Emniyet Müdürü büyük bir kasayı andıran çelik dolabın kilidini açtı ve içinden kalınca bir dosya çıkardı. Komisere uzattı:
"Bu dosya, Bediüzzaman olarak bilinen Said Nursi'ye aittir," dedi. "Bunu incele, sonra bana gel, seninle görüşeceğim."
"Peki efendim" diyerek başka bir odaya geçti komiser Abdurrahman. Dosyada bir sürü döküman vardı: resim, küpür, rapor, yazı... İyice inceledi, ne var ne yok karıştırdı. Sonra müdürün odasına girdi.
"Tamam efendim, inceledim."
Emniyet müdürü yerinden doğruldu. Donuk bir sesle, "Bu dosyasını okuduğun kişi şu anda Emirdağ'da," dedi. "Yanına Hasan'la Salih'i de al, Emirdağ'a git. Gözünüzle gördüğünüz, kulağınızla işittiğiniz herşeyi bize rapor et. Sakın postaya verme, memurla gönder."
"Ha," dedi. "Bir de soran olursa elektrik teknisyeni olduğunuzu söyleyin. İleride malzeme gelecek, köylere elektrik çekeceğiz deyin, tamam mı?" diye de tembihledi.
"Tamam efendim" diyerek onayladı Emniyet Müdürünü... Fakat şimdiden içini bir ürperti sardı, ne olduğunu bilemediği bir duygu karmaşası...
Ertesi gün, iki polis memurunu da yanına alarak Emirdağ'a gitti. Soluğu karakolda aldılar. Jandarma komutanından Bediüzzaman'ın kaldığı evi öğrendiler.
Sokağın başındaki, Bediüzzaman'ın evine bakan kahvehaneye oturdular. Kahve sahibi ve diğerleri garipsediler ilk defa gördükleri bu insanları. Buralı olmadıkları belliydi.
Komiser dikkatlerin üzerlerine yoğunlaştığını farketmekte gecikmedi. soğukkanlı bir tavır takındı.
"Tavla biliyor musunuz?" diye sordu yanındaki diğer polislere. Salih:
"Ben biliyorum komiserim" dedi.
"Tamam, biz seninle tavla oynarken, Hasan da evi gözetlesin" dedi ve kahveciden bir tavla takımı istedi.
Onlar tavlalarını oynarken, Hasan da evi gözetlemeye koyuldu. Fazla bir zaman geçmeden Bediüzzaman iki talebesiyle birlikte kapıda göründü. Genç olan talebesine bir şeyler söyledi. Genç talebe yanlarından ayrılarak kahvehaneye doğru gelmeye başladı.
Hasan tavla oynayan arkadaşlarını uyardı: "Buraya doğru geliyor." "kim?" demeye kalmadan, Bediüzzaman'ın talebesi yanlarına çoktan gelmişti.
"Üstadın selamı var, sizinle görüşmek istiyor" dedi.
Şaşırdılar. komiser daha temkinliydi:
"Üstad kimmiş, bizimle ne işi varmış?" dedi.
Genç talebe, "Bilmiyorum, sizi çağırmamı söyledi." diye tekrarladı.
Komiser, Hasan'a, "Git bir bak bakalım" dedi. "Ne diyorlarmış."
Hasan, genç talebesiyle birlikte Bediüzzaman'ın yanına geldi. Bediüzzaman ona, "Evladım, senin ismin ne?" diye sordu.
Hasan, "Ahmet" dedi.
"Doğru söylüyorsun değil mi Ahmet?" dedi. Hasan kızardı bozardı. Bediüzzaman devam etti:
"Beni takip için üç polisin buraya geldiğini duydum. Eğer o üç polis sizseniz bana söyleyin."
Şaşkına dönen Hasan, "Vallahi billahi biz polis değiliz. Biz kahveye oyun oynamaya gelmiştik" dedi.
Bediüzzaman, "Peki öyleyse" dedi, döndü gitti.
Hasan nefes nefese kahvehaneye girdi. Olan biteni anlattı. komiser, "Buradan başka yere gidelim. Galiba anladı" dedi.
Bir sonraki gün, başka bir kahvede oturuken, yine aynı talebe geldi ve yine onları Bediüzzaman'ın çağırdığını söyledi.
Komiserin artık şüphesi kalmamıştı. "Siz ikiniz gidin, ben sizi dışarıda bekleyeceğim," dedi iki polise. "Eğer bir saate kadar gelmezseniz, jandarmaya haber vereceğim."
Salih'le Hasan, gelen talebenin peşine takılarak Bediüzzaman'ın evine gittiler.
Bediüzzaman iki polisi şefkatle süzdü ve hemen konuya girdi:
"Bakın kardeşlerim. biz bu vatanın manevi korumalarıyız. Bizden millete memlekete zarar gelmez. Bizden boşuna endişeleniyorsunuz. Gidin amirlerinize söyleyin. Zamanınızı boşa harcamayın" dedi ve onlara lokum ikram etti, iki tane de el yazması Risale-i Nur verdi.
"Eğer fazla olsaydı bir kitap da diğer arkadaşınıza hediye ederdim, ama yok," dedi. "Bunlardan üçünüz de istifade edersiniz."
İki polis şaşkınlıklarından ne yapacaklarını bilemediler. Elleri ayaklarına dolaştı. Alelacele kalkıp çıktılar. Komisere her şeyi anlattılar.
Komiser gözlerini ileri doğru dikti. Baktı, baktı ve kendi kendine söylendi: "Ne yapalım efendim," dedi. "Ben de biliyorum ama, vazife işte. Allah bizi affetsin."