Oldum olası babasıyla küçüklükten beri hiç anlaşamazdı. Uyarılarını dikkate almamak, en belirgin özelliğiydi. Babasını kızdırmaktan zevk aldığı da söylenebilirdi. Hiçbir zaman kendisini babasına beğendirememişti. Gerçi böyle bir derdinin olduğu da söylenemezdi.
Babası devamlı olarak “Sen hiçbir zaman adam olmayacaksın!” derdi. “Senin milletin başına bela olmandan korkuyorum.” sözleri ağzından hiç eksik olmazdı.
Çocukluk yılları hep kavga gürültü ile geçti. Kavga etmediği gün yoktu. Komşu çocuklarına eziyet etmek, mallarına zarar vermek onun için sıradan davranışlardı. Ailesi, komşu ve tanıdıkların yüzüne bakamaz hale gelmişti. Babasının devamlı dayağa başvurması da onu uslandırmamış; yüzsüzleştirmişti.
Laf anlamaz, söz dinlemez; başına buyruk birisi olup çıkması fazla zaman almadı. Artık günlerinin çoğu babasıyla küs olarak geçiyordu. Babası da onu ıslah etmek yerine, şiddete başvuruyor; ele avuca sığmaz halinin artmasına sebep oluyordu.
Doğduğunda ne kadar sevinmişti. İlk çocuğuydu, üstelik oğlandı. O sıralarda Kerem ile Aslı hikâyesini dinlemiş, çok etkilenmişti. Oğlunun adını bunun için Kerem koymuştu.
Kerem, çocukluk yıllarından itibaren babasının beklentilerinden fersah fersah uzaktaydı. “Küçükken yaramaz olanın, büyüyünce uslu olacağını” duyup bununla sevinmişti. Kaç defa hocalara okutmuştu, yaramazlığını bıraksın diye. Ama olmamıştı.
Babası, oğlunun hep iyi olacağı günleri bekleyip duruyordu.
Kerem, kendisine benzeyen birkaç arkadaşı ile beraber yapmadıkları kalmıyordu. Nerede bir kötülük var; altından Kerem ve arkadaşları çıkıyordu.
Artık her yanlışlığın arkasında, her pisliğin altında bunların olduğu kanaati yerleşmişti köy halkında. Herkes onlardan uzak kalmaya, çocuklarını onlardan uzak tutmaya çalışıyordu.
Herkesin kendilerinden çekindiğini biliyorlar; bunu değerlendirmek için olmadık şeyler yapıyorlardı. Etraftan duyduklarının etkisiyle, eşkıyalık yapıp, yol kesecekler, bulduklarını soyup soğana çevirecekler, çevre diyarlarda nam salıp ün kazanacaklardı. Bunun için oturup planlar yaptılar. Artık babasından da, yakınlarından da iyice kopmuştu. Kendi yalnızlığını, başkalarına yaptıkları eziyet ile kapatmaya çalışıyordu.
Aldıkları karara göre; köylerindeki Karun kadar zengin olduğu söylenen, bunun için “Karun” lakabıyla anılan, yaşlı ve yalnız olan Karun Bilal dedeyi soyacak; paralarını alacaktı. Sonra da efeliğini ilan edecek, gerekirse dağa çıkacaktı. İstediğini yapacak, krallar gibi yaşayacaktı. Bunun için planlarını yaptı. Karun Bilal’ı takip etti. Bu işi kendisi yapmalıydı. Efelerin başı olacak olan o’ydu. Kendini ispat etmeliydi.
Karun Bilal’ın evde yalnız olduğu bir sırada, kapıyı zorlayarak eve daldı. Karun Bilal karşısında Kerem’i görünce irkildi. Kerem’in hayırlı bir işinin olmayacağını biliyordu. Ne diyeceğini şaşırdı, bir an ne yapması gerektiğini düşündü.
Kerem belindeki tabancayı çıkardı, Karun Bilal’ın başına dayadı.
- Dayı! Beni zorlama! Paralarını ver, yoksa seni öldürürüm, dedi.
Karun Bilal, ne söyleyeceğini bilemedi. Bön bön yüzüne baktı Kerem’in.
Kerem, işin ciddiyetini anlatmak için ses tonunu yükseltti, tabancasıyla birkaç kez dürttü.
Karun Bilal, işi alttan almaya devam etti:
- Oğlum, benim ne param olacak? Ben yalnız, yaşlı bir garibanım.
- Senin paranı alacağım ve efeliğimi ilan edeceğim. Gerçi bunu herkes biliyor ama seni soyunca beni dünyalar duyacak.
- Bu işi kendi köyünde yapman doğru değil, git başka yerlerde yap.
- Bırak bunları! Ya parayı verirsin, ya da seni gerçekten vururum.
Karun Bilal’ın yalvarmaları hiçbir sonuç vermedi.
Karun Bilal’ın parasını alacağına canını almak daha iyiydi. Ama anladı ki, can daha tatlıydı.
- Tamam, dedi. Parayı sana vereceğim.
Kerem hedefine ulaşmanın dayanılmaz hazzını yaşıyordu. Artık her şey istediği gibi olacaktı. Az kalmıştı çok az…
Karun Bilal, elini şalvarının içine soktu, parayı çıkarmak için karıştırdı. Birdenbire elini şalvarından çıkardı. Elindeki tabancayı Kerem’in karnına dayadı:
- Karnını kurşunla doldurmamı istemiyorsan; defol git! dedi.
Kerem neye uğradığını şaşırdı. Şimdi şaşkınlık sırası ondaydı. Baktı kaldı; uzunca bir süre hiçbir şey demeden bekledi.
Şimdi ne yapacaktı? Uygun durumda olan Karun Bilal’dı. Bırakıp gitmeyi düşündü; arkadaşları ne diyecekti?
Çok korktu. Korkunun ne demek olduğunu iliklerine kadar hissedip yaşadı. Başkalarına eziyet etmekten, korkutmaktan hoşlanan Kerem’in yaptığı yanlışı anlaması zor olmadı.
Karşısındakinin yüzüne baktı; çok ciddi olduğu bakışlarından belliydi. Yine de şansını denemek istedi. Küçük bir hareket yaptı Karun Bilal'a doğru. Aynı anda bir el silah sesi duyuldu.
Efe adayı Kerem, neye uğradığını anlayamadı. Yüzü kireç gibi bembeyaz oldu. Bir anda vurulduğunu düşündü.
Karun Bilal, Kerem’i ayağından vurmak için ateş etmişti. Kurşun, parmağının ucundan sıyırıp geçti. Kerem durumun daha da kötüye gitmesinden korktu. Olduğu yerden kıpırdayamadı. Gözlerinin ucuyla ayaklarını kontrol etti.
Karun Bilal ne yaptığını bilmez bir halde:
- Şimdi defol git! Yaksa vururum seni, dedi.
Kerem o kadar çok korkmuştu ki, konuşamadı. Tekrar tekrar konuşmayı denedi. Nice bir zaman sonra kapıya doğru yürüdü. El kol hareketiyle bir şeyler anlatmaya çalışıyordu; sesi çıkmadığı için çabaları boşa gitti.
Kerem, birden kekeleyerek konuşmaya başladı:
- Eğer bu olayı anlatırsan; kesinlikle seni vururum. Bunun hiçbir zaman unutma! Hiç kimse duymayacak tamam mı? Konuşurken hem sesi titriyor hem de kekeliyordu.
Karun Bilal, belayı defetmenin rahatlığıyla, “tamam söylemem” manasında başını salladı birkaç kez.
Kapıdan çıkan Kerem, arkasına bile bakmadan oradan uzaklaştı. Bundan sonraki hayatında, o günün hatırası olarak hep kekeme konuştu. Adı Kekeme Kerem’e çıktı. Yıllarca bunun ağırlığını çekti. Eski huylarından uzak durmaya, kendi dünyasında yaşamaya başladı.
Kekeme Kerem’deki değişikliğe kimse bir anlam veremedi. Babasıyla olan sıkıntılarını birazcık giderdi. Efe olma hevesi kursağında kaldı. Az daha canından oluyordu bu uğurda.
Yaptıklarını düşündükçe, başkalarını yüzüne bakamaz oldu. Bin pişmanlık duyuyordu; bu pişmanlığın önceki yaptıklarının yanlışlığını anlamasından mı, yoksa o gün efelik için daha cesur davranmamasından mı, olduğu anlaşılamadı. Her şeye rağmen bir düzelme olduğu kesindi.
Yıllar sonrasında, bu olay kimden yayıldığı belli olmadan kulaktan kulağa anlatıldı.
Kekeme Kerem iyice olgunlaşmış, Karun Bilal da yolun sonuna gelmenin yorgunluğunu yaşıyordu. Artık hastalanmış, yataktan kalkamıyordu. Kekeme Kerem, önceki yaptıklarını hatırlayarak Karun Bilal’la helalleşmeye gitti.
Yanına vardığında Karun Bilal'ın sere serpe yattığını gördü. Kekeme Kerem’in geldiğini gören Karun Bilal’ın yüzünde gülümsemeler oluştu.
Bir müddet birbirlerine baktılar; gözleriyle daldılar. Belli ki ikisi de yıllar önce yaşadıklarını hatırlamışlardı. Kerem, Karun Bilal’ın yanına oturdu:
- Geçmiş olsun. Seninle hukukumuz var, hakkını helal et, dedi.
Kekeme Kerem’in bu sözü Karun Bilal’ın kendisine gelmesine sebep oldu. Çatallaşan sesiyle:
- Olmaz, olayı burada anlatırsan helal ederim, yoksa etmem, dedi.
Kekeme Kerem gözünün ucuyla odayı süzdü. Yaklaşık yirmi kişi vardı. Bunların içinde itiraf etmek kendisi için her şeyin sonu demekti. Kendindeki değişikliğin sebebinin ortaya çıkması demekti. Bu çok zordu, belki de imkânsız.
Gözleri tekrar Karun Bilal’ın yüzüne kaydı. Bunu hak ettiğini düşündü. “Bir musibet bin nasihatten iyidir” sözünü boşuna demediklerini iyice anladı. Yıllarca babasını dinlememesinin sonucuydu bu.
Sıkıntılar bastı Kekeme Kerem’i, kendince bütün kariyerinin sonu olacaktı. Beraber olduğu arkadaşları dalga geçeceklerdi. Ama önemli olan, helallik alarak kul hakkından kurtulmasıydı. Bütün bunları göze alarak olanları, kahkaha sesleriyle bölünerek anlattı. Büyük bir yükten kurtulduğunu düşündü.
Karun Bilal’ın “Hakkımı helal ediyorum” sözlerini hiç unutmadı.
Yazar: Duran Çetin (Yazar hakkında için tıklayın)
Eser: Sana Bir Müjdem Var, Beka Yayınları,2006 (Kitabı temin için tıklayın)