Çay bahçesinde oturan 55-60 yaşlarındaki adam, yanına yeni gelen aynı yaşlarındaki arkadaşına öfkeyle söyleniyordu;
- Biraz daha gelmeseydin canım, kök salıyordum yavaş yavaş.
- Aziz bey, insan arkadaşını böyle mi karşılar.
Aziz bey, ayağa kalkıp arkadaşına sarıldıktan sonra sitemli konuşmalarına devam etti.
- Ahmet bey, beni saatlerce bekletmen doğru mu!
- Aziz bey, iyice yaşlandın. Ne saatlercesi yahu. Beklediğim otobüs geç geldi, sonra da trafiğe takıldı işte
- Bir önceki otobüse binseydin.
- Bak kırmaya başlıyorsun beni.
Aziz bey, nazını götürdüğünü bildiği arkadaşına yüklenmeye devam etti;
- Kırmak mı! Asıl kırılan benim yahu. Buluşalım, bir çay-kahve içelim diyen sensin, geç kalan yine sen.
- Tamam yahu ettik bir kusur. Unut artık.
- 'Unut' muş, hani edebiyat sohbeti yapacaktık, şiirler okuyacaktık. Bu moralle oku okuyabilirsen. Heves mi bıraktın!
- Azizim Aziz, unut moral bozan konuları, kapat artık. Çevrene bak; çiçekler açmış, kuşlar şen-şakrak, bir bahar rüzgarı yüzümüzde. Neşelen, kahveciye rica ederim şimdi, senin sevdiğin bir eski şarkının plağını da çalar. Daha ne istersin şu üç günlük dünyadan.
Sözü biterken kahveciye doğru el salladı. Kahveci, bu iki ihtiyarın hemen hemen her hafta gelmesine, eski şarkılar dinleyip, şiirler okuyarak sohbet etmesine alışmıştı. Alıştığı işareti alan kahveci, uzaktan onların hafif atışmalı hallerini görünce, kendi kendine mırıldandı; “Aziz bey yine öfkeli, uygun bir şarkı çalmalı”. Diyerek plakları karıştırmaya başladı.
Kahvecinin koyduğu plaktan, “Sen benim eski değil, eskimeyen dostumsun” şarkısı kulaklarından ruhuna yayılırken, Aziz bey yumuşadığını belli eden bir ses tonu takınsa da yine sitemli konuştu;
- Senin keyfin yerinde, bekletilen sen değilsin.
- Bak kalbimi kırmaya devam edersen, bir dahaki sefer daha da geç gelirim.
- Aha!..bir de tehdit ha, “Daha da geç gelirim ha!...”
- Kızma canım hemen, şaka yaptım, bir daha geç gelir miyim!
- Ha şöyle yola gel.
- …hiç gelmem.
- Bak bak bak. Gelme de gör bakalım bir daha yüzüne bile bakmam.
Ahmet bey gülümsemeye, Aziz beyin öfkesini neşesiyle savuşturmaya devam etti.
- Neyse Azizim, bir öykü yazıyorum. Sanırım bu gece bitiririm. Seni darıltmak istemem, bir daha ki buluşmamızda yorumlarına ihtiyacım var.
- Seni gidi seni, zayıf tarafımı biliyorsun değil mi!
- Öfkenin çabuk geçmesi de olmasa çekilecek adam değilsin.
- ‘Adam değilsin’ den önce virgül mü var?
- Yok yok, o kadar da değil. Yine kavga mı çıkaracaksın.
Aziz bey güldü;
- Şaka yaptım canım, sen şaka yaparken iyi de ben yapınca mı kötü. Neyse, bu günkü okuyacağımız şiirlere başlamadan kararlaştıralım, çarşamba mı uygun, perşembe mi sana?
- Çarşamba hastane randevum var, Perşembe buluşalım.
- Hastane mi, yok ya önemli bir şey?
Ahmet bey, bakışlarını başka tarafa çevirdi.
- Önemli bir şey yok canım. İhtiyarladık, bir kontrolden geçeceğiz.
- Tamam ama sakın gecikme köprüleri atarım ha!
Ahmet bey yine güldü;
- Atarsan at yahu, ben seni kolay bırakmam, yeni köprüler kurarım. Senin gibi aksi ihtiyarın arkadaşsız kalmasına gönlüm razı olmaz.
- Gül bakalım gül. Öykün kötüyse böyle gülemeyeceksin. En ufak hatanı yüzüne çarpacam, yerden yere vuracağım seni.
- Yahu eski dostuz insaf et.
- Neyse bırak bunları o güne kadar gülsün yüzün. Sen yeni şiirlerini oku bakalım.
Ahmet bey, çantasını karıştırdı, bir şiir defteri çıkarıp okumaya başladı;
NE KALDI
İçimde gençlikten bir ses kaldı,
Doymadım dünyaya ah! ... heves kaldı
Neylesem, ne yapsam nafile
Alacak bitti de verecek son nefes kaldı.
Birbirlerine şiirler okuyarak vakit geçirdiler. Akşama doğru vedalaşıp ayrıldılar.
*****
Son edebiyat sohbetinin tadı damağında kalan Aziz bey, perşembeyi nerdeyse iple çekmişti. Elinde son dergilerden bir demet, dostuyla okumak için hevesle kahvehanenin bahçesine geldi. Bahçeye geldiğinde yüzü asıldı, arkadaşı henüz gelmemişti. Öfkeli biriydi, yine içinde öfkenin kabardığını hissediyordu;
- Gelsin bakalım, bu kez gerçekten kırıcı konuşacağım.
Beş dakka, on dakka derken iyice sabırsızlanmıştı;
- Yazıklar olsun, geçen o kadar kızdığımı bildiği halde yine gecikti. Eminim yine otobüsü bahane edecektir. Hele bir gelsin, kalp kırmak nasıl oluyormuş göstereceğim.
Bekledi bekledi… saatine baktı, yarım saat geçtiğini görünce yüzü öfkeden kızarmış halde kalktı yürüdü gitti.
Eve vardığında öfkesinden kimse yanına yaklaşamadı. Girer girmez yüksek sesle bağırdı;
- Ben odama geçiyorum, Ahmet’ten telefon gelirse hemen beni çağırın.
- Arkadaşın Ahmet amcadan mı?
- Arkadaşım, dostum filan değil artık.
Hışımla odasına geçti. Oda da bir aşağı, bir yukarı yürüyor, Ahmet özür dilemek için aradığında söyleyeceği öfkeli sözleri düşünüyordu. Arada bir odadan çıkıp soruyordu;
- Ahmet aradı mı?
- Hayır, aramadı.
- Arayınca hemen haber verin.
Ne kadar beklese de aramadı, ertesi gün de;
Önce, aramaya utanıyor diye düşünüyordu ama ertesi gün de aramayınca kalbinde büyük bir hüznün ağırlığını hissetti. İşte perşembeden sonra cuma günü de akşam olmuş, hala aramamıştı.
- Yazıklar olsun Ahmet, bir arayıp özür bile dilemedin. Köprüleri atan sen oldun, yazıklar olsun, yazıklar olsun.
İki gündür öfkesi, söyleyeceği sözler içini bunaltmıştı. Eli telefona uzandı, numaraları çevirmeye başladı. Bir yandan da, eski bir dostluğu bitirişin acısı boğazında düğüm düğüm düşünüyordu;
- Son sözümü söyleyeceğim Ahmet, son sözümü ve bir daha yüzüne bile bakmayacağım.
Telefonun açılma sesinden sonra karşıdan genç bir kızın sesi geldi;
- Alo.
Genç kıza karşı öfkeli konuşmamaya çalıştı, sesini yumuşattı;
- Ahmet beyle görüşecektim kızım, evde mi?
Genç kız zor konuştuğunu belli eden bir sesle cevap verdi;
- Arkadaşı mısınız? uzun süredir kalbinden rahatsızdı, çarşamba günü vefat etti, bu gün de cuma namazından sonra Çankırı’da defnettik.
Yazar: Ahmet Ünal Çam (Yazar hakkında için tıklayın)
E-mail: ahmetunalcam@gmail.com