Genç bir hukuk talebesiydi. Aynı zamanda Eskişehir adliyesinde avukatlık stajı yapıyordu.
Bediüzzaman'ın o günlerde Eskişehir Hapishanesinde yattığını duyunca onunla görüşmek istedi. Hapishaneye rahatlıkla girip çıkabiliyordu.
Uygun bir zamanı ayarlayıp hapishaneye, Bediüzzaman'ın kaldığı koğuşa girdi. Bediüzzaman namazını yeni bitirmiş tesbih çekiyordu.
Selam verdi, eğildi elini öptü, yanına oturdu.
"Efendim," dedi. "Size birçok keramet gösterir diyorlar. Halbuki ben sizden bir keramet görmedim. Eğer böyle haliniz varsa, bana da bir keramet gösterir misiniz? Mesela şu elinizdeki tesbih kendi kendine yürüsün."
Bediüzzaman gülümsedi. Ve şöyle bir hikaye anlattı:
"Bir adamın çok sevdiği, tek bir oğlu varmış. Adam bu kıymetli yavrusuna, çok değerli bir hediye almak için kuyumcu dükkanına götürmüş. çok çeşitli elmas ve mücevherattan hangisini beğenir ve isterse onu oğluna alacakmış.
Mücevherat dükkanında, kuyumcu adam, dükkanı süslemek için; tavana, çok çeşitli renklerde kırmızı, yeşil, mavi, mor, pembe, sarı renklerde büyük balonlar asmış. Çocuk dükkana girince tavandaki balonlara bakarak:
"Baba ben bu balonlardan isterim" diye tutturmuş, başlamış ağlamaya. Adam, "Oğlum, ben sana çok pahalı ve kıymetli elmas ve mücevher alacağım" demişse de çocuk, "Ben balon isterim" diye diretmiş."
Bu hikayeyi anlattıktan sonra Bediüzzaman, sözlerini şöyle noktaladı:
"Ben Kur'an'ın elmas ve mücevherat dükkanının bekçisiyim dellalıyım. Ben baloncu değilim. Benim dükkanımda, benim pazarımda, Kur'an'ın ebedi ve ölümsüz elmasları var. Ben bunlarla meşgulüm. Ben Kur'an nurunu ilan ediyorum, balonculuk yapmıyorum."
Kaynaklar: Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler (Ömer Faruk Paksu)
Hazırlayan: KuTuL KuLuB
www.hikayearsivi.net