[Sizden Gelen Hikayeler]
Aslında O'nu ne kalem anlatabilir ne de bir söz. O'nun hayat-ı seniyyesi altmış üç yıla sığdırılamaz, yazılan kitaplarla O,tam manasıyla ifade edilemez. Hazreti Adem yoktu,ilk O'nun nûru yaratıldı göklerde.Tûba ağacı gibi dalları aşağıdaydı hilkat ağacının.Ağaç meyve verdi, nûr cesed giydi ve insan yaratıldı. Bu ağacın en güzide meyvesi de O (sallallahu aleyhi vesellem)oldu. Evet ağaç bu meyveyi çıkarmak için yaratılmıştı. O, Kâinatın Efendisiydi. Hazreti Adem, Allah'tan mağfiret talep ederken, “Ya Rabbi beni Muhammed hürmetine affet” der. Allah, ‘Sen O'nu nereden biliyorsun?' diye sorar Hz Adem'e. ‘Sen beni yarattığında cennetin kapısında Sen'in isminin yanında O'nun ismini gördüm (kelime-i tevhidde “Allah” lafzından hemen sonra Efendimizin ismi gelir) ve bu kişinin sana en yakın kişi olacağını düşündüm; bu nedenle O'nun ismiyle Sana dua ediyorum' der.
O göklere çıktı; hûriler, gılmanlar inci-mercan gibi ayaklarına serildi. Zaten peygamberlerin imamıydı, miraçta da öne geçip onlara namaz kıldırdı, yol arkadaşı Cebrail (aleyhisselam)'ı bir noktada yalnız bıraktı, bu noktada O'na "yürü! bundan sonra top Senin çevkân Senin" denildi. Orada artık zaman yoktu, mekan yoktu. “Şimdi ayağımı nereye basacağım” diye sordu ve kendisine: “Sağ ayağını, sol ayağının üzerine koy denildi”. Evet, sağ ayak ukbâ ayağıdır, mekansızlığa ulaşacak da o ayaktır. O “kâb-ı kavseyni ev ednâ” ya ulaşan “ necm yıldızı ” dır. İmkân ile vücup arasındaki tek insandır. Fâniliği aşmış ve beşeriyet kubbesini çatlatmıştır. Ferîd-i Kevn-ü Zaman'dır O, başkalarıyla kıyaslanamayacak bir büyüklüğü vardır. Buseyrî de: “ Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) bir beşerdir, fakat diğer insanlar gibi değildir. O, taşlar arasında bir yakuttur ” diyerek bunu ifade etmektedir. Kendisi de: “ Terazinin bir kefesine ben, diğerine bütün ümmetim konuldu ve Ben ağır geldim” diye buyurmak tadır.
Mükemmel bir yaratılışa sahipti. Bütün peygamberlerin kendilerine has üstün özellikleri vardır. Fakat bu özellikler Efendimizde en üst seviyedeydi. Hazreti Yusuf (aleyhisselam) güzeldi ama Efendimiz güzeller güzeliydi. Hazreti Aişe Vâlidemizin beyânıyla: “Mısır kadınları, Yusuf (aleyhisselam)'ı görünce ellerini kestiler. Eğer benim Efendimi görmüş olsalardı, ellerindeki bıçakları sinelerine saplarlardı.”
O'nun ahlâkı Kur'an'dı; baştan sona bir edep âbidesiydi, yüce bir fıtrata sahipti. Orta boyluydu ama kimin yanında durursa dursun en uzun O (aleyhi ekmelüttehâyâ) görünürdü. Konuştuğunda ağzından çıkan kelimeler rahatlıkla sayılabilirdi. O müşkülküşâydı; tılsım-ı kâinatın miftâhı, muammây-ı hilkatın keşşâfıydı. En çözülmez problemlerin üstesinden gelir, en açılmaz kilitleri açar, en zor şifreleri çözerdi. Derdine derman arayanlar O'na koşar, hastalar şifa için O'nun mûcizeli eline başvururlardı.
Gönül gözleri kör müşrikler, önlerindeki ışığı görememişlerdi. Kâinat ise uzun zamandır güneşlere tâç giydiren bir nûra hasretti. Canlı-cansız herşey Efendimiz'e koşuyor ve “Sen Rasûlullahsın” diye şehadette bulunuyordu. Dağ, taş yerinden oynuyor, ağaç kemâl-i hürmetle önünde eğiliyor, en huysuz hayvanlar O'nun yanında uysallaşıyor ve dile geliyordu. Kuru hurma kütüğü Efendimizden ayrılmaya dayanamıyor, bir çocuk gibi ağlıyordu; yüzüne bakanlar “Vallâhi bu yüzde yalan olamaz” diyerek müslüman oluyorlardı. Duâsıyla yemekler bereketleniyordu. Elinin işaretiyle ay yarılıyor, parmaklarının arasından çağlayanlar akıyordu. Evet, Hızır misâli seccâdesini serdiği her yer yeşeriyor ve hayat buluyordu.
O,gül devrinin “Şanlı Bülbülü” ydü ama dikenler her zaman rahatsız etmişti O'nu. Kendisine hakaretler edildi, mübarek başına taşlar atıldı, öldürmek için nice tuzaklar kuruldu fakat Kur'an vâdetmişti : “Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır”.
O,gelmiş geçmiş en büyük muallimdi. Kendi elleriyle çocuklarını toprağa gömen insanlardan, karıncaya basmayan efendiler yetiştirdi. Bedrin arslanları, Uhud'un koçyiğitleri, Mûte'nin kahramanları hepsi O'nun rahle-i tedrîsinden geçmişti. Tevrat onlardan övgüyle bahsetmiş, İncil onlara medhiyeler düzmüştü ve son noktayı yine son kitap Kur'an koydu: “Allah onlardan râzıdır, onlar da Allah'tan”.
Vilâdetiyle dünyayı nûra boğdu. Artık zulmet saklanacak ve söz, nûrun olacaktı, tuğrayı O basacak, sikkeyi O kesecekti. Cahiliye devrinde doğdu, inatçı ve kör cahillerle, cehaletin babalarıyla mücadele etti. Allah'ı anlattı; dinlemediler, “Ben peygamberim” dedi; alay ettiler, ahiret var dedi; güldüler. Fakat Allah, Habîbini zâyi etmedi. O büyüdükçe büyümüştü, kendisine vâdedilen makâm-ı mahmûda doğru ilerliyordu. Fakat bu ilerlemeyi başka bir yerde devam ettirecekti. Çünkü dünya artık O'nun nûrunu taşıyamayacak duruma gelmişti. Peygamberlerden derece olarak iki derece aşağıda bulunan şehitler için Kur'an; “Onlara ölü demeyin, bilâkis onlar diridirler” derken, kâinata hayat veren Efendiler Efendisi için o tâbiri kullanmak doğru olmasa gerek. O, daima Ahmet ismiyle bizimle beraberdir. Efendimizin haricî vücud giymeden yani dünyaya gelmeden önce göklerde yazılı olan ismi Ahmet'tir. O'nun nûru dünyada, isminin anıldığı her mecliste, kendisini sevenlerle beraberdir. “ Eğer kâinattan Efendiler Efendisinin nûru çık sa,gitse kâinat vefat edecek veya dîvâne olacak ve küre-i arz kafasını,aklını kaybedecek,belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyâreye çarpacak,bir kıyameti koparacak. ”
Allah dinini kemâle erdirmişti ve insanlar da bölük bölük İslâm'a giriyordu artık. Efendimiz de vazifesini tamamlamış, ahirette buluşmak üzere güzîde ashâbından ayrılmıştı. Onlar ashâbıydı, arkadaşlarıydı, âhir zamanda gelecek olan bizlere ise 'kardeşlerim' demişti; demişti ama acaba biz lâyık mıyız O'na ümmet olmaya onunda ötesinde kardeş olmaya. Kendisinin beyanıyla: “Mahşer günü bir kısım insanlar kevser havuzunun başından kovulur, Efendimiz: "Ümmetim! Ümmetim!" diye feryâd eder ve kendisine şöyle denilir: “Senden sonra onların ne haltlar karıştırdıklarını Sen bilmiyorsun” . O gün, Efendimizin bizi abdest âzâlarımızdan tanıyıp, şefaatini bizden esirgememesi en büyük temennîmiz olsun.
Biz niyazımızı Kırık Mızrap şairinin dilinden yaparak sözümüzü bağlayalım:
Doğ rûhuma beni hasretle yakma!
Hak aşkına kulun yalnız bırakma!
Gönderen:
E-Mail:
Kaynak:
Hikaye-Öykü-Masal Arşivi: www.hikayearsivi.net
Bu hikayeyi beğendi iseniz, veya fikrinizi diğer ziyaretçilerle
paylaşmak istiyorsanız lütfen YORUMUNUZU
yapın. Sadece 1-2 saniyenizi alacaktır.
Önemli Not: Lütfen hikayeyi
kullanacaksanız; www.hikayearsivi.net den
alıntı yaptığınızı ve kaynağını belirtiniz.
|