Suat Karadağ - Murat Sevinç
|
1)O
Sabah güneş yine her zamanki gibi yükselmiş, ısı ve ışınları bereketli
topraklar üzerine cömertçe göndermeye başlamıştı. Ali dayı, sabah
namazından hemen sonra yola koyulmuştu. Tarlasına ha vardı, ha
varacaktı. Başını kaldırıp güneşe baktı. |
2)-
Allah'a şükürler olsun, diye mırıldandı..
Arabanın
üstünde, uykusundan henüz uyanmış olan küçük Abdullah merakla başını
kaldırıp babasına baktı.
- Durup dururken niye şükrettin baba?
|
3)Ali dayı tebessümle oğluna baktı ve;
- Şükür her zaman yapılır evlat,
dedi.
Çünkü Allah'ın bize ihsan ettiği
ni'metlerden her an faydalanıyoruz. Beş dakika nefes almazsan ne
olur? |
Abdullah dudak büktü:
- Ne bileyim, ölürüm herhalde.
- Gördün mü ya, dedi babası.
Şükretmemiz gereken ne çok nimete sahibiz...
Derin bir nefes aldı ve;
- Az önce güneş nimetine şükretmiştim,
dedi. |
|
4)Abdullah
merakla babasına bakıyordu. Babası devam etti:
- Güneş olmasa tohumlar
canlanıp yeşermez, büyümezler. |
Abdullah'ın küçük kafasında
şimşekler çaktı. Öyle ya; tohumlar canlanıp büyümeseler hem
insanlar, hem bütün canlılar aç kalırdı. Yani hayat olmazdı.
Heyecanla babasına döndü:
|
|
5)-
O halde toprak da nimet, su da!
diye söyledi.
Babası gülerek onun saçlarını okşadı.
- Elbette yavrum, elbette!
dedi.
|
Tarlaya gelmişlerdi.
Ali dayı tohum çuvallarını arabadan indirdi. Karasabanı hazırladı.
Küçük Abdullah sabırsızlanıyordu.
- Ben de tohum ekmek istiyorum baba!
Ektiğim tohumların büyüdüğünü görünce çok sevineceğim!
- Tabii ekeceksin oğlum,
dedi babası. Ama hemen değil. Ekilen
tohumun bereketli olması için dua etmek gerek. Şimdi sen gölgede
dinlen, ben iki rekât namaz kılıp dua edeyim. Sonra başlarız . |
|
6)Abdullah
gölgeye gidip oturdu. Ne çok şey öğrenmişti bugün. İyi ki babasıyla
tarlaya gelmişti. "Keşke
abimler de gelseydiler" diye düşündü. "Ama
onlar büyük, benim öğrendiklerimi zaten biliyorlardır"
diye avundu.
Babası namaz kılmış dua ediyordu. "
Acaba babam nasıl dua edecek?"
dive meraklandı. Yanına gidip oturdu. İşte duyabiliyordu:
- Yâ Rabbi! Yeri, göğü, her şeyi yaratan,
yoktan var eden sensin. Ben de senin zayıf ve âciz bir kulunum. Şimdi
toprağa atacağım tohumları Senin kudret ve merhametine emanet ediyorum.
Onları yeşert, büyüt ve canlılar için bereketli kıl. Allah'ım; çünkü biz
hepimiz bunlara muhtacız...
Abdullah da babası gibi "âmin"
diyerek minik ellerini yüzüne sürdü. O gün, küçük Abdullah için
unutulmayacak kadar güzel geçmişti. O da babası gibi avuç avuç tohum
serpmişti tarlaya. Ve, tarla sürüldükçe o tohumların toprak altında
kalışını ilgiyle seyretmişti. |
7)Akşam
eve dönünce, o gün yaşadıklarını heyecanla anlattı
annesine.
Abileri ise, onun bu heyecanına gülüp geçiyorlardı. Bir de bağı vardı
Ali dayının O yıl tarla gibi bağı da çok verimli olmuştu. Birkaç gün
sonra bağbozumu başlayacak, meyveler toplanacaktı. Bir sabah kahvaltıda
büyük oğlu bu mevzuyu açtı:
- Baba her yıl yaptığın gibi bu yıl da
bütün köylüyü toplayıp meyveleri dağıtmayacaksın değil mi?
Babası güldü:
- Herkes rızkını yer evlât.
Elbette ki ihtiyacı olana istediği kadar vereceğim. |
8)Ortanca
oğul da abisi gibi itiraz etti.
- Biz emeğimizle kazanıyoruz başkaları
yiyor. Satıp para kazansak daha
iyi olmaz mı?
Ali dede
çocuklarına hüzünle baktı:
- Böyle düşünürseniz
kazanamaz, kaybedersiniz yavrum. Ben yıllardır ihtiyacı olan herkese
yardım ettim ve hiç sıkıntıya düşmedim. Unutmayın ki komşuluk hakkı
vardır. Verdikçe bereketlenir. |
9)Çocuklar,
babalarını ikna edemeyince kalkıp gittiler. Ali dayı tebessümle küçük
Abdullah'ın başını okşadı ve;
- Sen onlara benzeme yavrum dedi. Unutma ki her zaman veren el alan
elden üstündür.
Bağbozumu
başladığı gün Ali dayının bağı bayram yeri gibiydi âdetâ. İhtiyaçları
kadar ürün alan köylüler meyvelerin toplanması için Ali dayıya yardım
ediyorlardı. Çocuklar da yere düşenleri toplayıp yiyerek neşe içinde
eğleniyorlardı. |
10)Ne
yazık ki bu mutluluk fazla sürmemiş, Ali dayı o kış yakalandığı
hastalıktan kurtulamayarak vefat etmişti.
Artık tarla ve bağ işleri çocuklara kalmıştı.
|
Birgün en büyükleri
kardeşlerini yanına çağırarak;
- Babamızın yaptığı
yanlışı biz yapmayacağız, dedi. Çalışıp alın terimizle kazanacağız.
Bir çöpümüzü bile başkasına yedirmeyeceğiz. Zengin olacağız, zengin! |
|
|
11)-
Ben sizin gibi düşünmüyorum,
dedi. Eğer Çok kazanmak
istiyorsak, önce şükretmeliyiz. Sonra ürünü ekerken bereketli ve
insanlara faydalı olması için dua etmeliyiz. Ürünü toplarken de
ihtiyacı olan komşularımıza yardım etmeliyiz. |
Abileri küçük
Abdullah'ı azarladılar.
- Hadi ordan sen, de! Bacak kadar
boyunla işimize karışma!
Aradan zaman geçti. Bir
gün ektikleri tarlaya gittiler. Buğdayların daha büyümeden
kuruduğunu, işe yaramaz ot olduğunu gördüler. |
|
12)-
Bu yıl yağmur yeterince yağmadı, dediler.
Küçük Abdullah acı acı
gülerek başını salladı. Çünkü abileri bu tarlayı ekerken bırakın dua
etmeyi, bir besmele bile okumamışlardı.
Derken bağbozumu günü geldi çattı. Sabah erkenden hazırlanıp köylülere
hiç haber vermeden bağın yolunu tuttular. Bağa vardıklarında
karşılaştıkları manzara dehşet vericiydi. Gece çıkan yangında bütün bağ
yanmış, geriye kara bir duman ve is kokuları kalmıştı. |
13)Oturup
ağlamaya başladılar. Abdullah;
- Zararın neresinden dönersek kârdır,
dedi. Gelin aç gözlülüğü bırakalım ve
babamızın yolunda gidelim.
Abileri de bunun doğru olacağını kabul
ettiler ve o günden sonra yanlış düşüncelerinden dolayı tövbe ederek
çalışıp, bereketi Allah'dan beklediler.
Cenâbı Allah elbette
kendisine el açanları boş çevirmezdi. Onları da çevirmedi. Çok kazanıp,
köylülerle birlikte mutlu bir hayat sürdüler.
|