Bir sepetlik dünyası vardı. Küçük bir demlik, bir çay bardağı, tabak, kaşık ve benzer birkaç parça eşya daha...
Bundan fazlasına ihtiyaç duymuyor, değer de vermiyordu. İktisat bereketiyle yaşadığını ifade ediyordu. Kesinlikle karşılıksız bir şey almıyor, hediye bile olsa mutlaka karşılığını veriyordu.
Birgün talebesi Zübeyir'e ortadan kırılmış bir çay kaşığı verdi ve "Bunu tamir ettir, getir" dedi.
Zübeyir, çarşı içinde kaynak işleri yapan bir ustaya gitti ve kırık kaşığı verdi, tamir etmesini söyledi.
Abdullah Usta, kaşığı eline aldı baktı. Alüminyumdu, kaynak tutmazdı.
Gitti, yeni bir kaşık aldı, Bediüzzaman'a getirdi.
Bediüzzaman kendi kaşığı olmadığını fark edince:
"Kardeşim, sen bilmiyor musun, o benim kırk yıllık arkadaşımdı?" dedi. "Benim kaşığımı tamir et, getir."
Abdullah Usta dükkana döndü ve küçük bir saç keserek kıvırdı ve kaşığı içinden geçirerek sıkıştıdı. Kaşığı tamir etti, getirdi.
Bediüzzaman buna çok memnun oldu ve tamir ücreti olarak 25 kuruş verdi.
*****
Başka bir gün bu sefer yemek kaşığının başına bir iş geldi. Ağaçtan yapılmış olan bu kaşığın sapı kırılmış, ince bir çivi ile perçin yapılmıştı.
Yeni hizmetine giren bir talebesi bu kaşığın Bediüzzaman'ın yanındaki değerini bilmediğinden, eski ve kırık kaşığı çöpe attı, gitti çarşıdan yenisini aldı.
Bediüzzaman, akşam yemeği getirildiğinde bu ağaç kaşığı aradı. Bulamayınca kaşığın nereye kaybolduğunu sordu.
Talebesi, "efendim, eskimiş ve kırılmıştı, onu çöpe attım, yenisini aldım" dedi.
Bediüzzaman, "Bunu nasıl yaptın?" diye kızdı.
"O benim otuz senelik arkadaşımdı. Onun kıymetine paha biçilir mi? Derhal bul ve getir" dedi.
Talebesi heyecanla çöp sepetine koştu. Kaşığı çıkardı. Allah'tan yağlı bir kağıda sarmıştı. Suda iyice kaynattıktan sonra getirdi verdi. Bediüzzaman yemeğini onunla yedi.