Köyde herkes aynı şeyi konuşuyordu; bu muhtar eskisi gibi değil. Köyle, tarlayla ve bağalarımızla fazla ilgilenmiyor, diyorlardı.
Köyün hemen önündeki bağa, bostana sahip çıkamadığını öfkeyle anlatıyorlar, sonra da “Tabi böyle olur, adamın ikinci dönemi!” deyip kendi kendilerine kızıyorlardı. “Bir daha mı? Asla oy veremeyeceğiz” gibi cümleler herkes tarafından söylenen sıradan konuşmalar halini almıştı.
Biraz deli doluydu. Gözünü budaktan esirgemezdi. Lafını çekmez, doğru bildiği yolda durmaz yürürdü. Halk bunun için “Deli Hayrettin” demişti. Bazen kırıcı olsa da dobralığı takdir ediliyordu. Zaten bunun için muhtar seçilmişti. Zaman Deli Hayrettin’in bu yönünü de törpülemiş, yeni şekle büründürerek yontmuştu.
Şikâyet ve Serzenişlerin temelinde yatan da buydu. İlgisiz davranışları, köyün işlerine olan duyarlılığının zayıflaması, vurdumduymazlığın artması...
Kendi de bunun farkındaydı. Hakkında konuşulanlardan rahatsızlık duyduğunu gizlemiyordu. Bu durumdan sıyrılmanın bir yolunu arıyordu. Ne de olsa önünde seçimler vardı. Bu koltuk ne menem bir şeymiş ki, ayrılmayı düşündüğü halde, içinden ayrılamayacağını biliyordu.
Önceden sadece Deli Hayrettin’di. Şimdi öyle miydi ya? Elbette hayır. Olamazdı da zaten. Muhtardı. Üstelik namlı bir muhtar. Resmi dairelerde onu herkes tanırdı. Muhtar olmasaydı bu mümkün olacak mıydı? Yine hayır. Kim nereden bilecekti Deli Hayrettin’i.
İşte, bu hale gelmesini muhtarlığına borçluydu. Gittiği yerlerde muhtar olduğu için buyur ediliyor, taltifler görüyordu.
Hele Kaymakam Beyin “Buyur hele bir çayımı iç!” demesi yok muydu? Deli Hayrettin’i bitiriyordu. Ne demekti koskoca Kaymakam Bey, çağıracak ve iltifat edip çay söyleyecek. Bu olacak iş değildi.
Evet evet bu muhtarlığı bırakmamak gerekiyordu. Ama nasıl?
İlk önce bekçiden başlamalıydı. Yani köy korucusundan. Zaten şikâyetin çoğu ondan kaynaklanıyordu. Gerçi bekçi Murtaza’nın da yapacak bir şeyi yoktu. Köylüler mallarına sahip olmuyorlar, sonra da şikâyette bulunuyorlardı.
“Madem öyle, salma malını kardeşim başıboş! Senin keçin bu gün onun bostanını yerse; bir başkasının ineği de senin bağını talan edecek. Bunu neden düşünmüyorsun?” Ama bunları sadece içinden düşünüyordu. Köylülere bir türlü söylemiyor, çoğu zaman görmezlikten geliyordu. Yapısı biraz mülayimdi. Muhtarın yapısıyla pek uyuşmuyorlardı ama çok güzel analaştıkları gözden kaçmıyordu.
Akşam karanlığının getirdiği tatlı bulanıklığının sarmaladığı köy odasının kuytu köşesinde, kendi aralarında konuşuyorlardı.
Muhtar:
- Murtaza! Köylü şikâyetçi. Ne yapacağız?
- Benim kabahatim yok. Biraz da kabahat köylüde. Hayvanlarını salmasınlar.
- Haklısın, durum böyle ne yapalım? Önemli olan bunun önüne geçmek.
- Sen ne dersen, ben onu yaparım muhtarım.
- Tamam, akşam erken gel de bunu biraz konuşalım.
- Olur.
Her ikisi de ayrılıp evlerinin yolunu tuttular. Yemek vaktiydi. Yemekten hemen sonra geri geleceklerdi.
Deli Hayrettin’in zihnini bu düşünce yoruyordu. Son günlerde sürekli bunu düşünüyordu.
Birden yıldırım hızıyla aklına bir fikir düştü. Bekçi Murtaza’nın gelmesini iple çekti.
Bu sefer olmuştu. Bulmuştu sonunda. Bu işi böyle yaparsa; sonucunda köylünün ilgisini çekebilirdi.
Muhtar, Murtaza’nın gelişini tebessümle karşıladı. Geldiğine çok sevinmişti:
- Otur hele otur!
- Muhtar! Ne bu telaş?
- Sen otur da bir dinle beni.
- Hayırdır, neyi dinleyeceğim?
- Bu işi çözdüm.
- Hangi işi?
- Köylünün malını bağa, bostana salıverme işini halledeceğim?
- Nasıl olacak?
- Çok kolay.
- Söyle be Muhtar! Adamı çatlatma gayrı.
- Bak şimdi! Yarın ben keçimin birini bilerek salıvereceğim.
- Eeee!
- Eeee si mi var. Bunu halk görecek değil mi?
- Evet. Sana olan kızgınlığı iyice artacak, hakkında ileri geri konuşacaklar.
Bekçi Murtaza, Deli Hayrettin’in planını hâlâ anlamamıştı. Açıklama yapmasını beklediği bakışlarından belli oluyordu.
- De, be Muhtar. Ne yapacaksak söyle!
- Sen köylünün gözü önünde, benim keçiyi bağıra çağıra keseceksin. Akşam da birlikte yiyeceğiz. Tamam mı?
- Tamam da sonucunda ne olacak?
- Hâlâ anlamadın mı?
- Hayır.
- Ne olacağı mı var? Sen keçiyi yakalayıp milletin gözü önünde keseceksin. Sana “Bu deli Hayrettin’in keçisi sakın kesme!” diyecekler. Sen de meydan okuyacaksın. “Deli Hayrettin de kim oluyor” falan diyeceksin.
- Gerekeni söylerim. Yani o kadarını yaparım.
- Köylü senin Deli Hayrettin’in keçisini kestiğini görecek. Dilden dile anlatılacak. Muhtarın keçisini kesen benim keçimi haydi haydi keser, diyerek hayvanlarını başıboş bırakmayacak. Hatta muhtarım böyle tembih etti. Gelen benim malım bile olsa keseceksin dedi, diye söylersin. Böylece ben de puan alırım.
- İyi valla!
- Sen de, ben de, bu dertten kurtulacağız. Anladın mı?
- Anladım.
Sabahın cam billurluğundaki aydınlığının dayanılmaz çekiciliğinde, köyün girişindeki ağaçların gölgesi yine köylülerle doluydu: işe güce gitmeyen, konuşacak birilerini arayanların oluşturduğu gurup. Zamanla burada dedikodu bile yapıyorlardı. Planı uygulamak için bulunmaz değerde bir zaman ve yerdi burası.
Muhtar, akşam konuştukları gibi keçisini bıraktı. Bekçi Murtaza uzaktan takip etti. Keçi sanki öğretilmiş gibi doğruca ağaçların yanındaki çeşmeye gitti. Su birikintilerinin kenarında boy göstermiş olan otları bir iki defa kokladı. Sonra da ağaçsız, otsuz, kıraç bayıra tırmanıp, doğruca bostana girdi.
Keçiyi görenler kendi aralarında konuşmaya başladı:
- Bu keçi kimin?
- Muhtar Deli Hayrettin’in.
- Muhtar böyle yaparsa; başaksı ne yapsın?
- Doğru.
- Bu işi bırakması lazım!
- Köyün ekinini, otunu koruyamayan adamın ne işi var muhtarlıkla.
- Bu eskiden böyle değildi.
- Karşısına kim çıkarsa ona oy vereceğim.
- …
Bu arada karşıdan hışımla gelen bekçi Murtaza’ya takıldı gözleri. Konuşmaların seyri ona kaydı.
- Bu da bir iş yapmıyor.
- Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş.
- Valla öyle…
Bekçi Murtaza selam verip geçti. Kendine laf atanlar cevap vermek istemedi.
Bağıra çağıra keçiye doğru koştu:
- Bu keçi kimin? Bu insanlar neden mallarını başıboş bırakırlar? Şimdi ben ona gösteririm…
Keçiyi tuttuğu gibi yatırdı. Cebindeki bıçağı çıkarıp keçinin boğazına dayadı.
Ağacın altındakiler bağırdılar:
- Dur sakın yapma!
- Neden?
- O keçi kimin, biliyor musun?
- Kimin olursa olsun, muhtarın emri bu.
- Dur yapma! Deli Hayrettin’in keçisi bu. Sonra başına bela alırsın.
- Deli Hayrettin de kim? Salmasaydı. Malına baksaydı, bakamayacağı malı neden tutuyor ki?
Bu sözle birlikte “Bismillah” deyip bıçağı keçinin boğazına çaldı. Tek hareketle keçiyi kesti.
Orada bulunan herkesin şaşkınlığı gizlenemeyecek kadar aşikârdı. Ne diyeceklerini şaşırdılar!
Savaş kazanmış komutan edasıyla, mağrur bakışlarla etrafını süzerken bağırdı:
- Bundan sonra böyle! Kimin olursa olsun keseceğim. Ona göre ha!
Bu olayı görenler, şaşkınlık ve tedirginlik içinde dilden dile anlattılar. Sonrasında hiç kimse hayvanlarını başıboş bırakmadı.
Bekçi Murtaza’nın kestiği keçi Deli Hayrettin’i muhtar seçtirmekle kalmadı. Dilden dile bir destan edasıyla anlatıldı durdu.
Yazar: Duran Çetin (Yazar hakkında için tıklayın)
Eser: Sana Bir Müjdem Var, Beka Yayınları,2006 (Kitabı temin için tıklayın)