Hava oldukça sıcaktı. Camiden çıkanlar, ağaçların altındaki derme çatma tahtalardan yapılan yerlere oturdular. İkindi olmasına rağmen hararet sönmemişti. Bu senenin çok sıcak olduğu konuşuldu dakikalarca.
Yukarı kapıdan giren orta yaşlardaki kişinin üzerinde buluştu tüm gözler. Kendine bakıldığını hisseden adam, biraz utandı. Güneşin kavurduğu yüzü esmerleşmişti. Bir sıkıntısı olduğu belliydi. Elini cebinden çıkardı. Selam verdi oturanlara. Doğruca imamın yanına oturdu. “Merhabalar” geldi peş peşe. Hepsine karşılık “merhaba” dedi tek tek. Bir süre sessiz kaldı. Düşündüklerini söyleyemedi; utandı.
Yaşlıların anlattıklarını dinlerken sıkıldı. Belki de kendine olumsuz bir şey söylenmesinden çekindi. İmama yalnız söylemeyi düşündü. Kimsenin kalkmaya niyeti yok gibiydi.
Dayanamadı, hafifçe boğazını temizledi. Sonra da imama doğru biraz eğildi:
- Hocam! dedi belli belirsiz bir sesle.
İmam ona dönerek:
- Buyur, dedi.
Kimsenin duymasını istemezcesine:
- Bugün annemin elli ikinci gecesi. Onun için geldim. Ne yapmamız gerekiyor?
İmam sevecen bir tavırla:
- Siz ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Üzerindeki sıkıntıyı attığını belli edercesine:
- Komşulardan birkaç kişi çağıracağım. Sizde gelirsiniz; okuyup dua edersiniz...
İmam:
- Olur, dedi.
Adam istediğini almış olmanın rahatlığıyla, biraz daha gür bir sesle:
- Akşam yemeğine mutlaka bekleriz, dedi.
İmam:
- Tamam. Camiye gelirsin; beraber gideriz.
- Hocam! Belki ben gelemem. Yemek hazırlığı yapacağım.
İmam üzerinde pek durmadı:
- Namazdan sonra gelirim.
- Aman geç kalmayın!
Adamın bir sıkıntısının olduğu belliydi. İfade etmekte güçlük çektiği son konuşmalarından anlaşılıyordu. İmam, yemekten sonra “Yasin” okur dua ederiz, deyince adam değişti. Yutkundu birkaç kez. Adam düşündüklerini söylemekten utandı. Ezile büzüle:
- Önce okusak olmaz mı? Sonra rahatça yemeğimizi yeriz.
Adamın makul mantıkla söylediği bu sözler imamın dikkatini çekti:
- Niçin öyle istiyorsun?
- Doğruyu söyleyeyim mi?
- Elbette!
- Hocam! Bugün bizim takımın maçı televizyonda yayınlanıyor.
- Ee...
- Maç seyredebilmem için yemekten önce okumanız gerekir.
İmam oldukça şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi. Gülsün mü, ağlasın mı? Adamın yüzüne bakakaldı. Bir anlık sessizlikten sonra elini adamın omzuna attı:
- Yarın, bürgün veya daha sonraki günlerin birinde de yapabilirsin. Acele etmene gerek yok.
- Olmaz. Tüm hazırlıklar tamam. Daha sonra bir daha kim uğraşacak bununla.
İmamın şaşkınlığı iyice arttı. Şaşkınlığını belli etmeyen bir tarzla konuşmasına devam etti:
- Yapma o zaman kardeşim.
- Ben yapmazsam millet ne der sonra?
- Ne der?
- Annesinin arkasından elli ikinci gecesini bile yapmadı!
- Zaten elli ikinci gece diye bir şey yok! Ölüleriniz için istediğiniz zaman dua edersiniz. İlla neden bu gece? Madem öyle çok önemli; maç seyretmen gerekiyorsa, elli ikinci geceyi yapmayıver.
- Ben iki işi birden götürmek istiyorum. Usulüne uyduralım.
- Yani, usulen bir şey yapalım diyorsun.
- Aynen öyle.
Adam rahatlamıştı. Söyleyemeyeceğini zannettiği şeyleri kolay bir şekilde söyledi. İmam olanlar karşısında sustu.
Kendi kendine “Neler var şu dünyada!” dedi. “Annesi sağlığında bunun için neler yapmıştır, Allah bilir. Annesi için isteğinden vazgeçemiyor.”
İmamın durgunlaştığının farkına varan adam, “Akşam namazından sonra, sakın unutma hocam!” diyerek uzaklaştı.
Akşam namazında gözleri adamı arayan imam, göremeyince, gitmemeyi düşündü. Kararsızlık içinde gitti geldi. Kendisine, Kuran okuması için çağrıldığı halde gitmedi, denmesinden çekindi. İsteksiz ve umarsız bir tavırla, aynı yere gidecek birkaç kişi ile beraber yürüdü. Adamın;
“Şöyle işi kurtaracak kısa bir dua olsun.” sözleri kulaklarında çınlıyordu. Bir punduna getirip söylemeyi düşündü. Eve geldiklerinde içeriden yükselen uğultu duyuldu.
“Bir hayli kalabalık olsa gerek” dedi. Evin küçük oğlu gelenleri kapıda karşıladı:
- Buyurun hocam! Diyerek odayı gösterdi. Odanın kapısı açılınca dışarıya bacadan çıkar gibi sigara dumanı sündü; girenlerin yüzüne yapıştı. İçerdekiler ayağa kalkıp imama olan saygılarını gösterdiler. Birkaç kişi birden:
- Buyur hocam, diyerek köşeyi gösterdi. İmam kendisine gösterilen yere oturdu. Herkesle merhabalaştı. Gözleri evin sahibine kaydı. Göz göze geldiler; bir süre bakıştılar. Adam yüzünü yere eğdi. İmamın bir şey demesinden çekindi. Söylediklerinin yanlış olduğunu anlamış görünüyordu. Hatta pişmanlık duygusu içerisinde olduğu belli oluyordu.
İmam Kuran- ı Kerim istedi. Karşı duvarda asılı Kuran’ı indirip imama verirken:
- Rahmetli anamındı, sözleri döküldü dudaklarından sessizce.
Oturanların hepsi sigaralarını söndürdüler. Kendilerine çeki düzen verdiler. Bir kısmı dizlerinin üzerine oturdu. İmamın okumaya başlamasını beklediler. İmam, ibadeti belirli günlere hasretmenin, ölülerimizin arkasından belirli günlerde dua etmenin uygun olmadığını anlattı. Kısaca, kırkıncı ve elli ikinci gecenin olmadığından bahsetti.
Ölülerimiz için her zaman dua etmemiz gerektiğini söyleyerek, Yasin suresini okudu. İçlerinden bazıları okunan Kuran’ı huşu içerisinde dinlediler. Bazılarının maça yetişemeyeceği, düşüncesi yüzlerinde yansıdı. Gözleri saatleriyle, imamın gözleri arasında gidip geldi. Köşede beyaz, uzun sakallı yaşlı adamın gözlerinden süzülen yaşlar rengi solmuş ceketinin yakasını ıslattı. Cebinden çıkardığı mendiliyle gözlerini sildi.
Nihayet dua yapılmış, ev sahibine “Allah rahmet eylesin” temennileri söyleniliyordu. Ev sahibi, elini kaldırıp kapıyı işaret etti kardeşine:
- Oğlum! Yemeği getirin hemen.
Kardeşi hızlıca birkaç kişiyle çıktı. Az sonra sofrayla girip servis yaptılar. Bu arada televizyon çoktan açılmıştı. Maçla ilgili yorumlar da başlamıştı. Herkes umutluydu. Önemli olan maçı kazanmaktı. Bunun dışında hiç bir şey önemli değildi.
Sofrada iken maç başladı. Ataklar karşılıklı devam etti. Hop oturup hop kalktılar. Yemek yedikleri belli değildi. Biraz önceki manevi atmosferden eser kalmamıştı. Tam bu esnada çoğunun morallerini alt üst eden bir durum ortaya çıktı.
İmamın orada olması sebebiyle kötü söz söylememeye çalışsalar da dayanamayıp bağıranlar oldu. Tam bu zamanda da olmazdı ki!
Elektriklerin bu gün kesilmemesi gerektiğini düşünüyorlardı.
Karanlıkta kaldılar. Ev sahibi anasından yadigâr kalan eski gaz lambasını istedi. Bu arada imam yatsı namazı için çoktan kalkmıştı.
Moraller iyice bozuldu. Sanki yakınlarından birisini kaybetmenin sıkıntısını yaşadılar.
Bir süre daha ümitle beklediler. Ama olmadı; elektrikler gelmedi.
Yazar: Duran Çetin (Yazar hakkında için tıklayın)
Eser: Sana Bir Müjdem Var, Beka Yayınları,2006 (Kitabı temin için tıklayın)