Niğbolu zaferini kazanmış olan Yıldırım, sefer dönüşü bir solukluk uğradığı yerde Ayak Divanı (padişahın doğrudan halkın şikayetlerini dinlemesi) kurdurup halkın dertlerini dinlerken, yaşlı bir kadın bağıra bağıra padişahı azarlamaya başlar:
- Padişahım! Yularını gevşek tuttuğun hademelerinden biri, destur dilemeden sütümü içti. Bedelini talep ettim, fakat bağırıp çağırdı. İmam efendinin himmeti, ahalinin gayretiyle herifi yakalayıp kadı efendiye götürdüm. Lakin kadı, herifin lehine hükmetti. Mağdur oldum. Hakkımı isterim.
Hademe hemen aranıp bulunur. Getirilip padişahın huzuruna çıkarılır. Padişah bizzat sorgular:
- Böyle iken böyle yaptın mı?
Adam boyunu bükmüş, yalvarır:
- Affediniz hünkarım, şeytana uydum.
Suç sabit. Hademe cezalandırılacak ve konu kapanacak. Hayır! Padişahın aklı bu işin içindeki işte.
Acaba şahitli-ispatlı bir suçu kadı efendi neden cezalandırmamış? Yoksa bazı kadıların rüşvet yediği söylentisi doğru mu? Hademeye sorar:
- Kadıya rüşvet vererek mi serbest kaldın?
Genç hademenin boynu bükük, elleri önüne bağlı:
- Şevketlüm, billahi rüşvet vermedim, sadece maiyetinizde bulunduğumu söyledim. O da kabahatimi bağışladı.
Yıldırım Bayezid yıldırım gibi gürledi:
- Kul hakkını Mevla bile bağışlamazken, kadılar bu salahiyeti nereden alır? Tez o kadı bulunup huzurumuza getirile!...
Yıldırım, başını ellerinin arasına alıp şunları mırıldanır:
- Eyvah ki, eyvah!.. Mülke kıran girmiş de haberimiz yok.
Kaynak: Yavuz Bahadıroğlu, Biz Osmanlıyız, Nesil Yay. , S:90
Kaynak:Padişahlardan Hazır Cevaplar,Ali Karaçam
Meriç Yayınları, Şubat-2007, İstanbul
Hazırlayan:www.hikayearsivi.net | KuTuL KuLuB