğumu ilan etti. Yurttan da olacağız şimdi, dedi.


    Faruk anonsu yapan kişiye kızarak köye gitmek için apar topar kapıdan çıktı... 


Yazar: Duran Çetin (Yazar hakkında için tıklayın)
Eser: Sana Bir Müjdem Var, Beka Yayınları,2006 (Kitabı temin için tıklayın)



Kaynak: Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.


Önemli Not: Lütfen hikayeyi kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.

13 Temmuz 2007 - 11:38:29 - 6342 günlük
Ekleyen editör: HikayeArsivi

Okuyan:[15136]Yorumlayan:[0]Kategori: [Öğretici Hikayeler]
[Arkadaşına Gönder][
Yazdır]



Bu hikaye yazı-yorum için henüz yorum yapılmamış veya yorum onaylanmamış.
 

Yorumlarınızı Yapın:
 



Reklam ver

 
 

.: Günün Ayeti :.

.: Günün Hadis-i Şerif-i :.

.: Günün Sözü :.

     


 
Google

Sitemizden alınan tüm hikaye-öykü-masal ve materyaller için link verilmesi zorunludur.
Site içeriğini kullanmak için site yönetimiyle [kutulkulub@gmail.com] irtibata geçerek istifade edebilirsiniz.

 
 Hikaye Arşivi  
Kerim MELLEŞ-KuTuL KuLuB © 2002-2024  ©  Hikaye Öykü Masal Arşivi
Sayfamızı en iyi 1024*768 çözünürlükte görüntüleyebilirsiniz...

  KuTuL KuLuB-A.Kerim Melleş