İki komşu ilçe Bolvadin ve Emirdağ'ın gençleri zaman zaman aralarında maç yapar, diğer yakın ilçe ve kasaba gençlerinin katılımıyla küçük çaplı bir turnuvaya dönüşürdü.
İddialı bir maçtı. Emirdağ'da oynanıyordu. Konuk takım Bolvadinli gençlerden oluşuyordu. Ev sahibi ise Emirdağlılardı.
Atılan bir gol karşı takım tarafından sayılmayınca tartışma başladı. Büyüdükçe büyüdü ve taşlı sopalı bir kavgaya dönüştü. İki tarafın büyükleri olayı zar zor yatıştırarak gençleri evlerine göndermeyi başardılar.
Ancak olayın sıcaklığı bitmedi. Gece planlar yapıldı ve ertesi sabah Emirdağ'da ticaretle uğraşan Bolvadinli bir tüccarın dükkanı taşlandı. Karşılığı çabuk geldi ve tekrar kavga başladı.
Olay büyüyordu.
Kalabalığın ve gürültünün artmasıyla Bediüzzaman evinden aşağıya indi ve köşe başında durarak, yüksek sesle, "Kardeşlerim!" diye bağırdı.
Bakışlar sesin geldiği yere doğru yöneldi.
"Ne yapıyorsunuz?" dedi aynı ses tonuyla."Sizler iki komşu ilçenin insanlarısınız. Kardeşsiniz. Neyin kavgasını yapıyorsunuz?"
Sesler kesildi, yumruklar yere indi, taş ve sopalar bırakıldı. Kalabalık biraz sakinleşmişti.
Devam etti:
"Birbirinizin kusurunu görmemelisiniz. Birbirinizi affetmelisiniz. Paylaşamayacak neyiniz var?"
Ve ekledi:
"Eğer barışıp dağılmazsanız, ben burayı terk ederim."
Bediüzzaman'a olan sevgi sonsuzdu. Onun hatırına neler yapılmazdı ki? Onu kırmak ne mümkündü?
Kimse başını yerden kaldıracak cesareti bulamadı kendinde. biri ağır aksak adımlarla Bediüzzaman'a doğru yaklaştı.
"Kusura bakmayın üstadım," dedi. "Yanlış yaptık. Elinizi öpelim, bizi affedin."
"Birbirinizi affedin," dedi Bediüzzaman. "şimdi birbirinize sarılın ve barışın."
Teker teker gelip Bediüzzaman'ın elini öptüler. Sonra diğer büyüklerinin... Ve birbirlerine sarılarak barıştılar.
Sükunet sağlanmış, dostluklar yeniden kurulmuştu.